Sevgili Oğul,
17 Eylül 2020 Perşembe
PALYAÇO. SENİ ANMADIĞIM BİR GÜN YOK
12 Eylül 2020 Cumartesi
KIRK YILLIK "TENEZZÜL" ETMEME HALİ.
Sabahın körü... Takoz telefon feryat gifan, acı acı çalıyor. Alacaklı gibi. Rutin yürüyüş için yenice giydiği bez ayakkabının bağlarını çözüyor, homurdanarak. Önceki gün geçirdiği operasyon sonrası, olası karşı aramalar için hazırladığı taslak iletisini gönderiyor alelacele:
= Açsam da seni duyamam. Hijyen tamponu var. Antibiyotik damla kullanıyorum. Bana, 'cep tel ileti' yolu ile ulaşabilir misin.
"Alacaklı" yakıştırmasını boşuna yapmamış. Yanıt anında ekranda beliriyor.
= Ne oldu? Daha dün kulağındaki pamuk için, alt tarafı bir sinek ısırığı, salla gitsin dememiş miydin?
= Isırık aynı ısırık; ne olmuş. Cavit, yapışacak kayda değer bir yerimi bulamadı, kulağıma yapıştı belki. Çok mu? Hem, sabah sabah, yana yana çaldırmalar. Sen, beni sadece, sabun kalıbına basıp kolunu bacağını kırdığında ararsın bilirdim.
= Dalga dümeni bırak. Bir kez, Cavit değil Covit... Kulağa değil, ciğere yapışır. Bu gün 12 Eylül. Bırak yürüyüş kıvırmasını. Otur. Güne dair birşeyler söyle, birşeyler paylaş.
= Bak kızım. Geçtiğimiz gecenin uygunsuz bir vaktinde, içkisiz kalmış alt komşum zıpır oğlanla son kalan ev yapımı şarabımı paylaştım. Ona yanarım. Daha nesi?
= Laf karıştırma. Eski Tercuman gazetesinin bitmek bilmeyen "Pehlivan Tefrikaları"ndan, yerli yersiz "güzellemeler"den hoşlanmadığınızı bilirim. Ama, bir tercih yaptınız. Cunta'ya diklenmek, karşısında dik durmak için kimlikler, evlenme cüzdanları filan... Birileri haklı olarak tercihte bulunmuş olsa da, aklınıza pasaport yapmak filan gelmedi. Bilebildiğim kadarı ile yani... Hiç tenezzül etmediniz. Sıvışmayayım, yılışmayayım derken mağdur oldunuz ama. Kızma ama. Sonuçta, hepinizde o günlerden bir yıkıntı kaldı. Örneğin sen. Bir gün, sular seller gibi dillenip, saydırıp döktürüyorsun. Bir gün, balta kesmez buz, kapı duvar, öldür allah ketum oğlu ketum oluyorsun. Bu bir duygu durum bozukluğu olmasın? Hani, nasıl anlatsam; bipolar durumları falan?
= Bak gülüm. Biz de, öyle şeyler olmaz! Benim kırk yıldır, Müjgan'a aşkım aynı aşk, Kenan'a ettiğim bağrı açılmadık küfür aynı küfür. Olsa olsa, "uyum durum bozukluğu" olabilir. Her ne yaptımsa dijital arkadaşlıklara, sanal alemlere alışamadım. Bir akıllı uslu telefon bile alamadım. Ha, unutmadan, biz mağdur değil tarafız. Kavgaya bilerek girdik. İki tokat yedik diye ağlamadık, ağlamayacağız. Anadolu'da bir söz var; "Döğüşte şamar aranmaz" diye. Huyum kurusun, oldum olası bu sözü çok, ama pek çok severim.
= Şakaya boğma. Ne dediğimi, ne anlatmak istediğimi gayet iyi biliyorsun. Böyle davranırsan, seni bir daha aramam. Yalnızlığına boğulur, yine duvarlarla konuşur durursun.
= Bak; kızım dedim olmadı, gülüm dedim olmadı. Yeter artık. Ben 12 Eylül'le ilgili hiçbir şey söylemiyor, hiçbir şey paylaşmıyorum. Benimle ilgili takıntıların, kuruntuların yüzünden daha sabah yürüyüşüme bile başlayamadım. Burada, ayak üzeri geçirdiğimiz dakikalarda, üşenme, aç bak, 12 Eylül'le ilgili kaç paylaşım, kaç güzelleme, kaç ağlak yakınma yapılmış gör. Yetmez mi? Onları oku, idare et.
Biz, anılarımız belleğimizim bekçileridir dedikse, onları ortalık yere dökelim, üç kuruşa satalım demedik. Bu bir. İkincisi: Bizler, onları aşabildiğimiz sürece ayakta kalabileceğiz. Yaşananları hiç olmamış gibi, 'mış' gibi yapıp unutmak, yok etmek isteyenlerse altında kalacak. Takoz telefonumun şarjı her an bitebilir. Beni yanlış anlama. Dertlerimi aklında tutma unut, beni unutma.
. . .
Bu telefon ileti muhabbeti hiç olmadı, sabahın köründe arayan kırk yıllık bir eski dostun hiç olmadığı gibi. Tüm hikaye bir koca masaldan ibaretti.
Gerçek olan ve asla yalan olmayan, her koşul ve mekanda sıvışıp yılışmamamız, kırk yıllık tenezzül etmeme halimizdi.
Hasan Oğuz Bilgen. 12/09/2020. Diyarbakır-Devegeçiti
3 Eylül 2020 Perşembe
VE ASIL BİZ SİZLERDEN ÖZÜR DİLERİZ...
Hangi cebimize sığdıracağımızı bilemediğimiz cep telefonlarının çıktığı yıllarda, sistem operatörünün kanıksadığımız, bu kısa ve öz klişe uyarısını çok duymuşuzdur.
. . .
İstanbul Barosu binasının ön cephesini kaplayan devasa bir pankart.
Üzerinde düğmesi olmayan, yani hiçbir şahsın ve makamın önünde iliklenmyen kırmızı dik yakalı cübbesi ile siyah saçlı genç bir kadın. Oldukça ciddi bir yüz ifadesi ile, belli ki sağır sultanlara bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Pankarttaki genç kadın avukat Ebru Timtik...
Artık yaşamıyor. Yani bundan böyle, adil yargılanma gibi bir sıradan ve insani bir taleple kimseleri rahatsız edemeyecek, kimselerin keyfini kaçıramayacak!
Sağır sultanlar aynı "devlet ciddiyeti", aynı kararlı ve nobran duruşları ile suspus... Ne ki, ne taş ne gül uzaktan gelmiyor. İlle de dostun attığı gül yaralıyor darda olanı. "Yapmayacaktı, zaten istedikleri o, kendine yazık etti" serzenişleri. Yapmacık, ağlak yüzler. Vah vah'lar... Yaraların ne denli yürekleri ezip acıttığını dar ağaçlarına onurla tımanıp, orada dimdik durup sonlarını bekleyenler bilir. Daha yapacak bir şeyleri olmayanlar, baş vurabilecek başka bir yöntemi kalmamış olanlar. Bunun ne demek olduğunu en iyi, zamanın bol mekanın dar olduğu ceza evlerini yaşayanlar ve onların yakınları bilir.
Artık pek bi ciddi, pek bi mühim yaldızlı laflar etme işgüzarlığını, yaşamın kendisi gerilerde bıraktı. Benim güzel avukatım, sen bizim ellerimizi yeterince tuttun. Biz senin ellerini gereğince tutamadık. İşin gerçeği, itiraf edilmesi gereken bu.
Kahrolası günlerde, yeterince, gereğince tutamadığımız eller sadece Av.Ebru'nun, Av.Aytaç'ın elleri mi?
Mart 2020'den bu yana, en ağır en korunmasız çalışma koşullarında, işin kötüsü Covit'le mücadelenin yetersizliklerinin sadece kendilerinin omuzlarına yüklenildiğinin, günah keçisi olduklarının ayırtında olarak, yine de pes etmeden, gık demeden, bizler için çırpınan doktorlarımıza, sağlık emekçilerimize ne demeli? Onların güzel yüzlerine, gül yüzlerine nasıl bakmalı? Bize uzanan eller ki... Hala ve ısrarla Ayasofya pişkinliğindekilerin vurdumduymazlığı, altı okka asker uğurlayanların, düğün dernek halay çekenlerin cehaleti sürerken, o öpülesi ellerin sahipleri kendi canlarından geçip bizim canlarımız için didinip durdu. Mart'tan bu güne, Batı'nın 'imrendiği, hatta kıskandığı' o "koca devlet"in unutkanlığında, insanlık için yaşamlarını yitiren hekimlerimizin adları kayıtlardadır.
Daha dün, onların tuttuğu gibi ellerinden tutamadığımız hekimlerimiz, Hasan Aslan, Kerim Koçoğlu, Nevruz Erez, Muhammed Mushava ve Şenay Şahin hüzünlü ölüm ilanlarındaki fotoğraflarından, adeta kör gözlere bakıyor, sağır kulaklara sesleniyorlar. "Her şeyi sizin için yaptık. Elimizden gelen budur. Bizi bağışlayın..." dercesine. TTB, Covit'le mücadelede ölen, öldürülen, saldırıya uğrayan, tehdit edilen kadın sağlık emekçileri için beş gün boyunca siyah kurdele takmaya davet etti.
Asıl, biz sizlerden özür dileriz. Ne yapalım, bizim de elimizden gelen budur. Bizi bağışlayın. Beş gün boyunca siyah kurdele takacağız.
Yılların belediye emektarı demirci Arif usta da, bakılabilmek için piyasacı sağlık sisteminin dayattığı "Ek Ödeme"ye kıydı parasını... Covit-19 korkusundan altı aydır gidemediği KBB'na, duymayan kulaklarını baktırmaya gidecek.
Ve elbette, yakasında siyah kurdele ile.
Hasan Oğuz Bilgen. 15/09/2020. Seferhisar-Ekoköy