17 Ekim 2021 Pazar

"GİNE'DE DEVRİM" DEN "GİNE'DE DARBE"YE. GÜRATEŞ NURETTİN'DEN ADAK MUSTAFA'YA...


"GİNE'DE DEVRİM" DEN, "GİNE'DE DARBE"YE. GÜRATEŞ NURETTİN'DEN ADAK MUSTAFA'YA...

"Arkadaşlar!  İster konuşma, ister yazı dili ile olsun, geniş ve yaygın bir topluluğa sesleniyorsanız eğer!?  Dahası, bir konuyu bir sorunu enine boyuna anlatmaksa derdiniz. Siz siz olun, -asla- ben dilini ele veren anlatım biçimi olan birinci tekil şahıs zamirini kullanmayın." 

Şimdilerin çakması ile soyad benzerliğinden başka bir ilgisi olmayan Türkçeci-dilci öğretmenimiz konuşuyor. Haberimiz olmadan yaşamımıza, daha o günlerden yön veren  Ahmet Peker... Bu öğüdün teknik içeriğinde aslında etik bir uyarı olduğunu ve yıllar sonra evrilip gelecek sorunlarımızla nasıl da örtüşeceğini, o günlerde kim bilebilirdi? Ne ki, insanın doğasında bencillik, beyninin kıvrımlarında 'ben' vardı. Halka hizmeti, kollektif bir çalışmayı anlatan belediye afişine, başkanın ısrarla sadece kendi adını yazdırması talihsizliği ya da yazılan kitabın kapağına, söz konusu toplumsal konuyu derleyen kişinin ille de kendi adını yazdırması hırsı gibi... 

Zorluk tam da buradaydı. Aslına bakılırsa sorun epeyce derinlerde, egosu ağır basan sözkonusu kişinin bilinç altındaydı. Konuyu ruh bilimcinin uzmanlık alanına bırakırken, sorunun çözümünün ben dilinden sıyrılıp biz anlayışını yakalayabilmek olduğunu belirtmekle yetinelim.

.  .  .

Nurettin Hoca... Sen bize Gine'de Devrimi doğru okumalı, emperyalizmin 1945'lerden sonra yaşadığı yeni-sömürgeciliğin ilişki ve çelişkilerine yanıt veren mücadele biçimlerine gereksinimiz var. Tam da bu yüzden, bunun için: Siyasal görüşleri, dünyanın var olan durum ve koşullarının ortaya çıkardığı sonuçla uygunluk sunan Amilcar Cabral'ın okunması gerekir. Cabral'ın, Asya ve Afrika ulusal kurtuluş hareketlerinin çıkış yolu olarak önerdiği, küçük burjuva önderliklerinin devrimin devamını/ kalıcılığını garanti altına almak adına, üstesinden gelmeleri gereken "sınıf intihar" seçeneği üzerinde tartışmamız gerektiğini unutmamalıyız, derken... Doğru bir saptamaya işaret eden bu siyasal deyişin, geçtiğimiz günlerde "Gine'de Darbe"ye dönüştü. Gine'deki darbenin haberi, geçtiğimiz eylül ayının ilk haftasında düştü ajanslara. Her zaman olduğu gibi, saray basını haberi yine lions anlayışı ile heyecanlı magazin olaylarına benzeterek verdi. Görmezden gelenler bile oldu.  

Siyah beyaz da olsa, güzel bir düş bu ya!  "Gine'de Darbe"yi de, yine senden öğreniyoruz:

Tüm Afrika, özellikle de Gine, yeraltı kaynaklarının  -altın, bakır, boksit, elmas, demir, petrol, fosfat, uranyum, mangenez rezervleri gibi- zenginliği bakımından dün olduğu gibi, bu gün de emperyalist yamyamların salyalarını akıtıyor. Hele boksit madeni, dünya rezervlerinin üçte biri demek... 1958'de Fransız sömürgesi olmaktan paçasını kurtarmış olsa da, Gine çok uluslu kan emicilerden yakasını kurtaramadı. Neredeyse dünyanın atölyesi olmaya ramak kalmış Çin için, Gine üzerinden sağlanan kaynak aksaklığında ham madde fiyatlarını tırmandıracak ölçüde bir kırılganlığa sahip. 

Her ne kadar Mao'yu ve ondan okuduğumuz kitapları anımsadığımızda içimiz sızlasa da, Çin uçaktan otomotive, incik boncuktan bilgisayara, ev gereçlerine ucuz emek cenneti. Üretiminin hamuruysa demir, alüminyum, boksit. Çin'in anaç bir tavuk varken, Avustralya gibi maliyeti yüksek bir kaynaktan kurtulmak istemesi, ayrı bir tartışmanın önemli bir püf noktası. 

Gelelim, sonun başlangıcını oluşturan siyasal arenada olup bitene2010'daki talihsiz seçimle halkın sırtına, emeğine çöken Alpha Conde'nin nicedir,  hemen her diktatörün yaptığı gibi, uzun yıllar yönetimde kalmak için olmadık hileli yöntemler, düzenbazlıklar planladığı bir gerçek. Onun bu ölünceye dek krallık hevesine karşı çıkan muhalefetin üzerinden dozerle geçildi. Bunca açık faşizme karşın, Mahir Çayan'ın öne çıkardığı "suni denge" saptaması ile ilgili olsa gerek, 2020'de yüzde altmışa varan bir oy oranı ile üçüncü kez başkan seçildi. Ne var ki, danışıklı dövüş de olsa evdeki hesap her zaman çarşıda tutmaz. Conde, 5 Eylül'de, ordu içindeki kontra GPS elebaşılarından Mamady Doumbouya tarafından silkelendi. Bu darbeye BM, AB, ABD, Afrika birliği, Fransa pek çok üzüldü(!)  Hatta, "çok ayıp" anlamında kınayanları bile oldu!  "İt iti ısırmaz ve dahi kuyruğuna basmaz." derler. Ne demeli!? Açılımı Özel Kuvvetler Birliği olan derin suç örgütünü, Doumbouya kurdurtan Alpha Conde'nin ta kendisiydi.

Uzun sözün kısası, -ne öncesinin ne de sonrasının- yoksul halkın çıkarları ile ilgisi olmayan darbe sonrası, kuzu postuna bürünmüş Mamady, her ne kadar "bu bir darbe değil, halkımın geleceği için yapılmış harekettir" buyursa da, uluslararası kapitalizmin serumu olan boksit madenine sahip Gine, emperyalist köpeklerin it dalaşı yaptığı bir pazar. Bu pazar alanı, salt Gine değil. Yeryüzünde her geri bıraktırılmış ülke, emperyalistlerin karaçalı misali yapıştığı egemenlik alanı, yamyamların "arka bahçesi". 

Nurettin Hoca "kıssadan hisse" diyerek konuyu nirengi noktasında bağlıyor:

Gözünüzü ülkenizden ayırmayın!  Apoletlisi kıravatlısı gider, sakallısı cübbelisi gelir, onlar gider, şimdilerde olduğu gibi, kaynağı çok uluslu sermayenin daha kolay ve daha sorunsuz sömürebilme hırsının pompalamasıyla şişirilen, -sağlam bir sol seçenek sunamadığınızdan- yoksul insanlarımıza "Kurtar bizi abla" dedirtilen, dişi kurt asenası gelir.  

Sonrası mı?  

Yine emekçi halkımıza, özellikle de yol göstericisi ve öncüsü olmakla avunan, -günlerini ve yıllarını heba edenlere- size kalmış...     

.  .  .

Bizleri aydınlattığın bu bilgilerin yorumların yanısıra, bizlerin sana verebileceği bir olumlu, iç açıcı haber, yaşamla örtüşen bir karşılık yok. Sanal alemlerde yuvarlanıp gidiyoruz.

Onca yaşananlardan, sensiz tüketilen onca yıldan sonra, kahrımı ve şom ağzımı çekebilecek kişiler olduklarına adım gibi inandığımdan mıdır; bilinmez. Sana sadece, canımızı daha fazla sıkmamak için, çok yakından tanıdığın üç insanımızdan söz etmekle yetinelim:  

Nam-ı diğer Kuru. Beden, bildiğin o sıska beden. Yürek, yine o koca yürek. Ha, o kuru dal ki, eğilip bükülmesi, eğilmişliği, bükülmüşlüğü olmayan biri. Öyle pek sık görüşüp koklaşmasak da şimdilerde güzel yazılarda, yerinde ve doğru laflar eder. Değerli bulunur, önemsenir.

Nam-ı diğer Yumurtacı. Bir çoğumuz gibi, onca boşa geçen ve boşa vurulmuş yılların sularına kapılmış, bir türlü hesap görememeye, oturup nedenin sonucun yazılamamasına, zaranın ve de ziyanın çıkarılamamasına takılmış durumda. Belleksiz biri olmama derdinde yani.

Daha nasıl denir? 

Düğün dernek de kursak, yemek şölen de versek nafile mealinde örneğin. Öyle ya, hal böyle olunca, eni konu bir muhasebe yapılamadığı için, her ne yaparsanız yapın belgenin, yazının konuştuğu bir tarihimizin, yazılı bir belleğimizin olamayacağından yakınır durur.

Gerçek adı ile Mustafa Adak. O artık yok, be Hoca... Yarın itibari ile, haftası olacak ellerimizi bırakışının. Mahpusluk günlerinde olduğu gibi son günlerinde de direndi, emin olasın. Söz dinlemedi. Doğası gereği, doğamız gereği asla sunulan reçeteyi tanıyan, klişeye uyan "uslu bir hasta" olmadı. Bir bakıma ezber bozdu denebilir. Fren yerine gaza bastı. Tıpkı, bizim Nurettin Karabaş gibi... İlaç ereği ile tütün, şifa umudu ile üzüm suyu içti. Özellikle de, üzümün doğal yollarla damıtılmışını kurtuluş belledi. 

Bunu,  fırtınalı günler yaşayan "yorulmuş", "bitkin" yüreği için, "sakin ve güvenli bir limana sığınmak için yaptığını" söylemişti, bir kezinde eğilip kulağıma. Bu itirafını ilerleyen günlerde düşündüm de... Öyle ya. Bizler hep ezber bozanlardan, var olan statükolara ve dayatılan klişe yaşam biçimlerine karşı olanlardan değil miydik?!  Felsefenin labirentlerinde gezinemem, üstelik de pek anlamam.  Ne var ki, değişmeyenin değişim olduğuna hükmeden aklım, adeta "rest" çekip, bir şey olmamış gibi yapılan, bir şey yaşanmamış gibi yaşanan ve de muhasebesi olmayan dünyamızı terk eden Mustafa Adak'ın pek de eleştirilecek bir yanı olmadığını, yanlış bir şey yapmadığını söyledi. 

Son demlerinde sıkça görüşüldü. Cezaevlerinde asker, gardiyan... Son günlerimizde Covit 19!  Bu yüzden balkonunda yapılan "açık görüş"lerle yetinildi.  Olayın görünen bölümü izleyeni, özüyse bizzat yaşayanı, beni yakar. Demem o ki, onun ve bizim her daim haklı olduğumuzu, yanlış bir şey yapmadığımızı, tıpkı onun yaptığı gibi eğilip kulağına söyleyemedim. Ona yanarım. 

.  .  .

Belleğin derinliklerinden, çok yakınımızdan, çok da yakın bir tarihten, ayrıcalıklı ılık bir ses, tipik bir Nailan Gürateş tepkisi:   "Yine uzattın, dallandırıp budaklandırdın be Yumurtacı!"  

Uzatsak da, kısadan versek de, anlatılamıyor, anlaşılmıyor, eski bir çocukluk hastalığımız be Nalan..


Üçüncü çoğul şahıs zamiri: Biz. 

Bağlar, Diyarbakır. 17/ 10/ 2021