3 Temmuz 2015 Cuma

KAPİTALİZMİN GÜNCEL SURETİ YUNANİSTAN

KAPİTALİZMİN GÜNCEL SURETİ YUNANİSTAN

Kurulu düzende ailesini geçindirmek, bireylerle ortaklaştıkları yaşamı sürdürebilmek için sorumluluk duyan, adeta (görevimiz tehlike) işini üstlenmiş bir aile büyüğünün darlığı ve yokluğu bir başına yaşaması ne zordur.  Bırakın gezip tozmayı, en temel gereksinim maddelerini karşılamada, en yaşamsal olanakları bireylere sunma/sunamama konusunda çekilen sıkıntılar ne menem bir şeydir? 

Ev kirasını ödeyememek nasıl bir duygudur?! Ya borç bataklarına düşmek… Üstüne üstlük işsiz kalmak insana hangi karabasanları yaşatır? Öyle bıyık altından değil, açıktan, küstahça sırıtan bir tefeciyi tutunacak, düştüğü çukurdan kendisini kurtaracak bir dal olarak görmek ne kötüdür.

Yine de, bildik hikayenin sonu da bellidir.  Kökleri oldukça derinlere uzanan böylesi trajik,  “konu ile ilgili araştırma başlatıldı” diye biten bu haberlerde, krizin krizi ve kontrolsüzlüğü nasıl tırmandırdığını, daha doğrusu çıldırtmış halini görürüz, okuruz.

Cinnet/kriz haberlerinin pek değişmeyen ortak noktası, kişiyi/ toplumu bunalımın kucağına atan, borçlandırarak muhtaç ve geri bıraktırma düzeninin başlıca sorumlularından olan tefecilikten, tefeci çetelerden öldür Allah söz etmemesidir. Klişe fotoğraftaki çatıya çıkmış yalnız ve umarsız insanın perişan ve çıldırmış görüntüsünün toplumsal bellekte yarattığı “ayağını yorganına göre uzatmayan adam” algısı hatırı sayılır yaygınlıktadır.

Tekelci kapitalizmin kan içicilerine, onların düdüğünü çalan, çanağını yalayan avenesine göre Yunanistan insanı da öyle değil midir(!)  Yorgo’lar, Helena’lar zevke sefaya, tabak çanak kırmaya nasıl da düşkündürler!.. Sabahlara kadar uzo içip, sirtaki oynamazlar mı?  Tembelliklerinin, hesapsız kitapsız yaşantılarının üzerine yoktur! 

Ne ilgisi var demeyin, bir ilgisi var elbet; eskiden siyah beyaz fotoğrafların arkalarına yazılanlar biraz buruk, biraz hüzünlü olurdu.

Açık görüş resimlerindeyse hüznü ve burukluğu sadece ön yüzünde görebilirdiniz.  Arka yüzleri ise, her bir hapishane ağacının kendi kavlince, çok kısa -birkaç dize ile- ifade ettiği, birilerinin uykularını kaçırtacak cinsten tam bir manifesto idi.

Şimdilerde paranın saltanatının neoliberalizm vitrinini bozan, tekerleğine çomak sokan ve dahi Avro baronlarının keyfini kaçıran, önümüzdeki Yunanistan fotoğrafının arkası öyle pek alelacele, ezbere karalanmışa benzemiyor. Sıkıştırılmış bir bilgisayar dosyası görünümünde duran bu fotoğraf arkalığında neler mi var?
Hadi üşenmeyip bir bakalım:
·         Ülkenin emperyalizmin II. Paylaşım savaşına kadar, kendi tarımı, turizmi ve deniz taşımacılığı ile neredeyse kendi yağı ile kavrulan bir ülke olduğu… Bu tarıma ve de gemilerine, limanlarına dayalı ekonomisi sayesinde önemli gelirler elde ettiği… Yatırımlar yaptığı…
·         Yine bu sayededir ki, o günlerdeki çalışma yaşamının kendi içindeki verimliliğin ve istihdamın, bu günün üretkenliğinden ve istihdamından fersah fersah ileride olduğu… Komşudaki insanların o günlerde de bol bol uzo tüketip, sabahlara dek sirtaki oynadığı…  
·         Albaylar Cuntası’yla birlikte ve darbenin gücünden/kültüründen beslenen neo liberal politikalar marifetiyle ciddi anlamda istihdama ve üretime dayalı tarım ve sanayi uygulamalarından aşamalı olarak vaz geçildiği…
·         İşin aslı, başa sürülecek akılları olmayan “Albaylar” sayesinde üretimden gelen özgüvenin ve özgücün yitirilişi… Tabi ki, bu vaz geçmelerin, bu terk etmelerin, yitirmelerin uzo ile, sirtaki ile, çanak çömlek kırmakla bir ilgisinin olmadığı…
·         20. Yüzyılın son çeyreğinde, kapitalizmin azgınlaşan neoliberalizm barbarlığı ile tarım alanlarının, taşımacılık sektörünün, yer altı yer üstü kaynaklarının, işgücünün talan edildiği… Bu serbest piyasacılığın doğal sonucu: %20’lerde sörf yapan hatırı sayılır bir işsizler ordusu, güvencesizleştirilmiş bir çalışma ortamı, yoksullaştırılmış bir halk, geri bıraktırılmış, uluslararası tekelci sermayeye muhtaç edilmiş bir ülke yaratıldığı… 

Detaylı finans kapital analizlerini ve isabetli/uygun akademik saptamaları konunun uzmanlarına bırakmak kaydıyla, komşunun fotoğraf arkalığından okuyabildiğimiz bunlar.

Şimdi kılıçların çekildiği siyasal arenanın bir köşesinde, kendisini “üst akıl” kabul etmiş ve başkalarına da kabul ettirmeye çabalayan Troyka (AB-Avrupa Merkez Bankası-IMF) paranın gücüne dayanarak, her zaman olduğu gibi yine paranın diliyle konuşuyor:  İşçi, memur sayısını da, ücretlerini de düşür.  Olmadı işten at!  Emekli bütçesini sınırla, vergileri yeniden düzenle (yani yükselt), sosyal yatırımları azalt… Diz çök!  Bunları yapmazsan sana Avro Bölgesini dar ederim.

Bu gözdağı ve celallenme, salt Yunanistan işçisine, memuruna, halkına, onların siyasi temsilcisi SYRIZA’ya yapılan bir tehdit ve şantajı içermiyor. Uluslararası sermaye komşumuzun emekçileri üzerinden, sosyal uyanış içinde olan İtalya’yı, Portekiz’i, İspanya’yı, bu ülkelerdeki ve tüm dünyadaki, kendileriyle hiçbir ilgisi bulunmayan düzen krizinin bedelini ödememeleri gerektiğini düşünmeye başlayan halklara meydan okuyor.  Onlar, bir araya gelip, pahalı takım elbiseleri, marka döpiyesleri ile toplu pozlar veren, mutlu-mesut-sempatik görünmeye çalışan onlar, kapitalizmin postmodern yeni barbarlarıdır.  Pençelerine geçirdikleri, aort damarlarına yapıştıkları hiçbir ülkeyi kendi haline bırakıp sömürü ağlarının dışına çıkarmak istemezler.

Neyse ki, bu kez pabuç pahalı… İktidarda, halk desteği devam eden, kapitalizmin tefeci haydutlarının tehditlerine ve dayatmalarına hayır diyen, yani önceki ılımlılar, uyumlular, teslimiyetçiler gibi “emrin olur amirim” demeyecek olan bir hükümet var.  5 Temmuz pazar günü, komşum insanı sandığa gidecek… Avro haydutlarının hegemonyasına ve dahi paranın saltanatına HAYIR diyecek…

Kapitalist sömürü mekanizmasının nasıl acımasız işlediğini az da olsa bilen birisinin rahatlıkla öngörebileceği gibi, bu HAYIR oyları önceki işbirlikçilerin ülkenin başına bela ettiği sorunlar yumağının çözülmesi için elbette yeterli olmayacak.  Büyük bir olasılıkla, çok bilinmeyenli denklemleri içeren sorun sil baştan yeniden başlayacak, kardeş işçi sınıfının, emekçi kardeşlerimizin payına yine dayanılması zor özveriler, onurlu direnişler, tarihe geçecek kavgalar düşecek.  Pespaye kandırmaca turları ve diplomatik manevralar, bilumum lobiler, fobiler, kulisler sürecek. 

Halkından başka hiçbir çevreye bağımlı olmayan, sadece işçilere, emekçilere karşı sorumluluk duyan ilerici insanlar, sosyalistler, onurlu siyasetçiler ve elbette başkan Çipras yine dimdik duracaklar. Ve kuvvetle olasılıktır ki,  “Onursuzca diz çöküp yerlerde sürünmektense onurluca ayakta kalmak ve ölmek yeğdir” sözünün, kapı komşumuzun ana dilinde de onunla örtüşen bir karşılığı vardır.

Son olarak, emeğin ve emekçinin üretimden gelen gücüne güvenelim ve inanalım ki, Yorgo ya da Mihalis, Helena ya da Lambrini, bizim sefaletimizin, acınası hallerimizin simgesi “çatıya çıkmış adam” fotoğraflarımızdaki insanımız kadar  yalnız ve çaresiz değildir.



Hasan Oğuz Bilgen, 03.07.2015, Sıcakdere