DEMİRCİ
ARİF USTA’DAN H.ZAFER BAŞSİVRİ’YE…
“... Seninle yollarımız, ellerimiz, yüreklerimiz bundan yaklaşık 35 yıl önce de ayrılabilirdi. Bu ayrılığın o günlerde olmamasına şans mı, talihsizlik mi denir? Açıklamasının, bu gün her şeye karşın durduğumuz yerde, yüzümüzü döndüğümüz yönde gizli olması, yüzümüze buruk ve acı bir tebessüm teğelliyor…”
Ellerimizi bıraktığın 15/10/2008 tarihinde, başucunda nöbetleşen kederli arkadaşlarımın her birinin yüreğinden buna benzer sözler geçiyordu. Aradan geçen on bir yıl içinde, ne o gün kahırlı yüreklerimizden geçen düşünceler değişti, ne de ardın sıra sana verdiğimiz sözler…
Sınıf
mücadelelerinin tarihi, yaşa, cinse, etnik kimliğe bakmaksızın değişik yer ve
zaman dilimlerinde, kimi insanlara ağır ve meşakkatli, ateşten gömlek misali yakıcı
görevler yüklüyor. Zafer yoldaşımız da, insanlık tarihinin toplumsal
sorumluluğunun, o günlerdeki sıska bedeninin zayıf omuzları üzerine bir talih
kuşu gibi konduğu genç insanlardan biriydi.
1970'li yıllarda başlayan zor ve de neşeli, bir o kadar onurlu, engebeli,
zor yürüyüşümüzün sarp yollarında hep omuz başımızda idi. Sessiz, alçak
gönüllü, uzun uzadıya konuşmayan, süslü, kıran döken sözlerden sakınan, yapıcı,
üretken ve sitemsiz haliyle...
Her
koşulda, her çetrefilli yolda ve de her tekinsiz köşe başında tipik bir sıra
neferi idi. Tuttuğu saftan, yakaladığı iddiasız görev ve sorumluluktan bir an
olsun ayrılmadı. Onca hengamede, koşuşturmacada her gözüme iliştiğinde, o hep
orada yanı başımızda idi.
Birçok
insanın kendisini kurtarmaya çalıştığı günlerde, en göz gözü görmez toz dumanda, onu, ya
bir insandan bir şeyler öğrenmeye sabırsızlanırken ya da gücü tükenmeye ramak
kalmış bir yoldaşının koltuk altından kavramış bir girdaptan çekip çıkarmaya
çalışken görmüşüzdür.
Yaşanan sıcak günlerde, istemeden düşenlerimiz, alacakaranlıklarda ve ıssız
boşluklarda yitirdiklerimiz, karanfil kokularıyla geri gelmemecesine yitenlerimiz
oldu. Tümüyle rastlantı sonucu olarak kimilerimiz bu günleri de gördü; ama
tökezlemedi de, savrulmadı da…
. . .
Hiç
ama hiç kirlenmedi…
12 Eylül 1980'in açık faşizm günlerinde yurt dışına çıkmayı, güvenli ve rahat diyarların tavernalarında fink atıp gönül eğlendirmeyi, ballı kaymaklı sofralarda yiyip içmeyi - yutta kalıp mücadeleyi sürdürmeyi tercih eden birçoğumuz gibi- aklına bile getirmedi. Sermayenin askeri cuntasının en kanlı, en zorba, en güvensiz zamanlarının, en acımasız falakalarına ve dahi en soğuk taş duvarlarına karşı dişlerini ve yumruklarını sıktı.
12 Eylül 1980'in açık faşizm günlerinde yurt dışına çıkmayı, güvenli ve rahat diyarların tavernalarında fink atıp gönül eğlendirmeyi, ballı kaymaklı sofralarda yiyip içmeyi - yutta kalıp mücadeleyi sürdürmeyi tercih eden birçoğumuz gibi- aklına bile getirmedi. Sermayenin askeri cuntasının en kanlı, en zorba, en güvensiz zamanlarının, en acımasız falakalarına ve dahi en soğuk taş duvarlarına karşı dişlerini ve yumruklarını sıktı.
Nazım’ın
“Bir gün çıkacağız, şapkayı yana yıkacağız” mealinde, bir gün onunla, adını
GIPA koyduğu, orada gıda ürünleri sattığı küçük, hilesiz, onurlu bir mekanda tekrar
kucaklaştık.
Zamanın
bol mekanın dar olduğu cezaevi yıllarının sonrası gereksiz ve sıkıcı konuşmalar
yapmaktan, büyük laflar etmekten öte, emek yoğun, araştırıcı çalışmalar
yapmayı, gerçeğin yani emeğin dünyasından kopmamayı, şimdilerin sanal
alemlerinin sonu gelmez, bitmez tükenmez tartışmalarına, gereksizliklerine
boğulmuş insanlarımızın uzağında, sadece üretken, paylaşımcı, dayanışmacı
çalışmalar yapmayı yeğledi. İyi de yaptı.
. . .
Manisa
eski cezaevi onu nasıl daralttıysa, elbette GIPA da onu daraltacaktı… İlk
fırsatını yakaladığında, en güzel, en katışıksız balları üreten arıların dünyasına
girdi, kır çiçeklerinin kokusu sinmiş en nefis ve de benim diyen baldan daha
doğal, hilesiz ballar üretti.
Yerkürenin
barış bitkisi zeytin ağacının en sıkı, en çalışkan, en üretken dostu oldu. O, kısa yaşamında, emsalleri ile yarışan
sofralık zeytinlerini ve zeytinyağlarını üretti. Yetmedi!.. “Nasıl daha iyi üretirim ?” sorusunun
peşine düştü. Bu konuda okudu, araştırdı… Nice dağlarda nice arı kovanlarını,
ne ovalarda ne zeytinlikleri inceledi. Üreticilerle konuştu, sordu, soruşturdu.
Bunları,
az konuşan alçak gönüllü tavırlarla, sabırla yapması, birçoğumuza inceden
inceye utangaç bir mesajdı. Bizzat uyguladığın ve olması gerektiğini
kanıtladığın yaşam tarzının, yıllardır savunduğumuz, uğruna ölümlere gidip
geldiğimiz dünya görüşü ile nasıl da örtüştüğü esprisini, bir kısmımız her
nasılsa hala kavrayamadık.
Zafer,
sözcüğün gerçek anlamıyla bir imece ustası, gerçek bir dayanışma gönüllüsü idi.
Birbirimizden
45 yıl önce ayrılabilirdik. Rastlantıdır ki, bu olmadı. Ne var ki, şimdilerde
Fadime Ablanın zeytinliğinde yeni ürün zeytinleri yine birlikte, yüzlerimizde
ağız dolusu gülücükler, şen kahkahalarla toplayabilirdik.
Üreterek,
terleyerek. Şimdilerde özlenen çok eski
günlerimizin çocuksu şakaları, naif takılmaları ile. Yaşamın canlı pratiğinden
kopmadan… Bal arılarının, arı kovanlarının, zeytinliklerin uzağına düşmeden. Yüklü
yeşil dalların ballı yemişlerine dokunarak, tek bir sivri laf etmeden, hayatın
hay huyundan, kirinden, pasından, kokuşmuşluğundan uzak... Olmadı. Olamadı.
Seni, ekose
gömleğimizi, cebimizdeki 10 lirayı ve de "Birinci" paketini
bölüştüğümüz, önce çıkanın kapının arkasındaki çivide asılı duran kadife
pantolonu, yer yataklarında yorgun uyuyanlara bakıp hınzırca gülümseyişlerle
giydiği, çocuksu, ama tepeden tırnağa inançlı, hesapsız kitapsız sırt sırta
verdiğimiz, o zamanların naif duygularıyla anıyoruz hala.
Zeytin
bakışlı, baldan tatlı, hep karınca çalışkanlığı ve arı titizliğinde,"az
laf çok iş" örneği arkadaşım... “Başucuna fırsat buldukça zeytin dalları
getireceğiz ve dahi bir zeytin-bir çınar dikeceğiz bilesin” demiştik. Dün, her
yıl olduğu gibi yine sana geldiğimizde çınar ağacı ile zeytin ağacının nasıl
göğe uzanıp, serpilip geliştiğini hayretler içinde, gururla izledim.
Ve
abartısız, iki ağacın da o şaşırtıcı büyümesinde senin ideallerinin ve
hayallerinin büyüklüğünü gördüm.
Bilesin
ki, sensiz bu yıl da yeni mahsül zeytinyağı daha buruk, daha iç acıtıcı, daha
kekremsi olacak. Bilesin ki, üreticiliğini, zeytinciliğini yine sürdüreceğiz.
Gelişip büyüyen, dallar dolusu ürüne duran her zeytin ağacının gölgesinde,
olgunlaşıp ballanan her petekte yine seninle birlikte olacağız.
H.Zafer
BAŞSİVRİ bizim en çalışkanımız, en yorulmazımız ve dahi en yakışıklımızdı.
Tekrar
hoşça kal. Ekose gömleğini, kadife
pantolonunu ve "Birinci"lerini paylaştığımız çocuk.
Hasan
Oğuz Bilgen, 15.10.2019, Ulamış-SEFERİHİSAR