KAPİTALİZMİN GÜNCEL SURETİ YUNANİSTAN
Kurulu düzende ailesini geçindirmek, bireylerle ortaklaştıkları
yaşamı sürdürebilmek için sorumluluk duyan, adeta (görevimiz tehlike) işini
üstlenmiş bir aile büyüğünün darlığı ve yokluğu bir başına yaşaması ne
zordur. Bırakın gezip tozmayı, en temel gereksinim maddelerini
karşılamada, en yaşamsal olanakları bireylere sunma/sunamama konusunda çekilen
sıkıntılar ne menem bir şeydir?
Ev kirasını ödeyememek nasıl bir duygudur?! Ya borç bataklarına
düşmek… Üstüne üstlük işsiz kalmak insana hangi karabasanları yaşatır? Öyle
bıyık altından değil, açıktan, küstahça sırıtan bir tefeciyi tutunacak, düştüğü
çukurdan kendisini kurtaracak bir dal olarak görmek ne kötüdür.
Yine de, bildik hikayenin sonu da bellidir. Kökleri
oldukça derinlere uzanan böylesi trajik, “konu ile ilgili araştırma
başlatıldı” diye biten bu haberlerde, krizin krizi ve kontrolsüzlüğü nasıl
tırmandırdığını, daha doğrusu çıldırtmış halini görürüz, okuruz.
Cinnet/kriz haberlerinin pek değişmeyen ortak noktası, kişiyi/
toplumu bunalımın kucağına atan, borçlandırarak muhtaç ve geri bıraktırma
düzeninin başlıca sorumlularından olan tefecilikten, tefeci çetelerden öldür
Allah söz etmemesidir. Klişe fotoğraftaki çatıya çıkmış yalnız ve umarsız
insanın perişan ve çıldırmış görüntüsünün toplumsal bellekte yarattığı “ayağını
yorganına göre uzatmayan adam” algısı hatırı sayılır yaygınlıktadır.
Tekelci kapitalizmin kan içicilerine, onların düdüğünü çalan,
çanağını yalayan avenesine göre Yunanistan insanı da öyle değil midir(!)
Yorgo’lar, Helena’lar zevke sefaya, tabak çanak kırmaya nasıl da
düşkündürler!.. Sabahlara kadar uzo içip, sirtaki oynamazlar mı?
Tembelliklerinin, hesapsız kitapsız yaşantılarının üzerine yoktur!
Ne ilgisi var demeyin, bir ilgisi var elbet; eskiden siyah beyaz
fotoğrafların arkalarına yazılanlar biraz buruk, biraz hüzünlü olurdu.
Açık görüş resimlerindeyse hüznü ve burukluğu sadece ön yüzünde
görebilirdiniz. Arka yüzleri ise, her bir hapishane ağacının kendi
kavlince, çok kısa -birkaç dize ile- ifade ettiği, birilerinin uykularını
kaçırtacak cinsten tam bir manifesto idi.
Şimdilerde paranın saltanatının neoliberalizm vitrinini bozan,
tekerleğine çomak sokan ve dahi Avro baronlarının keyfini kaçıran, önümüzdeki
Yunanistan fotoğrafının arkası öyle pek alelacele, ezbere karalanmışa
benzemiyor. Sıkıştırılmış bir bilgisayar dosyası görünümünde duran bu fotoğraf
arkalığında neler mi var?
Hadi üşenmeyip bir bakalım:
Hadi üşenmeyip bir bakalım:
· Ülkenin
emperyalizmin II. Paylaşım savaşına kadar, kendi tarımı, turizmi ve deniz
taşımacılığı ile neredeyse kendi yağı ile kavrulan bir ülke olduğu… Bu tarıma
ve de gemilerine, limanlarına dayalı ekonomisi sayesinde önemli gelirler elde
ettiği… Yatırımlar yaptığı…
· Yine
bu sayededir ki, o günlerdeki çalışma yaşamının kendi içindeki verimliliğin ve
istihdamın, bu günün üretkenliğinden ve istihdamından fersah fersah ileride
olduğu… Komşudaki insanların o günlerde de bol bol uzo tüketip, sabahlara dek
sirtaki oynadığı…
· Albaylar
Cuntası’yla birlikte ve darbenin gücünden/kültüründen beslenen neo liberal
politikalar marifetiyle ciddi anlamda istihdama ve üretime dayalı tarım ve
sanayi uygulamalarından aşamalı olarak vaz geçildiği…
· İşin
aslı, başa sürülecek akılları olmayan “Albaylar” sayesinde üretimden gelen
özgüvenin ve özgücün yitirilişi… Tabi ki, bu vaz geçmelerin, bu terk etmelerin,
yitirmelerin uzo ile, sirtaki ile, çanak çömlek kırmakla bir ilgisinin
olmadığı…
· 20.
Yüzyılın son çeyreğinde, kapitalizmin azgınlaşan neoliberalizm barbarlığı ile
tarım alanlarının, taşımacılık sektörünün, yer altı yer üstü kaynaklarının,
işgücünün talan edildiği… Bu serbest piyasacılığın doğal sonucu: %20’lerde sörf
yapan hatırı sayılır bir işsizler ordusu, güvencesizleştirilmiş bir çalışma
ortamı, yoksullaştırılmış bir halk, geri bıraktırılmış, uluslararası tekelci
sermayeye muhtaç edilmiş bir ülke yaratıldığı…
Detaylı finans kapital analizlerini ve isabetli/uygun akademik
saptamaları konunun uzmanlarına bırakmak kaydıyla, komşunun fotoğraf
arkalığından okuyabildiğimiz bunlar.
Şimdi kılıçların çekildiği siyasal arenanın bir köşesinde,
kendisini “üst akıl” kabul etmiş ve başkalarına da kabul ettirmeye çabalayan
Troyka (AB-Avrupa Merkez Bankası-IMF) paranın gücüne dayanarak, her zaman
olduğu gibi yine paranın diliyle konuşuyor: İşçi, memur sayısını
da, ücretlerini de düşür. Olmadı işten at! Emekli bütçesini sınırla,
vergileri yeniden düzenle (yani yükselt), sosyal yatırımları azalt… Diz çök!
Bunları yapmazsan sana Avro Bölgesini dar ederim.
Bu gözdağı ve celallenme, salt Yunanistan işçisine, memuruna,
halkına, onların siyasi temsilcisi SYRIZA’ya yapılan bir tehdit ve şantajı
içermiyor. Uluslararası sermaye komşumuzun emekçileri üzerinden, sosyal uyanış
içinde olan İtalya’yı, Portekiz’i, İspanya’yı, bu ülkelerdeki ve tüm dünyadaki,
kendileriyle hiçbir ilgisi bulunmayan düzen krizinin bedelini ödememeleri gerektiğini
düşünmeye başlayan halklara meydan okuyor. Onlar, bir araya gelip, pahalı
takım elbiseleri, marka döpiyesleri ile toplu pozlar veren,
mutlu-mesut-sempatik görünmeye çalışan onlar, kapitalizmin postmodern yeni
barbarlarıdır. Pençelerine geçirdikleri, aort damarlarına yapıştıkları
hiçbir ülkeyi kendi haline bırakıp sömürü ağlarının dışına çıkarmak istemezler.
Neyse ki, bu kez pabuç pahalı… İktidarda, halk desteği devam
eden, kapitalizmin tefeci haydutlarının tehditlerine ve dayatmalarına hayır
diyen, yani önceki ılımlılar, uyumlular, teslimiyetçiler gibi “emrin olur
amirim” demeyecek olan bir hükümet var. 5 Temmuz pazar günü, komşum
insanı sandığa gidecek… Avro haydutlarının hegemonyasına ve dahi paranın
saltanatına HAYIR diyecek…
Kapitalist sömürü mekanizmasının nasıl acımasız işlediğini az da
olsa bilen birisinin rahatlıkla öngörebileceği gibi, bu HAYIR oyları önceki
işbirlikçilerin ülkenin başına bela ettiği sorunlar yumağının çözülmesi için
elbette yeterli olmayacak. Büyük bir olasılıkla, çok bilinmeyenli
denklemleri içeren sorun sil baştan yeniden başlayacak, kardeş işçi sınıfının,
emekçi kardeşlerimizin payına yine dayanılması zor özveriler, onurlu
direnişler, tarihe geçecek kavgalar düşecek. Pespaye kandırmaca turları
ve diplomatik manevralar, bilumum lobiler, fobiler, kulisler sürecek.
Halkından başka hiçbir çevreye bağımlı olmayan, sadece işçilere,
emekçilere karşı sorumluluk duyan ilerici insanlar, sosyalistler, onurlu
siyasetçiler ve elbette başkan Çipras yine dimdik duracaklar. Ve kuvvetle
olasılıktır ki, “Onursuzca diz çöküp yerlerde sürünmektense onurluca
ayakta kalmak ve ölmek yeğdir” sözünün, kapı komşumuzun ana dilinde de onunla
örtüşen bir karşılığı vardır.
Son olarak, emeğin ve emekçinin üretimden gelen gücüne güvenelim
ve inanalım ki, Yorgo ya da Mihalis, Helena ya da Lambrini, bizim
sefaletimizin, acınası hallerimizin simgesi “çatıya çıkmış adam”
fotoğraflarımızdaki insanımız kadar yalnız ve çaresiz değildir.
Hasan Oğuz Bilgen, 03.07.2015, Sıcakdere