11 Nisan 2022 Pazartesi

UTANMA DUYGUSU ÜZERİNE AÇIK MEKTUP

UTANMA DUYGUSU ÜZERİNE AÇIK MEKTUP ( 1 )

İNSANIN UTANMA DUYGUSU ÜZERİNE

Uzun uzadıya bir söylem insanı daraltıp konuyu dağıtabilir. Ol nedenle. Sözcüğü sözcüğüne: Yeni yetme yıllarımızdan tanıştığımız bir arkadaşımız, alevlenmiş çarşı pazar etiketleri, pazar esnafının ibretlik umarsızlığı ve alım gücünün tükenmişliği karşısında, kendi payına utanıp yine kendini kahretmesi, bizim de nutkumuzun tutulmasına ve de bu açık mektubu zorunlu kılmamıza yeterli nedendir. 

*  *  *

Eski arkadaşımızın emekçi halkımızın, yoksulların, bilumum pazar esnafının umarsızlığına, yoksunluk duygusuna, yoksulluğa içlenip dertlenmesi, içimizde hiç küllenmeyen devrimci duygularımızın ve vicdanımızın yeniden dağlaması ve de sesli düşünmemiz için bir kıvılcım olmuştur. 

Ne ki, çarşı pazarcı esnafının, yoksulun darlığına ve yoksunluğuna yanıp yakılması anlaşılabilir. Ancak, geleneksel bir milliyetçi kronik hastalığa sahip CHP'nin, ta başından bu yana içinden çıkamadığı tutucu konumuna kaygılanması gereksizdir.

Daha fazlasını biliyorsunuz ve ayırdındasınız ki:  Bu canım ülkenin yer altında, piyasacı yamyamların ağızlarının salyalarını akıttığı zengin madenler kadar, yer üstünde de, şimdilerde siyasal erk olan badem bıyıklıların her fırsatta sömürüp bitlerini kanlandırdıkları bir o kadar güçlü bir gerici milliyetçi damar var. Tıpkı din gibi, yirmi yıldır bu kavramın da sömürülüp yağmalanması bitmemiştir. 

Eşyanın doğası gereği biri iyi biri kötü olan, bu doğal özellik epeyce derinlerden, tarihsel ve iktisadi köklerden geliyor. Uzak coğrafyaların değişik dillerinde, yine değişik besteleri ile çalınıp söylense de, güfte hep aynı:  Fon müziğinde bildik mehteran ve 'Tek bayrak', 'Tek vatan' nakaratı eşliğinde kapkara ama yakıcı bir milliyetçilik ateşlemesi.

Diğer düzen yanlısı işbirlikçi, sermaye partilerini geçtik. Kurtuluş ve kuruluş yıllarından bu yana, yobaza/ mollaya yaslanmak zorunda kalmış, gerici/ ırkçı Ş.Sirer'den medet ummuş, Anadolu ticaret burjuvazisinin sözcücü K.Karabekir'ın sırtını sıvazlayan, H.A.Yücel, İ.H.Tonguç, S.Ali, E.Nejat gibi değerlerin linç edilmesine göz yuman, uzak değil Madımak gibi bir yangının karşısında maymunlaşabilen bir partinin ulusçuluktan etkilenmemesi beklenemezdi.

Sen hiç üzülme, utanıp dertlenme.  Sözün özü yakıcıdır. Duyumsamalarımız belleğimizin bıçak kesiği derinlerinden, devrimciliğimizin -herşeye, onca olumsuz yaşam biçimine karşın- sönmeyen ateşinden gelir. Bizim hüzünbaz, katışıksız, katıksız utangaç naif hallerimiz, siperlerde dalından yenice kopmuş  zeytin tanelerini yiyen Kuvvacı dedelerimizin, Conkbayırı'nda kalmış koca dayılarımızın anti-emperyalist ruhundandır.

*  *  *

Hani, o "Körüklü Çizme"  var ya.

Hadi bırakalım kalpaklı başkomutanın çizmesini. Hani o, emperyal şarapnellerinin cehenneminde, açlıktan kemirilen çarık.

Hani. Şimdilerde müzelere kaldırılıp, resmi tarih mağduru hasbel kader ziyaretçilerinin salya sümük, ağlak bakışlarına terk edilen o körüklü çizme, o keçe çarık...  

İşte, tam da bu günlerde, o çizmeye, o keçe çarığa ihtiyacımız var. Şöyle ki:  Sahiplerinin özgürlükçü, "yedi düvel" emperyalizmin karşısında yalın ayak, bağrını açıp durmuş insanımızın tam bağımsızlıkçı ruhuna. Sözü öyle dolandırmaya filan gerek yok. İçinde sosyalist-solun olduğu, eşitlikçi, ayrıcalıksız bir adalet hedefi, yağma ve cinayet düzeni, nefret dili/ linç kültürü ile hesaplaşma derdi olan bir üçüncü yola. Bir birleşik devrimci iradeye acilen gereksinim var.   

Bilirsiniz, yeni yetmeliğimizin hesapsız kitapsız, cansiparane kan ter içindeki günlerinde, her yol yordam aradığımızda, çözüm yolları üretmeye çalıştığımızda ağır abilerimiz, okumuş büyüklerimiz bizcileyin sıradan neferlere hep "orta yolcu", "üçüncü mevki yolcu" demişlerdi.

Ne gam!  

Kurulu düzenin onca zalimliğine ve edepsizliğine karşın, günahları kadar sevmedikleri biz devrimciler vicdan duygularımızı halen capcanlı ayakta tutabiliyor ve hala 'aklın bilimin' hedef şaşmayan yolunu önerebiliyoruz. Çarşıda pazarda, devrimin onca dolambaçlı sarp engebeli yollarında, hala insan içinde olabiliyor, insan içine çıkabiliyorsak, bir yanımız hüzünlenirken bir yanımız hak etmemeksizin kızarıp utangaç hallere bürünebiliyorsa, bu durum vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışıp kalanlardan asla olmamamızdandır. 

Anıldığı üzere bu bir açık mektuptur. Sözün özü de 'meclis dışı', 'meclis içi' her er kişiyedir. Yaşamın kendisi bizlere öğretiyor ki;  kimi ağızlara biraz fazla dolanan, uzayıp kısalıp lastikleşen "devrimcilik" sözcüğü, onca yazılanın güzellemelerin ötesinde böyle de bir düşünce.  İnsan emeğinden, üretkenliğinden yana bir tavır takınma durumu. Hiç tanımadığınız biri için dertlenmeniz gibi bir duygu. Bir seziş, bir vazgeçmezlik.  Yenilen yutulan, görülen, dokunulan, kullanılan her şeyde insan hakkı, iş gücü olduğunu unutamayan bir aidiyet duygusu. İnsanımızın alın teri, analarımızın sütü gibi temiz oylarla seçilmiş, yine aynı halkın iradesiyle derlenip toparlanmış belediyelere kayyum atanmasını rakı-balık eşliğinde bakakalmaktan... Konunun haberini televizyon karşısında çekirdek çitleterek izlemekten çok öte bir durum. 

Her ne olursa olsun, burnumuza her ne dayatılırsa dayatılsın, biraz da yel değirmenlerine, rüzgarlara karşı yürümek, bir yerlerde sıkışıp, daralıp umarsız kalmamak, başka yeni yollar, ufuk açan aydınlatan seçenekler üretmekten öldür allah vaz geçmemek. İlle de içinde solun, sosyalistin, ille de iddianamesiz kör deliklere tıkılmış, siyasi rehin alınmış, ötekileştirilmiş, şeytanlaştırılmış iradenin de olduğu seçenekleri zorlamak. 

Öyle yalandan değil, hakikatlice tam bağımsızlık derdinde, emek eksenli, halktan yana halk için bir duruş, bir tutunuş için mesele, "konu komşu ne der"  ve de "bahçelisi, bahçesizi ne buyurur" demeden.  Sorun, Kürdü ile de, Çerkez'i Ermeni'si ile de, solcusu, sakıncalısı, onca sosyalisti, komünisti ile de bir arada olup, yan yana durup, hep birlikte ağları sulardan çeker gibi, aynı yolu hep birlikte yürüyebilmekte.

*  *  *

Savunup geldiğim bir açık gerçektir ki,  1.tekil şahıs zamiri kadar "ben" diline soğuk bakışım, oldum olası benimseyemeyişim.  Kimi kez, kuralı, yasağı çiğnemek devrimcilerin doğasına özgü bir şey. Bu da, böylesi bir açık mektuba denk geldi.

Affınıza sığınarak değinilen "üçüncü yol" sorunu, kendi başına bir yazının konusu. İçtenlikle söylenecek olursa bu sorumluluğun hakkını verebilecek, güzel yazılarıyla çokça beğeni toplayan yetenekli arkadaşlarımız yok değil. Konunun siyasal/ teknik ayrıntılarını onlara bırakırken;  bırakın başkaları "kanser" olsun;  biz çarşı pazar insan içinde olalım, varsın hüzünlenip dertlenelim. Salıverin gitsin, rezil piyasanın çürümüşlüğüne, kokuşmuşluğuna asıl sorumluları kızarsın utansın,  yerin dibine girsin.

Halkımıza bitirdikleri hayvancılığın, tükettikleri hayvan soyunun bulunmayan kaymağını "şifa" niyetine önerenler, doktorumuza kapıyı gösterip, işçimizi kapı önüne koyanlar, toprağımızı kurutanlar, zeytinimizi sökenler kendi yedikleri haltların dertlerine düşsünler.

Ha. Unutmadan!  Bir üstteki paragrafta konuşma dilinin alışkanlığı ile yazımızın dilinden dökülüveren "salıverin gitsin" sözünden,  bu memleket topraklarının her santimetre karesine haksızlığı hukuksuzluğu, gözyaşını, acıyı ve ölümü ekenlerin yakalarını bırakacağımız anlaşılmasın. Yakalarına yapışmak zorunluluğu, bizlerin öznel niyetleri ilgili bir durum değil! İnsanlığın ve dahi tarihinin omuzlarımıza yüklediği bir tarihsel görev... Bir sorumluluk. 

Onca dünyayı, onca dünya nimetini yaratan o namuslu eller, işçisinden kadınına, deresinden ormanına, havasından suyuna börtü böceğine cinayet ve zehir kusanların yakalarını elbette bırakmayacaktır. Başka da oluru ve de çaresi yoktur. 

Benim sevgili, benim güzel insanım!  Dilersen bunca edilen sözü, bir kitabı rastgele açıp orta yerinden okur gibi "TEK YOL DEVRİM" anlamında da okuyabilirsin. Zararı da olmaz hani. 


Hasan Oğuz Bilgen, 10 Nisan 2022, Eynez Mevki - SOMA.