THKP-C YÖNETİCİSİ ve MİLİTANI HÜSEYİN CEVAHİR’İN
KATLEDİLMESİNİN YIL DÖNÜMÜNDE, YASAL MERMİSİ İLE BİR DEVLET YAKLAŞMAKTA…
Dün, mayısın son günü, demirci Arif Usta’yla artık
gömü yapılmayan Buca’nın Eski
Mezarlığı’ndaydık. 31 Mayıs
anması için günler öncesinden tembihlemişti;
adeta iş trafiğime, o günkü gönül haritama “şerh” koymuştu. “Beni de almazsan, şart olsun iki elim
yakandadır” anlamında uyarısının, pek sık etmediği lakırtılardan olmadığını bilenlerdenim. “Israra riayet” şantiye adabından; böyle olunca mezarlık girişindeki sinirli ve
epeyce ters bakan memurlara birlikte verdik kimliklerimizi… Alpaslan Özdoğan’ın
başucunda bekleşen dostlara ulaşmak için birlikte geçtik GBT’den…
* * *
Bu gün, haziranın ilk günü şantiyede sıkıntılı bir
suskunluk ve hissedilir bir dinginlik içinde uzadıkça uzayacak, bitmek
bilmeyecekti. Araştırmış, kendi kavlince
bir şeyler okumuş, ‘Haziran 1971’e dair; dili döndüğünce anlatmaya çalıştı
atölye çalışanlarına. “Hiçbir zaman, hiçbir konuda öğrenmeye ve anlatılanın
bizim hikayemiz olduğunu anlamaya, sorgulamaya öldür Allah niyetli
olmayışlarına…” verdi veriştirdi. Kendi
gönlünce, kendi dilince.
* * *
Tepemizde ağır bulutların dolandığı son günlerde,
“at izinin it izine karışması” özlü sözünün ülkem gündeminde ortalığa saçılması,
“Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı ile “Türkiya faşisttir faşist kalacak”
sloganlarının, insana -moda deyimle- ‘sıkıntı yok’ dedirtecek biçimde birbirine
karışması, hatta ‘kulağı pek rahatsız etmemesi’ tarzında olmakta… Bu, belki de
ruh bilimcilerinin üzerinde konuşması gereken “öldürücü bir kanıksama” hali.
EMPERYAL PROJE, KAPİTALİST YAZILIM TAM GAZ.
Kamuoyunu -haklı olarak- hayli oyalayan, eğitimde
4+4+4’tü, etekler diz altıydı, diz üstüydü, Saraydı kaçaktı, Yeşil Yol, 3.Köprü ve Kanal İstanbul v.s. gibi sihirbazlıkla karışık
planlı projelerle geldiğimiz nokta, uluslar arası tekelci sermaye ile göbek
bağı olan allı yeşilli sermaye çevrelerini hayli keyiflendiriyor. Neşeleri elbette yerinde… Aynı kapitalist
dayatmalar karşısında Fransa’da ortalık yangın yerine dönmüş, sınıf ayağa
kalkmışken, bizdeki patronlar ellerine tutuşturulmuş neo liberal reçetelerin,
komisyonlarında, Meclis ahırlarında oy çokluğu ile kabul görüp, bir bir yasalaşmaya
başlamasıyla zevkten kim bilir kaç köşeler?
Tam bir modern kölecilik yazılımı olan Özel
İstihdam Büroları’na işçileri kiralama yetkisi veren, üstelik yarı zamanlı
çalışma adı altında esnek, güvencesiz, sendikasız çalıştırma düşüncesi hayata
geçti bile…
İkincisi, işçinin arabulucuya gitmeden alacak ve
işe iade davasını açmasının, sonuçta temyize -Yargıtay’a- gitmesinin yolunu
tıkayan İş Mahkemeleri Yasa Tasarısı silahın namlusuna sürülmüş bekliyor. Karl Marks’ın “Önce siz ateş edin mösyö
burjuvazi” dediği sermayenin ikinci saldırısı, yine hukuksal alanda ve tabi ki
kazanılmış haklara yönelik…
Bu, -sinsi değil- aleni plan, kıdem-ihbar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve yıllık izin alacağında zaman aşımını on -10- yıldan iki -2- yıla indiriyor. Mahkemelerdeki dosya inceleme sürelerinin uzunluğu ve bilinen sıkışıklıklar dikkate alındığında, bunun ne denli bir hak kaybı olacağı gün gibi ortada.
Bu tasarı ile birlikte, bir önemli hak kaybı da,
mahkeme kararı ile geçersiz sayılan iş akti feshinde, işçinin boşta geçen,
çalıştırılmadığı süre içinde işverenin sigorta primi ödeme zorunluluğu
olmayacak. Son olarak, sendikaların örgütlendikleri iş yerlerinde yetki tespiti
aşamasında sendikaya başvuru -üye sayısı- kayda geçirilirken, o esnada işe iade
davası açan ya da açmış işçilerin sayısı dikkate alınmayacak. Anlatmaya
çalıştığımız sonuncu hak gaspı, işçinin
örgütlenme, sendika seçme hakkına vurulan en büyük yasal darbelerden
birisidir. Yani, demirci Arif usta’nın
deyimiyle “Yasal mermisi ile bir komiser
yaklaşmakta.”
* * *
Kapitalizmin emek cephesine hiçbir saldırısı asla
son olmayacağından, kazanılmış ve birikmiş kıdem tazminatlarımıza, nicedir pis
ağızlarından akan salyalarla bakmaları, yeni emperyalist yapılanmanın (Bak,
Fransa, Almanya) ülkemizdeki İslamcı-Piyasacı faşist diktatörlük üzerinden
devamı olarak okunmalıdır.
Çok kısa olarak:
1980’lerin başında asgari ücretin yedi buçuk (7,5) katı olan kıdem
tazminatı tavanı, şimdilerde iki buçuk (2,5) katına kadar gerilemiş durumdadır.
Brüt asgari ücretin bin altıyüz (1,600) Tl, kıdem tazminatı tavanının da dört
bin (4,000) Tl olduğu göz önüne alındığında, matematiğin dili ile, kıdem
tazminatının tavanı bu günkü reel değerle on iki bin (12,000) Tl. olması gerekmez
miydi?
Peki, geride bıraktığımız otuz yıl içinde, bu gün
her fırsatta “ kıdem tazminatlarının artan yükünden” dem vurup ağlaşan, o çokbilmiş
ve de asla doymamış patronların karları yüzde kaç, binde kaç arttı?
1980 yıllarından günümüze, bir yeniyetme gencin
anlayacağı üzere, sermayenin işçinin işgücünün istismarı ve “artı-değer” kanunsuzluğu
ve barbarlığı ile elde ettiği kar gelirleri -bırakın kıdem tazminatları gibi üçte iki
oranında gerilemesini- olduğu yerde bile saymamış, katlanarak giderek
artmıştır. O zaman, günbegün kayıplara
uğrayan, gerileyen kıdem tazminatı ödemesi, patronlar için hiçte öyle “artan
yük” filan değildir. Tam tersine,
sermaye düzeninin aç gözlü işgücü sömürüsü, esnek ve güvencesiz, sendikasız çalışma
koşullarını ve de kiralık işçiliği dayattığı politikalar işçi sınıfı üzerinde
çekilmez, dayanılmaz ve giderek artan bir yüktür. Bu, insanın doğasına yakışmayan yük, Marks’ın
deyişiyle “çıkrığın ve baltanın” atıldığı gibi “geminin bordosundan aşağıya,
tarihin çöplüğüne atılmalıdır.”
Vahşi kapitalizmin bu arsız karaçalı yükünün,
sırtlarımızdan atılması için gerekli bilinç ve örgütlülük düzeyine erişmekten,
o düzeye erişmeye çalışıp çabalamaktan başka çıkar yol, başka bir seçenek yoktur.
* * *
1 Haziran 1971’de katledilen THKP-C önder ve
yönetici kadrosundan, aynı zamanda sıra neferlerinden Hüseyin Cevahir yoldaşı
bir kez daha anarken, onun yol gösteren devrimci anısını, yukarıda altını
çizdiğimiz “tek çıkar yol” ve de “sınıfsal seçenekle” birleştirmenin, bu gün
THKP-C’nin dünya görüşünü, onun mücadelesini anlamakla eşdeğerde olduğunu
söylemek gerek.
Hasan Oğuz Bilgen, 01.06.2016, Belediye Şantiyesi