KALENİN DİBİNDE BİR TAŞ
OLAYDIM,
GELENE GİDENE YOLDAŞ OLAYDIM.
GELENE GİDENE YOLDAŞ OLAYDIM.
Sözcüğün sosyal, fiziksel kesitinde
"durgunluk" anlamına gelen bir mekan düşünelim. Ki bu söz konusu
yerde "durgunluk" bohçasının ağzını açtığımızda, içinden ortalığa
huzur, dinginlik ve gönül rahatlığı gibi olumlu duygu durum fotoğrafları
saçılsın... Ayrıca burada, insan aklının ve belleğinin belirleyici ve geçerli
olmadığı, yaşanılan "o an" ve duygularla çok ters, ilgisiz, uzak,
ıssız ve boş bakışlar söz konusu olsun. Hatta bu yabancı bakışlar, oradaki
ürpertici dinginlik ziyarete gelenleri biraz rahatsız bile etsin.
Andığımız yer, Batı Anadolu kentlerinden birinde
belediyenin denetiminde olan bir yaşlı bakımevidir. Hemen karşımızda, omuza
dokunma uzaklığında oturansa Arif Usta ile bana donuk ve de anlamsız bakışlarla
bakan, Spil soğuğundan mustarip kentin bir zamanlar ünlü ayakkabı boyacısı
“Mavili” lakaplı çingenedir.
‘Mavili’ takma adı ile anılan ayrıcalıklı kişi, işinde
titiz ve müşteride seçici, soyu tükenmiş bir ayakkabı boyacısı olmanın
ötesinde, genlerinden ve mutfağından aldığı ilhamla kulağı güçlü bir
müzisyendir. ‘Mavili’, işini yaptığı zaman içinde müşterileri ile pek yüzgöz
olmaz. Ne var ki işini de gereğince yapar ama parasını da alır… Ayakkabı
boyacısı Mavili, ayrıcalıksız her müşterisi ile gönlünce, içinden geldiğince
konuşur, yarenlik eder. Kimi müşterileri vardı ki, Mavili'nin gözünde çok
değerlidirler. Zor bulunan bu insanlara saygıda ve hizmette kusur etmemek
gerekir.
Daha çok hoş sohbet, çok daha
fazla neşeli, hareketli olunmalıdır. An gelir coşar; iki elindeki uzunca ve de
eğri iki boya fırçası ile ritm tutar, oynak, harekeli türküler ve gerçekten
gırtlak/cesaret gerektiren şarkılar söyler. Sesi de ritm becerisi, kulak
yeteneği gibi muhteşemdir.. Ol türkülerini gözü kapalı, huşu içinde dinleyen,
hani "o değerli müşterileri"nden olan 'Fikri Hoca'dır. O, Köy
Enstitüsü kökenlidir; insanın, sanatın,
emeğin değerini bilir. İnsana, çocuğa, kitaba, alın terine, kuşa/ börtü böceğe
değer verir. Karaköy'ün Saruhanbey İlkokulu’nda görev yapar; özgüvenli, okuyan, sorup araştıran, sorgulayan
öğrenciler yetiştirmeye çabalar.
Daha çok Ruhi Su'dan dinlemeyi sevdiği “Kalenin
Dibinde Taş Ben Olayım” türküsü, elbette onun da hoşlandığı türkülerdendir. Ne
ki, 1972 yılının martlı günlerini yaşamaktadırlar; 12 Mart Askeri Darbesi'nin
rüzgarı hız kesmeden sürmektedir. Birçok yer gibi çarşı da tekin değildir;
esnaf kuşkucu ve de ihbarcıdır. Mavili umursamaz... O, anadan doğma aydınlık,
hoşgörülü, sevgi dolu bir insandır. İçinde kötülük, hainlik olmadığından,
çevresinde de olmamalıdır, olmaması gerekir(!) Uzun kayıklar misali eğri fırçalarını
boyacı sandığının üzerinde, türkünün gelişine uygun takırdatır. " Gelene
gidene yoldaş olayım..."
Coşkusu hayli artmıştır; Fikri
Hoca'dan "ayağını değiştirmesini" ister. Keyfine diyecek yoktur.
Öğretmen ise denileni yapmaz; Mavili'nin gözlerinin
içine ısrarla bakarak, ama usulca " Bu türkünün Sıkıyönetim Komutanlığınca
yasaklandığından haberin yok galiba" der.
Mavili’nin yanıtı, arif olmaktan ötürü tarihe not düşer niteliktedir: “Sen de bari korkma be Fikri hoca!? Devamında bak ne de güzel söylüyor: Bacısı Güzele Phral (kardaş) Olaydım... Ne var korkacak, a be güzel hocam? Bundan örfi idare kumandanına ne?!"
Mavili’nin yanıtı, arif olmaktan ötürü tarihe not düşer niteliktedir: “Sen de bari korkma be Fikri hoca!? Devamında bak ne de güzel söylüyor: Bacısı Güzele Phral (kardaş) Olaydım... Ne var korkacak, a be güzel hocam? Bundan örfi idare kumandanına ne?!"
"Gelene gidene, hesapsız kitapsız, kitabın orta
yerinden, göbeğinden kardeş olmak, kardeş olmaya gönüllü olmak, yarenlik
yapmak, el alem, öteki beriki, sapı çöpü, ama mama demeden barışık olmak, gönül
huzuru içinde bir arada, gürültüsüz patırtısız, kayış atmadan yaşamak ne güzel
be abi…”
Ayakkabı boyacısı Mavili’nin tertemiz yüreğinden
çingene dilince dökülen "Phral Olaydım" sözleri, Köy Enstitüleri gibi
eşitliğin, kardeşliğin, barışın, üretkenliğin okullarında okumuş öğretmenin
bile içinden geçip de, -yaşanılan günlerde- öldür Allah söyleyemediği,
dillendiremediği sözlerdir… Aynı 12 Mart 1972 günleri, kara trenden iner inmez,
Haydarpaşa Garı'nın o ünlü tarihi merdivenlerinden ilk kez gördüğü denizi
hayranlıkla izleyen köylünün, Karaköy’ün amele kahvehanelerinden birinde
“Deniz’i Gördüm” demesiyle başına olmadık haller geldiği günlerdir. (X)
Yakın tarihin kamerası hızlı çekimdedir… An itibari
ile yine belediyenin söz konusu vasat yaşlı bakımevindeyiz. Demirci Arif Usta
hemen yanı başımda ve suspus…
Ayakkabı boyacısı “Mavili” takma adı ile ünlü, o
" neşe veren, neşelendiren, eğlenceli" kişi anlamsız ve boş gözlerle
bana ve demirci ustasına bakmakta.
. . .
Yaşlı bakımevinde huzuru ve dinginliği anlatan, belki
durgun göllerdeki sessizliği ve ıssızlığı da içerebilen "durgunluk"
sözcüğü, ekonomik literatürde özgün adıyla "resesyon" olarak geçiyor
ve hiç de hayırlı bir anlama gelmiyor. AKP'nin ithalatı ve betonu esas alan,
duvara toslamış kriz ekonomisinde, gözle görülür bir düşüşü yere çakılışı,
çarşı da, pazar da, mutfakta yaşanan yangını temsil ediyor. Ekonomi
sözlüğündeki "Resesyon" sözcüğü işsizliğin/pahalılığın artmasına,
çalışanların ücretlerinin düşmesine, gelir dağılımının derinleşmesine, kurulu
düzenin sınıfları arasındaki uçurumun artmasına uygun düşen bir sözcük…
Bu durum, toz pembe sahneler, mutlu mesut insanlar,
bol yanılsamalı olaylar gösteren eskimiş bir filmin, eski bir yazlık sinemanın
beyazperdesinde donması, giderek yanıp kopması gibi de düşünülebilir... Yaşı
altmışı geçmiş insanlar çok iyi bilir; Anadolu'nun eski sinemalarında böyle
birşey olduğunda, seyirciler hemen -özellikle de çocuklar- bir ağızdan
"Makinist uyuma" diye bağırır, yıpranmış film şeriti ile hiçbir
ilgisi/sorumluluğu olmayan zavallı adamcağızı yuhalar, ıslıklardı.
. . .
. . .
Şimdilerde yine ıslıklar geliyor kulaklarımıza... Tiz
ama güçlü, hep bir ağızdan, sanki tek bir yürekten gelir gibi ıslıklar. İnsana
yazılı/görsel basın zoruyla, abartısız neredeyse silah zoruyla yıllardır
izlettirilen yalan filmi perdede donup kalmış, yanmış durumda. "The
End"i görmeden "resesyon"u gördük. Şerit koptu ve birbirine
dolandı, makara karmakarışık... Makinist bu kez şuçlu ama, hemde çok, cebince,
cüzdanınca, midesince, ailesince, sülalesince suçlu. Hem suçlu hem güçlü...
"Artık izleyici değil, katılanız, karışanız, karşı çıkan, itiraz
edeniz" diyenlere efeleniyor, parmak sallıyor, hem de çemkiriyor.
Makinist bu kez gerçekten suçlu... Bu yüzden İstiklal
Caddesi'ndeki kadınların ıslıkları bu denli çok, bu denli öfkeli, bu denli
güçlü...
Hasan Oğuz Bilgen, 12 Mart 2019, Dağlararası-Sarpdere