16 Ekim 2019 Çarşamba

DEMİRCİ ARİF USTA’DAN H.ZAFER BAŞSİVRİ’YE…


DEMİRCİ ARİF USTA’DAN H.ZAFER BAŞSİVRİ’YE…

 “... Seninle yollarımız, ellerimiz, yüreklerimiz bundan yaklaşık 35 yıl önce de ayrılabilirdi. Bu ayrılığın o günlerde olmamasına şans mı, talihsizlik mi denir? Açıklamasının, bu gün her şeye karşın durduğumuz yerde, yüzümüzü döndüğümüz yönde gizli olması, yüzümüze buruk ve acı bir tebessüm teğelliyor…”

Ellerimizi bıraktığın 15/10/2008 tarihinde, başucunda nöbetleşen kederli arkadaşlarımın her birinin yüreğinden buna benzer sözler geçiyordu. Aradan geçen on bir yıl içinde, ne o gün kahırlı yüreklerimizden geçen düşünceler değişti, ne de ardın sıra sana verdiğimiz sözler…   

Sınıf mücadelelerinin tarihi, yaşa, cinse, etnik kimliğe bakmaksızın değişik yer ve zaman dilimlerinde, kimi insanlara ağır ve meşakkatli, ateşten gömlek misali yakıcı görevler yüklüyor. Zafer yoldaşımız da, insanlık tarihinin toplumsal sorumluluğunun, o günlerdeki sıska bedeninin zayıf omuzları üzerine bir talih kuşu gibi konduğu genç insanlardan biriydi.

1970'li yıllarda başlayan zor ve de neşeli, bir o kadar onurlu, engebeli, zor yürüyüşümüzün sarp yollarında hep omuz başımızda idi. Sessiz, alçak gönüllü, uzun uzadıya konuşmayan, süslü, kıran döken sözlerden sakınan, yapıcı, üretken ve sitemsiz haliyle...

Her koşulda, her çetrefilli yolda ve de her tekinsiz köşe başında tipik bir sıra neferi idi. Tuttuğu saftan, yakaladığı iddiasız görev ve sorumluluktan bir an olsun ayrılmadı. Onca hengamede, koşuşturmacada her gözüme iliştiğinde, o hep orada yanı başımızda idi.

Birçok insanın kendisini kurtarmaya çalıştığı günlerde, en göz gözü görmez toz dumanda, onu, ya bir insandan bir şeyler öğrenmeye sabırsızlanırken ya da gücü tükenmeye ramak kalmış bir yoldaşının koltuk altından kavramış bir girdaptan çekip çıkarmaya çalışken görmüşüzdür.    

Yaşanan sıcak günlerde, istemeden düşenlerimiz, alacakaranlıklarda ve ıssız boşluklarda yitirdiklerimiz, karanfil kokularıyla geri gelmemecesine yitenlerimiz oldu. Tümüyle rastlantı sonucu olarak kimilerimiz bu günleri de gördü; ama tökezlemedi de, savrulmadı da…
. . .

Hiç ama hiç kirlenmedi… 
12 Eylül 1980'in açık faşizm günlerinde yurt dışına çıkmayı, güvenli ve rahat diyarların tavernalarında fink atıp gönül eğlendirmeyi,  ballı kaymaklı sofralarda yiyip içmeyi - yutta kalıp mücadeleyi sürdürmeyi tercih eden birçoğumuz gibi- aklına bile getirmedi. Sermayenin askeri cuntasının en kanlı, en zorba, en güvensiz zamanlarının, en acımasız falakalarına ve dahi en soğuk taş duvarlarına karşı dişlerini ve yumruklarını sıktı.

Nazım’ın “Bir gün çıkacağız, şapkayı yana yıkacağız” mealinde, bir gün onunla, adını GIPA koyduğu, orada gıda ürünleri sattığı küçük, hilesiz, onurlu bir mekanda tekrar kucaklaştık.  

Zamanın bol mekanın dar olduğu cezaevi yıllarının sonrası gereksiz ve sıkıcı konuşmalar yapmaktan, büyük laflar etmekten öte, emek yoğun, araştırıcı çalışmalar yapmayı, gerçeğin yani emeğin dünyasından kopmamayı, şimdilerin sanal alemlerinin sonu gelmez, bitmez tükenmez tartışmalarına, gereksizliklerine boğulmuş insanlarımızın uzağında, sadece üretken, paylaşımcı, dayanışmacı çalışmalar yapmayı yeğledi. İyi de yaptı.
. . .

Manisa eski cezaevi onu nasıl daralttıysa, elbette GIPA da onu daraltacaktı… İlk fırsatını yakaladığında, en güzel, en katışıksız balları üreten arıların dünyasına girdi, kır çiçeklerinin kokusu sinmiş en nefis ve de benim diyen baldan daha doğal, hilesiz ballar üretti.

Yerkürenin barış bitkisi zeytin ağacının en sıkı, en çalışkan, en üretken dostu oldu.  O, kısa yaşamında, emsalleri ile yarışan sofralık zeytinlerini ve zeytinyağlarını üretti.  Yetmedi!.. “Nasıl daha iyi üretirim ?” sorusunun peşine düştü. Bu konuda okudu, araştırdı… Nice dağlarda nice arı kovanlarını, ne ovalarda ne zeytinlikleri inceledi. Üreticilerle konuştu, sordu, soruşturdu.

Bunları, az konuşan alçak gönüllü tavırlarla, sabırla yapması, birçoğumuza inceden inceye utangaç bir mesajdı. Bizzat uyguladığın ve olması gerektiğini kanıtladığın yaşam tarzının, yıllardır savunduğumuz, uğruna ölümlere gidip geldiğimiz dünya görüşü ile nasıl da örtüştüğü esprisini, bir kısmımız her nasılsa hala kavrayamadık.

Zafer, sözcüğün gerçek anlamıyla bir imece ustası, gerçek bir dayanışma gönüllüsü idi.
Birbirimizden 45 yıl önce ayrılabilirdik. Rastlantıdır ki, bu olmadı. Ne var ki, şimdilerde Fadime Ablanın zeytinliğinde yeni ürün zeytinleri yine birlikte, yüzlerimizde ağız dolusu gülücükler, şen kahkahalarla toplayabilirdik.

Üreterek, terleyerek.  Şimdilerde özlenen çok eski günlerimizin çocuksu şakaları, naif takılmaları ile. Yaşamın canlı pratiğinden kopmadan… Bal arılarının, arı kovanlarının, zeytinliklerin uzağına düşmeden. Yüklü yeşil dalların ballı yemişlerine dokunarak, tek bir sivri laf etmeden, hayatın hay huyundan, kirinden, pasından, kokuşmuşluğundan uzak... Olmadı. Olamadı.

Seni, ekose gömleğimizi, cebimizdeki 10 lirayı ve de "Birinci" paketini bölüştüğümüz, önce çıkanın kapının arkasındaki çivide asılı duran kadife pantolonu, yer yataklarında yorgun uyuyanlara bakıp hınzırca gülümseyişlerle giydiği, çocuksu, ama tepeden tırnağa inançlı, hesapsız kitapsız sırt sırta verdiğimiz, o zamanların naif duygularıyla anıyoruz hala.
         
Zeytin bakışlı, baldan tatlı, hep karınca çalışkanlığı ve arı titizliğinde,"az laf çok iş" örneği arkadaşım... “Başucuna fırsat buldukça zeytin dalları getireceğiz ve dahi bir zeytin-bir çınar dikeceğiz bilesin” demiştik. Dün, her yıl olduğu gibi yine sana geldiğimizde çınar ağacı ile zeytin ağacının nasıl göğe uzanıp, serpilip geliştiğini hayretler içinde, gururla izledim.

Ve abartısız, iki ağacın da o şaşırtıcı büyümesinde senin ideallerinin ve hayallerinin büyüklüğünü gördüm.

Bilesin ki, sensiz bu yıl da yeni mahsül zeytinyağı daha buruk, daha iç acıtıcı, daha kekremsi olacak. Bilesin ki, üreticiliğini, zeytinciliğini yine sürdüreceğiz. Gelişip büyüyen, dallar dolusu ürüne duran her zeytin ağacının gölgesinde, olgunlaşıp ballanan her petekte yine seninle birlikte olacağız.

H.Zafer BAŞSİVRİ bizim en çalışkanımız, en yorulmazımız ve dahi en yakışıklımızdı.

Tekrar hoşça kal.  Ekose gömleğini, kadife pantolonunu ve "Birinci"lerini paylaştığımız çocuk.


Hasan Oğuz Bilgen, 15.10.2019, Ulamış-SEFERİHİSAR