22 Şubat 2023 Çarşamba

HANİ 'KANSIZLAR' DİYORDUNUZ YA?!

 

HANİ ‘KANSIZLAR’ DİYORDUNUZ YA!?

Bırakın yaşamasını ve yaşanmasını… On yıllardır ‘baldırı çıplaklar’, ‘ayak takımı’, ‘kansızlar’ deyi hakaretler ettiğiniz bizlere söylemesi bile zor gelen, sevgili halkımın gül kokulu bir deyişidir; "Bir musibet bin nasihatten iyidir” özlü sözü…

Ya da, Simavna kadısı oğlu, "Yarin dudağından gayrı her yer şeyde, her yerde" diyen Bedrettin’imizin “gayrı uzatmamalı sözü…” mealinde, halkımın “fazla söz aşık usandırır” sözü gibi.

Gün gelir. Yine, “bir gece ansızın gelebiliriz” deyip parmak salladığınız, on yıllardır kız alıp kız verdiğimiz komşum insanının, vahşi düzeninizin enkaza gömdüğü halkıma kan vermek, can vermek için sıraya girdiği dayanışma anlarını görürsünüz.

Yaşamın canlı pratiğinin kendisidir. Yobazın kelamına kurban ettiğiniz insan aklıdır, bilimin şaşmaz ışığıdır; kafanıza vura vura gösterir, öğretir. Ne var ki cefasını, çilesini çeken halkım insanıdır.

Gün gelir, Küba'nın yoldaş Henry Reeve Tugay’ının dost eli Kahramanmaraş’a, Osmaniye’ye değin uzanır. O, ‘Gomünist’ dediklerinizden kurulu, Covit-19’un başından beri 27 ülkeye yetişen sağlık tugayı… Daha 12 şubatta bölgedeydi; Küba’nın Türkiye Büyükelçisi Diaz Palacios eşliğinde… Otuz iki ‘Gomünist’!.. Yirmisi doktor. Hemşire, epidemiyolog ve diğer uzmanlar. Bizim saraylıların, pek sevdikleri inşaatlara hemen başlayacaklarını söyledikleri önümüzdeki günlerde, onlar bölgedeki köylerde sağlık taraması ve koruyucu hekimlik hizmetleri yapmayı planlıyor. Alın yazısının ölüm planını değil, insanca sağlıklı bir yaşamın planını...

.  .  .

Gün gelir, kız alıp kız verdiğimiz, güzel Lamprini’yi gelinimiz ettiğimiz komşumun, İşçilerin Militan Cephesi PAME”nin ‘Goministleri’nin yalnız temel gereksinimleri için değil, kan bağışı için kuyruğa geçtiğini görür bu gözler…

“Yunanistan’da büyük trajedilerin acı deneyimlerine sahibiz. Dayanışma bizim kanımızda var. Ya hep beraber ya da hiç birimiz… Hükümetimiz ve komşumuz Türk hükümeti NATO teçhizatı için halklarımızın parasını havaya savuruyor. Bizim alın terimizi, NATO’yu ve ABD’nin harekat yeteneğini güçlendirmek için, fırkateynlerde,  F-16’larda görmek çok trajik…” açıklaması, yine bizim Yunanistan’lı dostlarımıza, Yorgo’larımıza, Lammprini’lerimize ve yatıp kalkıp küfrettikleri o komünistlere ait.

.  .  .

Sadece tezgahlarda eğilen, bizim şantiye emektarımız demirci Arif Usta’nın “Uzatma bizim oğlan, söyle geç. Seven sevsin, beğenen beğensin, söven sövsün…” nasihatine uymak da aldığımız sınıf terbiyesinin gereğidir. Uyarız. 

Uzun sözün özü de kısası da bize aittir. Söylemek de, yazmak da boynumuzun borcudur.

Bu halkın öğrencisi olmak, öyle laf salatalarıyla, pehlivan 'tefrikaları', Battal Gazi-Ulubatlı Hasan güzellemeleri ile olmuyor. Bu halkın öğrencisi olmak öyle pek de kolay değil. 

Yine aslanlar gibi yatar çıkar. Uğruna asılır, dersini alır, sineye çeker gideriz. 

Hasan Oğuz Bilgen. 23.02.2023. Kahramanmaraş-Pazarcık.

5 Şubat 2023 Pazar

"TEK YOL DEVRİM"; KAVEL RUHUNDA/BEDRETTİN İNADINDA GİZLİ.

 

Sınırsız/sömürüsüz başka bir dünya düşünün mümkün oluşu, başka bir deyişle, ancak "Tek Yol Devrim" seçeneği ile ulaşılabilecek insanlığın nihai zaferin sırrı, Kavel ruhunda/ceberut zorun önünde diz çökmeyen Bedrettin inadında gizlidir.

*  *  * 

Şubat 1963, Sarıyer. Kavel Kablo Fabrikası. 

Bir Vehbi Koç mülkü ve saltanatı olan Kavel’de, Amerika’dan ithal genel müdürün, işçilerden sendikadan istifa etmelerini istemesi, ardından fazla mesai ücretinin ve yıllık ikramiyelerinin kaldırılması sonun başlangıcı gibidir. Henüz o günlerde, 1961 Anayasası’da işçilere grev hakkının tanınmasına karşın, bu sınıf hakkını bağıtlayan bir grev yasası yoktur. Sınıfın öfkesini patlatan dinamitin fitili, o yılın ilk ayının 28. gününde Maden-İş Sendikası’nın işçi önderleri tarafından ateşlendi.  Üretimden gelen yaratan güç iş bıraktı ve fabrika kapıları kaynaklandı. Tarihinde, her daim ayak takımı diye alaya güç, kendisini ekmek tekneleri olan fabrikaya kilitledi.   

Tarih, emeğin gücünün ve sınıf mücadelelerinin tarihidir ki, asla adalete ve güçler dengesine izin vermez. Kavel’de de böyledir. Bir yanda, olanca zorbalığı/barbarlığı ile devlet ve de sermaye. Bütün olanakları ile örgütlü polis ve hukuk gücü; yasalar, yasaklar. Diğer yanda, henüz köylülükten kurtulamamış, yılgın sendika beylerince yalandan desteklenen işçiler. Bu işçilerin iradesi, birliği, dayanışması ve hak arama kararlılığı.

Kavel grevinin, sınıf temelinde dört önemli ayağı vardır: Kendi örgütlü özgücüne güven. Kadınların inadı ve direnci. Sınıf dayanışması. Halk desteği.

İlkini yazmaya gerek yok; zaten yazının tamamında bu nirengi noktası var.

İkincisi: İşçi eşleri. Her zaman bir grev klasiği olmuştur ki; burada da üretilen mal kamyonlarla kaçırılmak istenir. Çevreden kadınlar ve işçi eşleri barikat kurar. Aynı klasiğin devamı olarak polis vahşice saldırır, yaralanan, tutuklanan kadınlar olur.

Üçüncüsü: General Elektrik Fabrikası işçileri kampanya başlatır ve diğer işçileri de dayanışmaya çağırır. İş yeri iş yeri, ev ev imza toplar. “Türk Demir” işçileri de, bu onurlu çağrıya yanıt verir: Şimdi değilse ne zaman?!  Sakal bırakma eylemi başlar. Öyle ki, fabrikadan sokaktan gözaltına alınan sakallı işçiler karakollarda sopa yer. Onca eziyete/çekinmez baskılara karşın, işçiler inatla haftalarca sakallarını kesmez.

Dördüncüsü: Bu denli bir zorbalığa, İstinye halkı daha fazla dayanamaz. Toplanıp, Sarıyer-İstinye sokaklarında yürüyüşe geçer, baskılara itiraz eder. "Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?" nidaları ile ortalığı inletir. 

28 Ocak 1963’de başlayan, 4 Mart 1963’de fiilen sona eren Kavel işçisinin direnişi, sermayenin “işçinin ücretini de hakkını da biz veririz” ezberini de, “grev hakkını Karaoğlan verdi” masalını de bozar. Patronun, Eco’nun karizmasını çizen, aynı yılın temmuz ayında yürürlüğe giren 275 sayılı yasada yer alan ve yargılanan işçilerin davalarını düşüren “Kavel Maddesi”dir. Bu anlamda Kavel, Türkiye işçi sınıfının kutup yıldızı, mücadelesinin de kilometre taşıdır.

*  *  *

Yaşadığımız günlerde, “esas oğlan/ortak aday kim ola?” ve de “masanın altında kim var?” hayhuyu içinde, görmezden gelinen, haber konusu bile olamayan bir dizi işçi direnişi oldu bitti. Bu sınıf fırtınası, Kavel direnişinin 60’ıncı yılında sınıf mücadelesini güncelleyen ve sınıfın geleneğini anımsatan Bekaert ve Schneider grevleridir. Bekaert ve Schneider işçileri, şanlı Kavel Grevi’ne en şanlı giysisi işçi tulumuyla esaslı bir işçi selamı çakmıştır.  

*  *  *

Şubat 1982, Adana. İşkence/sorgu dehlizleri. Yüz yıllardır "Bedrettin" adından öfke duyulan, savunduğu düşünceden, sözünden ve eylemlerinden ötürü, aylardır köşe bucak hırsla aranan bizim Bedrettin Şınnak... Sonunda planlı/ sinsi bir operasyonla yakalanır.  Can çıkar huy çıkmaz.  Bizim göçmen oğlunda da, sadece tezgahlarda eğilen Kavel işçisinin kararlılığı vardır.

Sorguya alınışının ilk anından itibaren,  en kaba, en sorgusuz sualsiz vahşi dayağa çekilen, Balkan göçmeni Şınnak Ana'nın oğlu Bedrettin, aldığı bilinç gereği bir gün başına gelebileceklerin ayırtındadır... Salya sümük üzerine çullanan ceberut devlet zoru, Manisa ve Karaburun üzerinden Aydın ellerine yürüyen şehzade ordusunun hoyratlığından farksızdır.   Şehzade ordusunun o besili atları ki, Edirne Sarayı'nda semizlenmiştir. Şimdi, yarin gül yanağından gayri her bir şeyin paylaşıldığı kardeş sofralarını ve dahi komün topraklarını çiğnemektedir.  Tıpkı Adana dehlizlerinin kuytuluklarında kan kusturdukları ve celladına inatla diklenen Bedrettin'imizin çiğnendiği gibi... 

Bizde aile geleneğidir;  taraf olmanın bedeli olarak her birey bir gün, o düğün-derneği görecek ve de o şenliği tadacaktır. Bedo da, bu onurlu finale içten içe hazırlanan mütevazı arkadaşlarımızdandı. Kendine özgü yaşamında farklı olan o alçak gönüllü halkım insanı, kuşkusuz eziyetin tezgahında da farklı olacaktı. Öyle de oldu. Acı duyulduğunda dudaklar mühürlendi, sözünü etmek abesti. Abartı değil, belki doğru da değildi:  Eşi ile günlerce konuşmayıp surat asan çaresiz insanın acısı, şimdilerde yine aynı acıdır... Bundan da emin oluna.   

‘Asker Ocağı’ denilen yerde komando olduğundan bedenen güçlü olan. Ne ki ‘kalp yetmezliği’ raporu verilen. Oysa, katillerinde olmayan bir sağlam yüreğe, bir yürek yeterliliğine sahip olan Bedo’muz. Elbette, sadece işkencecisine kafa ile dalan, gözü pek bir yiğit değildi.  Hala omuzlarımızda taşıdığımız anısının, uzlaşmaz tavrının bir başka yönü, bir sonraki metnin satır aralarında olacaktır.  

Aynısını beceremesek de;  Kavel işçisinin diz çökmezliğine, baş eğmezliğine, Bedrettin’in devrimci inadına selam duralım, yeter. Fazlasını da istemezlerdi zaten…

Hasan Oğuz Bilgen, 05.02.2023, İstinye-S.yer.