17 Ekim 2014 Cuma

ŞİMDİ BOLİVYA'DA OLMAK VARDI.


ŞİMDİ BOLİVYA’DA OLMAK VARDI…
İKİ ÖLÜM ve BİR ZAFER HABERİ ÜZERİNE.

Hiç olmamış, hiç yokmuş gibi davranılan konular vardır. Öldür Allah yok hükmünde kabul gördüğünden, - toplumun gerçek bilgiyi doğru alma özgürlüğünün katledilmesi pahasına da olsa- haber değeri de yoktur!  İlahlar o şekilde buyurmuş ise, hiçbir koşulda olurunu beklemeyin. Artık izlenen yol çıkmaz, taş atılan kuyular sağır ve dilsizdir…

Kim bilir, belki Pınar Selek diye bir insan hiç yaşamamıştır! Hayatta olmayan birisinin, okul müsamerelerini andıran duruşmalar içinde kaybolmuş, haklı ya da haksız bir davası da olamaz. 1998 yılında Mısır Çarşısı’ndaki 7 kişinin öldüğü patlamanın baş sorumlusu, kişiliğini, bilim insanı kimliğini, uluslararası çalışmalarını, akademik başarılarını anmak bile istemediğiniz Pınar Selek olabilir ama!

İlüzyon ve manipülasyon sözcükleri ait oldukları literatürlerde birbirlerinden çok farklı anlamlarda karşılıklarını bulsalar bile, söz konusu kara propaganda olunca politikanın cellatları ve medya baronları, her ikisini de aynı potada sıkı bir simyacı ustalığı ile, işlerine geldiği gibi kullanabiliyorlar. İşi tam burada, “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça” fon müziği eşliğinde Arap saçına çeviriveriyorlar. Avrupa’nın ilgili mahkemelerinin, bu skandal davada insanın başını önüne eğdirecek kararları olsa bile… Onlar zaten “dış mihraktır”!  Sözlerine güven olmaz!

Hiç yokmuş, hiç olmamış, hiç duyulmamış gibi yani… Bu ülke topraklarını kolyesi üç hilalli olandan daha çok seven, bunu itiraf etmekten de çekinmeyen bir Hrant Dink, kaldırımda yüzükoyun, soluksuz kalakalmamıştır örneğin. Böyle olunca davası da bitmez, failleri ceza almaz. Bu hukuksuzluğun haber yapılması, gerçeğin açıklanması, suçluların bizzat devletçe korunup kollandığı nirengi noktasına değinilmesi ise hak getire…

Kimi olaylar, kimi insanlar gibi, işgücünü satarak hayatta kalabilen insanlara kötü örnek olmasından korkulan bir takım ülkeler de yok kabilindedir. Elli küsur yıldır Küba’ya ve onun sosyalizmine uygulanan emperyalist abluka, gereksiz bir abartıdan, bir tevatürden başka ne ola ki!?  Küba halkının emperyalizmin yaptırımlarına direnmesi, onca ambargoya karşın ayakta kalabilmesi, üstüne üstlük Afrika ülkelerine ilaç, tıbbi malzeme, doktor göndererek (Gringo top tüfek gönderirken) sağlık hizmetinde bulunması şehir efsanesinden ibarettir.

Kapitalizmin yok sayılan sakıncalı ülkeler listesinde, Küba’dan sonra Nikaragua ve Bolivya gelir… Bunlardan Bolivya ve emekçi halkı, geçtiğimiz günlerde ciddi bir sınavdan daha geçti. İki dönemdir Bolivya Devlet Başkanlığını yürüten Evo Morales son yapılan seçimden de, yaklaşık %60 oranında oy alarak zaferle çıktı. Kesin sonuçlar alınır alınmaz, başkan Morales halkın tekrar genç sosyalizmin örgütlenmesine destek vermesini  “Sonucun kamulaştırmalardan yana olan emperyalizm ve sömürgecilik karşıtlarının zaferi olduğunu” söyleyerek, göreve yeniden seçilmesini  “Emperyalizme karşı mücadele eden tüm dünya halklarına armağan ettiğini” açıkladı.        
.   .   .

Juan Evo Morales, Sosyalizme Doğru Hareket’in özgün adıyla Movimiento al Socialismo’nun genel başkanı, Bolivya halkının ve Koka çiftçi hareketinin Aymara asıllı lideri ve de 22 Ocak 2006 tarihinden bu yana Bolivya Devlet Başkanıdır.

Evo Morales, sosyalist solun adayı olarak 18 Aralık 2005 tarihinde, iddialı olarak girdiği başkanlık seçimlerini daha ilk turda kazanır. Medyatik arenada çaktırılmasa da, başta Big Brother (Gringo) olmak üzere emperyalistler, sağ partiler ve bilumum faşistler şoktadır. Umutlarını sömürüsüz, eşit ve adil bir Bolivya’nın gerçekleşebileceği inancına bağlamış olan emekçileri ve koka çiftçileri için %60 oy oranı beklenen bir sonuçtur. Hata yapan ise, “Morales'in seçimlerin ilk turunda önde olacağı fakat salt çoğunluğu sağlayamayarak ikinci turu kaybedeceği”  yönünde rapor hazırlayan “Gringo”nun ta kendisidir.

Morales, devrimcilerin verdikleri sözün nasıl arkasında durduklarının, duracaklarının kanıtı olarak, zaman yitirmeksizin başkanlık görevini devralmasını izleyen günlerde Havana'da Castro ve Hugo Chavez ile bir araya gelmiştir. İki devrimci liderle görüş alışverişi yapmış, kendisinden önce tasarlanmış sosyalist düşünce ve eğilimlerle ilgili bilgi almış ve geleceğe dönük, halktan yana ilerici kararlara uyacağını, 1 Mayıs 2006’nın coşkulu töreninde cesaretle açıklamıştır.

Halkın heyecanlı tezahüratları eşliğinde açıklanan karar, o güne kadar Bolivya topraklarında çöreklenmiş emperyalistlerin denetim ve kontrolü altında olan, en başta petrol olmak üzere tüm doğal gaz kaynaklarının halkın ortak refahına devredildiği, devletleştirildiği kararıdır. Aynı 1 Mayıs törenlerinde Morales, Sosyalizme Doğru Hareketi’nin orta vadeli kararlarından aktarmalar yaparak, halkına ikinci müjdesini verir: Sırada madenler, ormanlar gibi, tüm yer altı ve yerüstü doğal kaynaklar vardır. Ayrıca, kendilerinden önceki hükümetin “Gringo” ile imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşması'nın tüm yükümlülükleri geçersiz kılınacaktır.

En önemlisi de onur kırıcı bu anlaşmanın yerine Chavez’in geliştirdiği ve Latin halklarının geleceği için zorunlu gördüğü, ALBA- Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif ‘e katılım hedeflenecektir.

Bu, Gringo’ya (ABD Emperyalizmine) rağmen başlangıçta başarılması zor görünen, ülkenin önüne konulan hedefler sonucunda ne mi oldu? Çok basit! Konunun uzmanı (Ekonomist ya da akademisyen) değiliz ama, yabancı tekel ahtapotlarının canlarına ot tıkanınca:

·        İşsizlik oranı düştü, halkın refah düzeyi, ulusal paranın alım gücü ile birlikte arttı.
·        Doğal zenginliklerin kamunun yararına yöneltilmesi ile eğitim ve sağlık projeleri hızla uygulamaya konuldu.
·        Altyapıya yatırımlar yapıldı.
·        Emtia fiyatlarının da hızla artması sonucunda, ülkenin dış satım gelirlerinin yaklaşık on katına yükselmesi, sosyalizme doğru yönelimlere olumlu ivmeler kazandırdı. Kamulaştırma örgütlenmelerini kolaylaştırıcı yeni işlevsellikleri yarattı.
·        Basit ama somut bir anlatımla, bölgesel ortalamanın (Nikaragua dahil) çok üzerinde %5’lik bir büyüme yakalandı. Bu, ülkedeki beş yüz bin küsur emekçinin yoksulluk sınırını aşması, aynı kararlılıkla gidildiğinde bir daha geriye dönülmemek üzere açlık ve işsizlik belasının geride bırakılması demekti.

Kamulaştırılmasına karşın, yetersiz düzeyde doğal kaynakları ve üretim gücü olan Bolivya yoksul ve geri bıraktırılmış bir ülkedir. Kabul…

Ancak ülke insanının, emperyalist tahakküme karşı durmak, sömürüsüz, adil, paylaşımcı ve dayanışmacı bir sosyalist sisteme ulaşmak gibi bir derdi var. Çalışanların ücretlerini ve emeklilerin maaşlarını çoktan yükseltti bile, bu inancın ve kararlılığın bir sonucu. Konut sorununda, sosyal güvenlikte, sağlıkta, eğitimde, önceki gerici ve anamalcı üretim biçiminin dayattığı anlayış ve işleyişin kırılıp, bu temel gereksinim alanlarının halkın yararına ve de kullanımına açılması, bizim başımızdaki haramilerin ve vampirlerin hayalini bile kuramayacakları, deyim yerindeyse kedinin ciğere bakacağı cinsten gelişmelerdir.

·        Satın alma gücü paritesi ile GSYİH sayısı 2013 yılı itibari ile 58.4 milyar dolar. Nominal döviz kuru ise 29.8 milyar dolar. Yani kişi başına gelir satın alma gücü ile 5500 dolar.
·        Ülke gelirinin yüzde 27.1 kadarını tasarruf ediyorlar. 10 milyonluk nüfusun önemli bir çoğunluğu çalışıyor.
·        Ülkede enflasyon yüzde 5.9 civarında. Dış satım 12.5 milyar dolar civarında, dış alım 8.2 milyar dolar. Cari denge fazlası 2 milyar dolardan yüksek.
·        Ülkenin döviz rezervleri de 14.5 milyar dolar.
·        Doğal gaz, soya ürünleri ve maden ihracatı yapmakta. 
·        Sosyalizme Doğru Hareketi, uluslararası tekellerden “kalkınma” ve “gelişme” beklentisi içinde olmanın, ülke bağımsızlığına ve ulusal özgürlüğüne gölge düşüreceğine inanan bir politik hareket…
·        Bir de, ülke yetenekli ve çalışkan öğrencilerine burs vererek Harward ve Stanford gibi üniversitelere gönderiyor. Bu genç öğrencilerse, elbette canını dişine takarak çalışan, yoksul emekçilerin, koka çiftçilerinin arttırdığı sınırlı paralarla yurt dışına, eğitim/öğretim için gönderildiklerinin bilincinde.
.   .   .

Bolivya’daki son seçim sonuçları ve toplumsal bilinçlenmenin ve örgütlenmenin, sosyoekonomik koşulların erişmiş olduğu düzey böyleyken, ülkem insanı Bolivya’nın adını bile, ancak üçüncü, dördüncü sayfa haberlerinde, o da magazin haberlerinin şatafatlı sıkışıklığı ve oldubittiliği içinde görebiliyordu. O kadar.

Bolivya’daki seçim zaferinin “Emperyalizme direnen halklara armağan edildiği” ilanını, bizim sol/sosyalist basın övgüyle manşetlerine taşırken, padişaha methiyeler düzmekle ve bölgede savaş çığırtkanlığı yapıp, arının yuvasına çomak sokmakla meşgul medyamız ne mi yaptı? 

Ergen yaştaki kızın hayallerini ve geleceğini karartan, ömründe hiç anne terliği yememiş, yoluk bıyıklı, soyadı Üzmez olan sapığın ölüm haberini, ayrıca cenazesini bilmem hangi yobaz tarikat müritlerinin kaldırdığını, sıkılmadan neredeyse sekiz sütuna manşet verdi.  

Yetmedi; sırada benzer hatırı sayılır iri puntolarla ikinci bir “kayıp” haberimiz vardı!  Faili meçhul cinayetleri, asit kuyuları, gözaltında kayıpları, isimsiz ve kimsesiz ölüleri,  “Ağar”ları, “Yeşil”leri ile ünlü 1990’lı yıllara gidelim... O karanlık, soğuk ve umarsız döneme. İnsan öğüten cinayet mekanizmasının, tuzakların, komploların ve tüm cellatların tepesinde süzülen ölüm meleği Tansu Çiller'i anımsayalım. İşte o insanla, nasıl ayniyet ve uygunluk içinde çalıştığını anlatırken, “ Tak diye emrettiğini, ben şak diye yapıyordum.” demekten çekinmeyen, yüksek üniformalı Doğan Güreş ölmüştü ya… Bu önemli haberi de atlamamak gerekti. Üzmez’in hakkı nasıl Üzmez’e verildiyse, Güreş’in hakkı da Güreş’e verilmeli idi. Layıkıyla, öyle de yapıldı. 

Onlar, boyu boylarına huyu huylarına uygun, geçmişleri, şimdileri, belki de gelecekleri ile aynı paydalarda buluşanlar, amaçları örtüşenler, kendi ortak değerlerini, pek “kıymetli şahsiyetlerini” yad ededursunlar; bizim düşlerimiz, muradımız çok farklı.

Bir de serde dünyalı olmak var ki, dostlar başına…
Soma’ya, Gazze’ye, Roboski’ye, inşaat işçilerine, kadın cinayetlerine, Endonezya’da yıkıntı altında kalan altı yüz tekstil işçisine, Kobane’ye, Araba, Türkmene üzülür, dertlenirken, elbette Bolivya’daki emeğin zaferine de sevinecek, elbette bunu dost insanlarla paylaşacaktık.

Uzak, çok uzak diyarlarda da olsa, şu güzelim ve yaşanası yerkürede iyi şeyler de oluyor… Başlıkta “ Şimdi Bolivya’da olmak vardı.” dememiz, La Paz’daki yoksul ama onurlu insanın  “ Çok şükür, çok şükür bu günü de gördüm ya…” sevincine ortak olmamız, o duyguyu ruhumuzda, bilincimizde ve yüreğimizde yaşamamız bu yüzden…

Hasan Oğuz Bilgen, 17 Ekim 2014, Aliağa.