10 Ekim 2023 Salı

 


ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ’ NDE ERKAN’ IN BAHÇESİNİ DE GÖRMEK (1)

Baba, Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmense eğer, küçük oğluna henüz daha ilkokul yıllarında “zamanıdır” diyerek, yine ders verircesine yalın ve anlaşılır bir dille anlatacaktır:

" Çocuklar, asla aklınızdan çıkarmayın; eğitim üretim içindir.  Göreceğiniz her dersin her konusunda, iş içinde, görerek yaparak işle öğrenmelisiniz. Tarih dersinde, tarih atlasında. Coğrafya’da “Mevsim Şeritleri”nde. Fen Bilgisi’nde Newton Çarkı’nda ya da matematik dersinde yine ders araçlarımızdan dört işlem levhasında. Tarım Dersi’nde çiçek tarhlarında, aşı yapımında, fidan ekiminde, sebze ocaklarında...

Ben yaptım, ben yaparım değil, biz yaptık biz yaparız. Yapıp ettiklerimiz öbek/ grup çalışmasıdır; asla yarışmıyoruz, ne yapıyorsak ortak yapıyor, ortaklaşa öğreniyoruz.  El birliğiyle, imece azmi ile iş yapmak/ öğrenmek esastır.  Kendi yaptıklarınız, kendi bahçeniz kadar arkadaşınızın bahçesi de önemlidir, değerlidir. Onların da çapaladığı bahçeyi görecek, değer vereceksiniz. Laf değil ortak iş üretilecek… Söz ustası değil iş ustası, hal ehli, halletmenin, yardımın, yardımlaşmanın ustası olacaksınız.  Sonra, bir molada ekmek çıkınlarınızı açarken, yaptıklarınıza bakıp emeğinizle övüneceksiniz. Şahsi ve verimsiz yarışlarda değil, hayatın her alanında imece içinde olmalıyız. "  

.  .  .

Hayat ne denli akıcı, coşkulu ve dahi yaşanasıdır. Sosyal olaylar ve konular ne kadar da birbirine bağlıdır, birbirinin devamıdır. İlkokul öğretmeninin bizzat canlı pratikle gösterdiği sade anlatımının felsefi detayı, “Surkent Eğitim”de bir Tasavvuf Edebiyatı saatinde öğrenilecektir:  Kal ehli; salt sözünü eder, teori tamam, akıl mantık sağlam, uygulama düşük. Hal ehli; az söyler, çokça yapar, erdemlidir, koşar gelir, paylaşır.  

Surkent Eğitim'deki hoca, daha çocuklukta okul bahçesinde verilmeye başlanan dersi, uzun konuşması ile tamamlamıştı:  " Er kişi kal ehli olabilir; mesele hal ehli olabilmekte. Onca süslü konuşmalar, hemen yanı başımızdakini fark etmekle, onun tenine, terine, derdine dokunmakla güzeldir. " 

.  .  .

Yaşam, onu anlayamadığımızda, baktığımızda ama göremediğimizde ne yakıcı, nasıl da ders vericidir. Yumurta kokulu çocuklarken, bahçeler arasında hesapsız kitapsız becerebildiğimizi; sokakları, caddeleri, kampüsleri eylem adımları ile tozuttuğumuz sert adamlar olduğumuzda becerebildik mi?!..   

Becerebildik diyenler masanın altına üç kez vursunlar; iyi saatte olsunlar. 

Sözün az işin çok olduğu, emek yoğun siyah beyaz günlerimize gidelim biraz: 

Aptalca, bir o kadar da saçma sapan bir sol içi didişme sonucu, ter kokulu gül kokulu ekose gömleğini paylaşamadığımız en delikanlımızı toprağa kavuşturduğumuz günün, ağızların bıçak açmadığı o ağır akşamı...

Gözlerden uzak en dip odasına sigara dumanının çöktüğü yer evindeyiz. Orada. Gecenin hayli ilerlemiş yere batasıca katran karası saatinde... O sessizliğin, o anki ıssızlığımızın içinden, kendi kendine konuşur gibi, belli belirsiz, içimizi ürperten bir mırıldanma gelir:

 “Bizim birbirimize yaptığımızı, Oligarşi yapmadı!” mırıltısı, acı bir tebessüm gibi hala, olup bitenden sorumlu her birimizin kahırlı yüzünde asılı durur.

.  . 

İsteyen, hala o elli yıllık "evim evim güzel evim, benim bahçem en güzel" kibri ile, yüz yılın sonuna kadar, hatta bir ömür boyu tartışabilir.  

Türkiye İşçi Partisi Hatay'dan yola çıktı bile... Hiçbir özgül ağırlığı olmayan bir densizin, “Tito Artığı”, “Alman Ajanı” deme gafletinde bulunduğu Erkan Baş’tan ve yoldaşlarından söz ediyoruz burada.  

Zamanı mıydı, değil miydi? Gösteri miydi? Gösteriş mi?  Alın, yüzyıl sürecek bir tartışma daha?!  Oysa birlikte yürüyecek;  yürürken tartışacak, yürürken bahçenin içinde, çapa elde, çapalarken konuşacaktık! 

Çok, ama çok yazık!..  İçimizden bazı zıpırlarımızın, dizleri yamalı, ama tertemiz pantolonu ile alay ettiği köy öğretmenimizi yeterince, ama hiç de can kulağı ile dinlememişiz.

Açık Mektup’tan, 10.10.2023, Hatay Asfaltı.