1 Nisan 2024 Pazartesi

ÇÜRÜMÜŞ KURULU DÜZENİN SEÇİM HAYHUYUNDA AYKIRI BİR YAZI DİLİ.


KURULU DÜZENİN SEÇİM HAYHUYUNDA AYKIRI BİR YAZI DİLİ.

Öyle olmuş, hep öyle olacaktır… Ta ki sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir yeryüzünün şafağına dek.  Ta ki, ezeli açlar ordularının sonsuz tokluk, sonsuz adalet koşullarında yaşayacağı, bayram havasındaki dil dil, ırk ırk, renk renk günlere dek. Her koşulda ve her coğrafyada, sınıflı toplumdan bu güne büyük insanlığın ortaklaştığı derin derdidir; acı ve ölüm. Haklı olarak ozan isyan edip soracaktır; “Ölüm hep bize mi düşer usta ?”

“Bir günde bir kadın” değil.. Son günlerde “Bir günde iki kadın”, hem de evli oldukları (erkekliklerini yer göğe sığdıramadıkları) adamlar tarafından katledilecektir. Gerçek şaşmaz, hep böyle olmuştur. Ölüm kanını ve nefretini, hep itaat/ biat etmeyen, hayatı akıl ve bilimle sorgulayan, aykırı, muhalif ve “öteki” insanın üzerine kusmuştur.

İspanyol paçalı, uzun favorili ağabey ya da kadife pantolonlu atkuyruklu üniversiteli kız fakülte yolunda… Sadece boş saatlerini değil, yaşamını devrime vermiş bir devrimci, eylem adımları ile geçtiği sokağın bir kuytuluğunda, tamamen yasal ve legal bir kurşunla… Ekmeğinin ve çocuklarının geleceğinin derdinden başka bir derdi olmayan bir grevci işçi, amansız bir ayaz gününde grev ateşinin başında vurulur.

*  *  *

Düşen yıldırımları, kayan yıldızları, devletin sopasından, kılıcından fırsat buldukça bize duyuran, anımsatan gözü pek yazılı basındaki “anma” ilanlarıdır. O duyurular ki, genellikle kısa öz ve siyah beyazdır. Süslü söz etmekten ve güzelleme yapmaktan sakınır gibidirler.

O duyarlı, cesur yürek gazetelerde çıkan anımsatmaların tamamını okumadan ve de satır aralarında anlatılmak istenen naif ve derin hikayeyi duyumsamadan geçtiğimiz çok olmuştur. Dahası, okumuş olsak da, bir ajitasyon konusu ve bir slogan metni gibi kanıksayıp unutmuşuzdur. Ne ki, o siyah beyaz fotoğraftaki gencin otuzlu yaşını yaşayamamış bir çift hüzünlü gözü, geçmişini henüz unutmamışlarımızın belleğini asla terk etmez. Hala devrimciyim diyenin içine işleyen, o vesikalıklardaki yüzler her daim bulanık, buğulu ve hüzünbazdırlar.

Kimi kez de, hep suskun ve ezik bakışlı, gömleğimizi parkamızı paylaştığımız Diyarbakır'lı Davut gibi, -resmi bulunamadığından- sadece bir kırmızı karanfil sembolünden ibarettirler. 

*  *  *

Galatasaray Mühendislik Yüksek Okulu dostluğu nasıl bir bağlılık, nasıl bir sevgidir? Israrla, inatla ve cesurca verdikleri anma ilanlarına bakılacak olursa, sıradan insanın anlayamayacağı ve dahi kökleri epeyce eskiye giden bir kadim yoldaşlıktır. Tıpkı ODTÜ geleneği, SBF belleği gibi...

Galatasaray Mühendislik Yüksek Okulu yoldaşlığı asla unutmamanın, sevgiyi ve belleği sürdürmenin, yani vefanın adıdır. “Geçmişimiz ve anılarımız belleklerimizin bekçisidir.” diyen ve inatla unutmamayı, unutturmamayı yeğleyen, hala bir yerlerde yaşayan, hala birileri var besbelli. O Galatasaray’lılar asla unutmazlar. Ve o acıların, ölümlerin günleri, o kahırlı günlerin yıl dönümleri geldiğinde gözlerimizin önüne koyar ısrarla anımsatırlar.

 *  *  *

Kocaman yakalı, sert duruşlu ama hoşsohbet, sabır küpü, ortalıkta az görünen, az konuşan, konuştuğunda gürleyen, kimi arkadaşlarımızın deyimi ile bazıları da “soğuk nevale”dirler. Onlar, eksikleri kusurları, şakaları, takılmaları, mangal yürekleri ile bizim arkadaşlarımızdır. Kendi geleceklerini ve de dev bol sıfırlı banka cüzdanlarını düşünmeden, İbo’nun lal olup susup savunduğu ne varsa, hepsini sahiplenen bizim arkadaşlarımız…

Bazen Mete Atilla Ermutlu”dur. Ermutlu Kars’lı ve Galatasaray”lıdır. Tıpkı “Sinan Hoca” gibi, o da kendi örgütünün “hoca”sı, önderidir. Korkulan da o ki, bir İRA bir RAF üyesi gibi tehlikelidir! Ol nedenle bir Tupac Amaru yerlisi gibi görüldüğü yerde ortadan kaldırılmalıdır. Mete Atilla Ermutlu, sabahın erken bir vaktinde durdurulan Volkswagen arabasının içinde taranıp öldürüldüğünde silahsızdır.

Gazetedeki vesikalık fotoğraf bazen Ömer Ayna’dır.

1974 yılı. Diyarbakır, Balıkçılarbaşı… Melik Ahmet Mahallesi sakini, amca Ayna’nın çekinip sakındığından, bir harf değişikliği ile o eskimiş, dökülen otelinin adını Ayan Oteli yaptığı öğrenci otelindeyiz... Günlerdir sormak için fırsatını kolluyorum. Okul dönüşü bir gün, otel girişinde amcayı yalnız yakalıyorum. Elbette, yanıtı konusunda meraklandığım sorum geliyor: “Benim güzel amcam, Ayna ne oldu da Ayan oldu? Ayna bize bizi yansıtmaz mı? Bizi bize olduğumuz gibi göstermez mi? Ayan ne ki?”

Geçmişime dönüp baktığımda, pişmanlık duyduğum birkaç olaydan biridir. Keşke o soruyu sormaz olsaydım!  Kehribar tespihli, -çatpat Türkçe- ezik bakışlı, o babayiğit koskoca adam, nasıl da un ufak/ suspus olmuş, “kürsü” dedikleri oturduğu tabure üzerinde tespih böceğine dönmüştü... Hemen toparlanmış, gönlünü almak için elini öpmek istemiştim. Hiç unutmam; vermemişti. Bulutlanan yüzünün ayırtına varsam da, buğulanan gözlerini kaçırarak, kendinle konuşur gibi fısıltıyla mırıldanmıştı:

“Bu fakirhanede dilediğince kalasın. Günün geldiğinde borcunu sormadan, hesabını ödemeden gidesin. Bak, borcun morcun da yoktur bunu da bilesin.”

 *  *  *

Vesikalıklar bazı yıldönümlerinde Çiğdem kızı, Nesgis kızı olur. Unuttuğumuz çiçek kokularını, çiçek adlarını, şimdilerin hiçbir yeni yetmesine, hiçbir gencine nasip olmayan yoldaşlıklarımızı bize duyumsatır, anımsatır. Sözcüğün gerçek anlamı ile burnumuzun direğini sızlatır.

Gülen gözleri, baldan tatlı sözleriyle küheylan atlılarımız. Giyimlerine kuşandıklarına, üç numara tıraşlarına özendiklerimiz, öykündüklerimiz. İdol bellediğimiz. Ağabeylerimiz, ablalarımız, önderlerimiz, ustalarımız... Bir eylemde sıcak soluğunu hissettiğimiz. Hesapsız kitapsız sırtımızı, sırrımızı verdiğimiz. Yaşanmışlıklarımız. Anılarımız. 

Bilinç, bilgiyle kazanılmış derin bir uyanıklılık durumuysa, siyasal inatçılığımız ve ödünsüzlüğümüz de değerlerimizden ve de ideolojik geleneğimizden gelen kararlılığımızdan başka bir şey değildir. Bizim, şakayla karışık "hala elli yıl öncesinde yaşadığımızı" söyleyen, mahallemizin ağır abisi!... Sen Töb-Der'de gösterdiğin kararlılığı, yaşadığın yaşattığın ruhu unuttuğunda, sende, mutfağındaki tuz ruhundan başka hangi ruh kalır?

Öyle lafın gelişinden, fiyakalı laf olsun diye hiç değil!.. Esastan kıssadan hisse: "Aşk olsun" denir, aşk olur. Seven de söven de pekala bilir; andımız olur. Anlayan da elbette anlayacaktır; ahdimiz olur.

Yazı Kurulu'ndan. 30.03.1974. Balıkçılarbaşı, Ayan Oteli.