25 Ağustos 2020 Salı

KÜBA KADINLAR FEDERASYONU (FMC) 60 YAŞINDA.

                                                                                                                                                       Depo Photos

FMC 60 YAŞINDA... KADINLARIMIZA MORAL ve ARMAĞAN OLSUN.

Atasözleri, toplumun yaşam deneyimlerinin damıtılmasından çıkan özlü ve çarpıcı sözlerdir. Yaşanan olaylar öğütlerden daha etkilidir, anlamında olan "Bir musibet, bin nasihatten yeğdir" sözü gibi. 

2011 yılında, Artvin Hopa'da, doğanın dengesini bozan, yıkıma uğratan, uğratacak olan HES'lere karşı yapılan protestoda, bir öğretmen yakasını bağrını dağıtmış adeta yalvarmaktadır: Sorun bitecekse, alın beni götürün. Ama, bunu Karadeniz'e yapmayın!  Ceberut devlet bu, dinler mi?  Sonuçta, sıkılan biber gazı nedeniyle kalp krizi geçirip yaşamını yitirir Metin hoca. Oysa, "bunlar olmasın, yapmayın" diye dövünürken, çok şey mi istemişti?  

Aynı gün, aynı mitingde, bir başka doğa sevdalısı, ülkesine, ülkesinin taşına toprağına aşık bir başka duyarlı yurttaş daha vardı. Aynı polis müdahalesinde kalçası kırılan, Halkevleri'nden Dilşat Aktaş...    

 .  .  . 

Bizi yöneten, kaba tabirle söyleyelim "her koşulda bir güzel idare eden" devletin en üst düzeyindeki kişinin, yüklendiği görev ve sorumluluklarının önemini, anlamını, ciddiyetini düşünelim bir kez... Hemen ardından, demokratik bir protesto mitinginde sesini duyurma ve mevcudu kınama/ eleştirme hakkını kullanan bir kadın yuttaş için kullandığı " Kız mıdır, kadın mıdır. Polisimize karşı geliyor, aracın üzerine çıkmaya çalışıyor" sözlerini... 

Bizler, Covit-19'un aşısını, -salt kendi insanı için değil, tüm dünya insanlığı için de- bulmak üzere olan, kimi cahillerin burun kıvırıp geçtiği, Karayipler'de bir adada yaşıyor olsaydık... Halkının sağlığından ve geleceğinden kendini sorumlu tutan üst düzey yetkili, şöyle konuşurdu: 

" Tez soruşturun. İtiraz etme, eleştiri hakkını kullanan insanların üzerine, devletin aracını süren o görevlinin derdi neymiş?  Ruhsal bir sorunu yoksa, derhal görevden alın."  Geciktirmeden eklerdi:  " Bilim insanı, halk ne diyorsa, odur!  Yoksa, ilgili bakan adres beğensin!"                                                

.  .  . 

Ağustos 2020. Abartısız her dereye kurulan HES'ler, sırf rant için ölümcül imar politikaları, "Tabiat Ana"nın sabrını, sel sularını taşırdı. Yer, Giresun-Tirebolu... Sonuç, yaşamını yitiren altı yuttaşımız ve adı sanı, sayısı bilinmeyen kayıplar. Menfez uyarısı dikkate alınmadan yapılan yolun, sel sonrası görüntüsü tıpkı bir felaket filminden fırlamış gelmiş, kösele suratlara vurmuş gibi. 

Ne demişti, Metin Lokumcu?  Öyle, çok ciddi, yaldızlı bir laf filan değildi söylediği. Sadece: "Bunlar Olmasın..."

"Adres beğensin" dediğini düşlediğimiz bir devlet başkanının ülkesinde yaşamak, yine bir düş gibi...

Kıskanmıyor değil insan. Şu, para için başına olmadık çoraplar örülen, savaşlarla, yıkım politikaları ile talan (aslında içine) edilen yerkürenin, kimi coğrafyalarında, bizim düş gibi, şaka gibi kafamızdan geçenlerin gerçeğini yaşayan şanslı insanlar da var.  

Küba'nın kurucu önderi Fidel Castro ile dayanışma öncüsü ve hak savunucusu Vilma Espin'in birlikte kurdukları Küba'lı Kadınlar Federasyonu (FMC), kadın haklarını ve cinsiyet eşitliğini savunma yolunda 60. yılının coşkusu içinde. Bir bakıma, kendi ülkelerinde 60 yıl önce temellerini attıkları "İstanbul Sözleşmesi'ni kutluyorlar.

Aynı kutlamalarda, KKP Genel Sekreteri Raul Castro'nun, FMC yöneticisi Teresa Amarelle'ye "Küba Devrimi'nin sürmesinde önemli etksi olan FMC'nin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin savunulmasında olsun, cinsiyet ayrımcılığına ve kadına şiddete karşı verilen mücadelede olsun, yeri ve önemi büyük. Ayrıca, Covit-19'a karşı verilen uğraşta, gösterdikleri sabır, kararlılık ve çabadan ötürü de, Küba'nın emekçi tüm kadınlarını kutluyorum."* mesajı, aslında tüm kadınların göğsünü kabartmalı. 

Ardı sıra, devlet başkanı Miguel Diaz-Canel'den gelen, "Olağanüstü çalışmalarıyla dünyanın gözünü kamaştıran Küba'lı kadınları, yaşamı savunan, yorulmak nedir bilmeyen, Covit-19 aşı adayı Soberana ve diğer ilaçları araştırıp bulanları, bilim insanlarımızı, doktorlarımızı, hemşirelerimizi kutluyorum. FMC'nin 60'ıncı yaşı kutlu olsun"** açıklaması, Raul'un mesajını taçlandırıyor.

Yerkürenin, kadınların yerlerde sürüklendiği, olmadık acıların, eziyetlerin çektirildiği ve en vahşi ölümlerin yaşatıldığı Türkiye coğrafyasında, Küba'lı Kadınlar Federasyonu' nun 60 yıllık ders alınası mücadelesi, kadınlarımıza moral ve armağan olsun.

Hasan Oğuz Bilgen. 25.08.2020. Eşrefpaşa-Yapıcıoğlu


________________________________________________________________________

* ve ** Kaynak:  BirGün. Dış Haberler Servisi. Fotoğraf Depo Photos.

23 Ağustos 2020 Pazar

ÖZGÜR USTA' NIN BEKLENEN MÜJDESİ

 

 ÖZGÜR USTA’ NIN MÜJDESİ.

“Ters giymişsin” dediğinizde, yüz ifadesi içinizi acıttığından anlatılması zordur. Anlaşılmaz bir utangaçlık, uygunsuz bir hareket yapmış, yakışıksız bir davranışta bulunmuşçasına ‘beni bağışlayın’ hali. Biraz da, cahillik işte ne yaparsınız ezikliği.

Genellikle dikkatle dinleyen, saygılı ve suskun biridir. İşleri kusursuzdur. Yaptığı kaynak, sözü ve özü gibi sağlamdır. Çattığı profiller, lama demirleri, eğilip bükülmeyen yaşamı gibi doğru ve diktir. Övünmez, ama yapar. Uyumlu, uyar hali çay-yemek molasında da, paydos saati kart basma kuyruğunda da aynıdır.  

*  *  *

Yapılmayası memleket ziyaretinden sonra, sözleri solgun ve kırık. Gözlerinde bir yorgunluk.  "Ana baba yaşlı gitmesen, ata toprağıdır yüz sürmesen olmaz. Oldu bir kere." Yapma usta?!    " Biz ne öğrenmiştik;  önce akıl/ bilim, sağlık/ güvenlik değil miydi?"  Doğrudur, der gibi;  gözleri yerde, yüzünü düşürdü düşürecek. Ne var ki, eleştiriyi kaldıracak ruh halinde değil: "Sen ki, sıkı koşucuydun. Yakalana yakalana, şu kıytırık Cavit’e mi yakalandın? (Cavit, Özgür’den de zayıf, çelimsiz biri.) Yüzünü kaldırıyor yerden, siyah gözlerinde beyaz güller... Konuyu şakaya boğduğunuzun gayet ayırtında. Gülerek:  "Ah benim güzel abim, soluğum kesildi de yakalandık namıssıza."      

Bak, moralin yerinde; dönelim tekrar öğrendiklerimize:  Haklı kazanacak, haksız ve zalim olan kaybedecek miydi?  O zaman, sana haksızlık yapan, hak etmediğin acıları yaşatan Covit’i yenecek, ona külahını ters giydireceksin.  Senden beklenen müjdeli haber budur.  

 *  *  *

Güzel ustam, Varto’lu kardeşim. Hele, bu müjde senden bir gelsin.  Bu gün için, gereğince, yeteri kadar üretimden gelen gücünün farkında olmayan, işçi sınıfından daha ne müjdeler gelecek bak:

An itibari ile, bu topraklarda aç gezen, açıkta yatan ve dahi işsiz tek bir insan kalmamıştır müjdesi gibi.

Örneğin, şöyle:   Ey halkımız, savaş örgütü Nato’dan çıkılmış olup, ülkeyi emperyalistlere bağımlı hale getiren tüm utanç verici sözleşmeler, tüm ikili antlaşmalar feshedilmiştir. Bundan böyle hiçbir yabancı şirket, bu memleket toprağında, arka bahçelerinde gezer gibi gezemeyecektir. Yerli işbirlikçileri de insanlıktan nasiplerini almaları için, Thomas More’un Ütopya Adası’na sürgüne gönderilmişlerdir.

Ya da:  Bu günden tezi yok; dışarıdan hibrit tohum getirtilmeyecektir. Ata tohumu dışında tüm melez tohumlar yasaklanmıştır. Bu günden itibaren, yerli tohum ekilecek, ektirilecek ve de doğal tarım desteklenecektir. Eski uygulamalar, gayrı-milli tohum yasa dışıdır. Tersini yapanlar, yine bu gün çıkarılan Köylünün ve Yerli Üretimin Korunması Yasası gereği vatan hainliğinden yargılanacaklardır.

Ayrıca, Cumartesi Anneleri'mizden, onlara bu güne dek çektirdiklerimizden ötürü çok özür dileriz.  Yıllardır aradıkları kayıplarının akıbeti ve yakınlarının nerelerde gömülü oldukları, ad ad, parsel parsel, resmi gazetenin bu günkü sayısında, ayrı ayrı dosyalar halinde açıklanmıştır. Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı tekrar özür dileriz.

Bu güne dek, ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşan, üstelik arsızca sırıtan tüm kadın katilleri hak ettikleri en ağır cezalara çarptırılmışlardır. Çok, ama çok özür dileriz. Artık, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği uygulanacak, bu günden sonra hiçbir erkek, bırakınız kadına silah çekmeyi onun tırnağının ucuna dahi dokunamayacaktır.  Erkek Egemen Sistem’e  son verilmiş olup, onu savunmak, çıkarılan ilgili yasa ile suç kabul edilmiştir. Özellikle de, İstanbul Sözleşmesi, kabul edilen ilgili yasanın ve dahi mevcut anayasanın güvencesi altına alınmıştır. 

Yöre halkının ve onun sivil kuruluşlarının izni ve onayı olmadan, tek bir ağaç kesilmeyecek, hiçbir kuş yuvası ile oynanmayacak, hiçbir carette caretta ailesi rahatsız edilmeyecek ve de hiçbir derenin yatağı değiştirilemeyecektir.  Koruma altına alınan bu değerlerle ilgili olarak, potansiyel tehlike oldukları tespit edilen MUÇEV yöneticileri de, orada kendilerine verilecek doğa ve insanlık derslerinde eksiksiz bulunmaları koşulu ile, yukarıda adı geçen Ütopya Adası'na sürgün edilmişlerdir.

Bir başka müjdeli haber:  Mevcut hukuk düzenini çiğneyerek, haksız yere mahkum ettiğimiz ve bu yüzden ölüm orucuna yatan Av.Ebru Timtik ve Av.Aytaç Ünsal tahliye edilmişlerdir.  Bir daha, böylesi hukuksuzluklara asla izin verilmeyecektir.  Hiçbir gazeteci, aydın, sanatçı, yazar ve öğretim üyesi, düşündüklerinden, söylediklerinden, yazıp çizdiklerinden ötürü hapse atılmayacaktır.

*  *  *

Atölyenin suskun çalışanı, esmer çocuk.  Daha onlarcasını sayıp, ortaya dökebileceğimiz ne özlemlerimiz var, biliyorsun.  Şunu da bil ki, bunlardan hiçbirinin gerçekleşmesi, senin Covit karaçalısından paçanı kurtarmaktan kolay değil.

Öğle aralarındaki uzun, neşeli sohbetlerimizi anımsa. Ve, ilk söylediğinde hiçbirimizin bir şey anlamadığı,  Arif Usta’nın “Mutlu aşk da, kolay devrim de yoktur” sözünü.  Anımsa ki, yüzün gülsün, güçlü olasın.

Hasan Oğuz Bilgen. 23.08.2020. Varto-Hoşan Köyü. 

  

16 Ağustos 2020 Pazar

MEKSİKALI DOSTUM TEKİLA "ADİOS"

 DOSTUM TEKİLA ‘ADİOS’!

Bu güne dek ‘kadim’ sözcüğünü hiç kullanmamışsınız.  Dahası, başına bu sözcüğü getirdiğiniz bir dostunuz bile olmamış. Bencileyin, bu biraz da eski ağızla, ‘ihtiyatlı’ olma hali. Zayıf yerde, yanlış zamanda kullandığınızda, geri dönüşü, geri dönüşünüz olamıyor.  Sözün özü, sözcük -o taş misali- yerinde de ağır, savrulduğu, gittiği yerde de ağır. Ölçülü, seçici olmak yararlı…

Derken, kendinizi TDK sözlüğünü karıştırırken yakalıyorsunuz. ‘Çok eski, ezeli ve başlangıcı olmayan’  diye yazmış, dil uzmanı.  Orada, bir yakalanma daha oluyor; dün ‘başlangıcı’ belli olan, -elli yıllık- dostunuza yaptığınız doğum günü kutlaması.  Tık yok… Neyse ki, başına kadim getirmemişsiniz. İyi yanı bu. Komik yanı;  iletiyi başka dostların beğenmesi.  Sanal alemin ne menem bir şey olduğunu, oldum olası anlayamadınız gittiniz!?

Başınızı, kalemin silgi tarafı ile kaşırken, çakan şimşek birkaç yıl önceye götürüyor. Orada bir yerde, günün her saati -özellikle insanlara karşı- dikkatli, her kemik atana önce ters bir bakış fırlatan, başı gibi kuyruğu her daim dik, patlak egzozlu arabalara homurdanan bir canlı duruyor. Birileri ona köpek diyor. Sizinkisi sevmekten öte bir şey. ‘Tekila’ diyorsunuz. Onunla yollarınız kesiştiğinde 5-6 aylıktı. Abartısız tam bir hafta boyunca, size havlayıp durmuştu.  O bir haftalık huysuzluk halinde, öncelikle onu “satan” ilk sahibine ver yansın, şimdikine de amansız bir öfke vardı.  Sonunda, her ne olduysa, aslında Cengiz Aytmatov hocanın -Sevgi Emektir- sözünün kanıtlanmasından başka bir şey olmayan, adına dostluk, yarenlik denilen bir gerçeklik çıktı ortaya. Belediye veterineri çocuk, aşılarını yaptıktan sonra kimlik defterine ‘Meksika finosu’ diye yazar.  Hepimizi güldüren bir espri yapmaktan da geri durmaz: “E. Zapata’nın adamı belli… Yerinde duramıyor;  Meksika dağlarına alışmış bir eşkıya.”

Parlak siyah renklidir.  Çenesinin altından göğsüne, oradan ön ayaklarının arasına dek inen, ince uzun bölge yine parlak beyaz tüylerle kaplıdır.   İkinci aşısını yapan aynı veteriner, esprisini sürdürüyor:  “Soylu ve de gururlu hayvan canım.. Şantiye koşullarında bile kravatından vazgeçemiyor!”

Tekila’nın ilk yaş gününü şantiye hurdalığında kutlarlar; evi oradadır. Tel boyunca ağızları sulanarak hurdalığı süzen, düzenin eseri esmer çocukların         -göz açtırmayan- amansız takipçisidir Tekila… Sonra, bir başka şantiye, başka emekçi dostlar. İşçileri nedense pek sever. Gri iş giysilerinde aynı ortak iş gücünün, aynı vücut terinin aynı kokusu vardır. Tekila, kendisine ‘merhaba’ diyen, paslı sakallı adamların yırtık, sarı iş eldivenlerinden gözlerini alamaz. Mutlaka her birinin gözlerinin içine içine bakar. Havlamaz.

İlk bakışta Tekila, ‘ters, kızgın, huysuz’ bir hayvandır. Sabahları börek, boyoz satan, alın teri deyip işçinin de sahiplendiği sessiz, dilsiz biri vardır.  Garibim, satılmayan, gevreği boyozu, çoluğuna çocuğuna götürmez;  her kezinde getirip Tekila’ya verir. Bu, aylarca böyle sürer.  Tekila, yalakalık yapacağı yerde, ortalığı yıkar, zincirlerini koparacak olur. İşçi, ‘Tekila bu işte… Asabi hayvan!’ der geçer. Ta ki, kolladığımız adamın, ‘iki ayaklıların merkez ilçe teşkilatından’ olduğu anlaşılana kadar!.. Bizim demirci Arif’i yatar halini gören yoktur.  O gün, koca usta gülmekten yerlere yatar.

İçindeki -şaşkına dönmüş- Tekila ile birlikte, suntadan yapılmış koca kulübeyi havalara kaldıracak olur.  

Onun yaşamı da, çokça sizin sürgün tarzı gurbetçi yaşantınıza benzer. ‘Yazgı’ diye bir şey varsa, belki de budur. “O şantiye senin, bu ev benim” mealinde bir yaşantı. Tekila, dostunu asla bırakmayacaktır. En son, bahçesinin önüne bağlandığı kiralık ev. Sabahın köründe işe gidiyorsunuz. En azından kendini koruması için, zincirini çözseniz bir türlü, çözmeseniz…  Bağlasanız size küser, gelen geçene sarar, patlak egzozlu motorlara köpürür. Yan komşu, belediye zabıtası Osman’a iyice gıcık olur. Dayanamaz bırakırsınız…  Meksika dağlarının serbestliğini bir türlü unutamamış özgür ruh, zamanla aylaklığa alışır.  Siz, bir akşam vakti, çok sevdiği yiyeceği ‘gril ızgara’ ile birlikte  -biraz mahcup- alelacele geldiğinizde artık çok geçtir.  Yoktur..  Terk etmiştir.

‘İkinci tekil şahıs’ tan, ‘Birinci tekil şahıs’ a…

Tekila beni, böyle bir ağustos sıcağında bırakıp gitti. Haytam benim. Tutsaklığı ve yalnız bırakılmayı içine sindiremeyen özgür ruhum.  Nasıl desem, nasıl anlatsam?  Siz şimdi, gözleri kör olsun o şarkıların, hep karşı cinse bestelendiğini ve hep karşı cinsi anımsattığını mı sanırsınız?  “Geç buldum, çabuk kaybettim” der biri. “Kapın her çalındıkça, o mudur diyeceksin” diye kendine sorar bir diğeri.

İnsan ya da hayvan.  An gelir, düşlerinden, kendinden sakındığı canını bile ardına koyar gider.  Böyle de bir yakıcı gerçeklik olduğunu, tam da bu denli sıcak günler öğretir adama. İkimiz için de belki en iyisi. (Bir Yeşilçam repliğini yinelemiyorum) Ya ölüm ayırsaydı, ölümünü görseydim. Dayanamazdım.

Pek emin değilim de;  yaşıyorsan benden yana endişelenme.  Bildiğin gibi, sürgün hayatım devam ediyor.  Sevgili ülkemin şu sıcak gündeminde,  ikliminde, bu güne dek kaldığım mekanların en iyilerinden birinde olsam da, dostların bolca olduğu o zamanları özlemiyor değilim. Neyse ki, başımda, en azından infazımı koruduğunu sanan komik bir memur yok.  Çarşıya çıkmak için dilekçe filan da vermek zorunda değilsin. Cavit’ten (Pardon, Covit olacaktı.) ürküp tırsman gibi bir zayıflığın yoksa kendini yollara vurup, alt sokaktaki emekli parkında pinekleyebiliyorsun. Tam bir “azatlık”, bir bakıma gözden çıkarılmışlık durumu anlayacağın. 

‘Nicelerini yattık, cezamız yine de bitmemiş’ dedirtse de;  an itibari ile  yaşamımın  iyi tarafı bu kadarla da değil.  Bardağın dolu yanı, ‘Mavi Gözlü Dev’in çok sevdiği karısı Münevver’e mektubunda,  “Okumayı söküyor tembel oğlun” diye yazdırttığı güzellikte.  Yakınımda, semtin adı ile anılan bir üniversite hastanesi olduğundan, sana söz etme fırsatım hiç olmadı. Bir de benim, sanal engelli halimle dalga geçer, alay eder canım dostlarım. İnanmayacaklar. Oranın, Anatomi AB.D. başkanlığı ile yaptığım çok eski bir sözleşmenin,  int. üzerinden güncellemesini bile yapabildim. Üstüne üstlük “teyit” bile ettiler.

*  *  *

Meksikalı dostum, sevgili Tekila’m.  Şimdi tüm bunları geçelim. İnanan inansın ki, bu kadar laf kalabalığına, bırak demirci ustasını onun çırağı bile itibar etmez. Klişe bir söz var, bülbülün çektiği dili belası diye. 

Son bir kez.  Sen biliyorsun;  bir türlü ayrılamadığım şantiye akşamlarında seninle derdine boğulduğum bir konu var. Gözlerimin içine bıkıp usanmadan dakikalarca “sen ne biçim adamsın” dercesine yürekten bakabilen bir sen vardın.  

Şimdi bak. Yangın yeri uykularımın, alacakaranlık kuytuluklarında hep aynı düşü görür oldum.  Aynı düşün aynı yerinde, henüz yaşını doldurmamış iki yavru var. Her kemik atana yılışıp yalakalık yapmayan, başı dik kuyruğu dik, ne rastlantıdır her ikisinin de boynu beyaz kravatlı iki suskun siyahi…

Şimdi, söyle bana.  Söz, aramızda kalacak.  Yavruların mıdır onlar?

 

Hasan Oğuz Bilgen, 16.08.2020. Mağnissa-Üçpınar Beldesi.

10 Ağustos 2020 Pazartesi

KIRK KATIR MI, KIRK SATIR MI?

Karikatür-Bahadır Boysal-Gözleri Tamamen Kapalı


PEK AÇIK SEÇİK OLMADI; COVİD-19'un ATEŞİ Mİ?  DÖVİZ'in ATEŞİ Mİ? DİYELİM.

Katliam bayramının kucaklaşmalarının sonrasında, "Salt Erzurum, Antep, Urfa'da artış var" avunmasını, Manisa SES şube başkanının açıklaması boşa düşürdü. 'Sağır Sultan' ne der, ne yapar bilinmez de.  Açıklama aynen şöyle:  "Manisa'da virüs bulaş oranı üçe katlandı."

Vahşi rant sisteminin Beyrut Limanı -tozu dumanı henüz havadayken, sevgili ülkemin semalarında da aynı belirsizlik, aynı toz duman.  Düğün-dernek-plaj sefaları, altı okkalı asker uğurlamaları gırla gidiyor. Yeterli/ gerekli testleri yapması gerekirken, "maske-mesafe uygulamadığı" gerekçesi ile yurttaşı günah keçisi yapıp topu halka atan ve de suyu bulandıran siyasal erkin yaptığı tam bir yüzsüzlük ve pişkinlik örneği.

Madalyonun diğer yüzü döviz kurundaki şahlanış.  Bir şahlanış ki "ekonomide tırmanış" yalanının acemi sürücüsünü doru atın terkisinden alaşağı ediyor. Doru atın seyisinin değil, işin ehli ekonomi uzmanının deyişi bu! Şaka değil: Döviz kuru arttığı için, üç kuruşluk birikimi ile para kazandığını sanan güzel emeklim. "Döviz bir kuruş arttığında ülkeye -halkın, yani senin cebine- maliyeti 1,2 milyar lira." 

Azıcık gözünü aç!  Ödemesi döviz kuru üzerinden taahhüt edilen, devlet garantili yap-işlet-devret ihalelerinin hortumcularının ve dahi yamyamlarının ağız salyaları handiyse üzerimize bulaştı bulaşacak.

Ha.  Bu ara, bir peri masalı daha çok kötü bitti. Hem de çok kötü!?  Hani şu "Yerli Ekonomi" masalı... Pek bi 'yerli'miz Sabancı'ya ait TEMSA döviz şahlanınca, borç batağına girdi garibim!  Borçlarıyla birlikte İsviçre'li bir çok uluslu şirkete satılıverdi. 

Harbi yerli YÖRSAN... Hani şu, önceki yıllar işçisini cıs cıbıl kapı önüne koyan 'yoğurtçu başı'!  Dubaili yandaş Araba gitti. Bu arada, Yörsan'ın eski sahibi Yörük'ler, "yürü ya kulum" gazıyla inşaat sektörüne daldı. Kuş misali, bir daldan öbür dala. 

Son masal patlaması, TV'lerden çocuklarımızın iştahını sömüren 'Nutella'.  Sahibi İtalyan Ferrero, 2014 yılında bizim Oltan Gıda'yı alınca, fındığın hem dış satımcısı, hem dış alımcısı oluverdi.  Ne denir?  Alan memnun satan memnun.

Konu derin... Uzatmanın alemi yok!  Alan da satan da hoşnut. Klinik vaka CHP'de "İnce" hesaplar... Muhalefet cenahında kimsenin kimseyi dinlediği, "Hep birlikte yürümek" gibi, 'günah keçisi HDP'nin ne dediğini, ne yapmak istediğini anlamaya çalışmak gibi bir derdi yok...

Neyse ki, demirci Arif usta yetişiyor imdada:  "Bırak ciddi lafızları. Ya damardan gir; 'Seni Sevmeyen Ölsün' sosunda bir şey koy.  Ya da, ülkem insanın profili ile örtüşen bir geyik fıkra anlat, yeter..." 

Her daim ustaya, ustalara saygıdandır. Ustanın ilk önerisi biraz arabesk kaçacaktı. İkincisini pas geçemememiz boynumuzun kıldan inceliğindendir:

Adamcağızın birinin canı bara gidip birkaç kadeh içmek istemiş. Barlar sokağında gezinirken, bir tabela çarpar gözüne: Yüksek Teknoloji Barı!?   Meraklanmış ister istemez. Girip anlamak istemiş. Bakmış ki, barmen bir robot. Robot gayet nazikçe yaklaşmış bara ürkekçe ilişen adama: "Hoş geldiniz beyfendi, zeka düzeyiniz?"  Şaşkınlıkla "180" deyivermiş. Robot hemen bir malt viski vermiş. Nükleer fizik, pnömatik sistemler, yapay zeka, ozon tabakası, briç oyunları, satranç ustalığı gibi konulardan söz açmış.

Zevkli bir gece geçiren adam, ertesi akşam aynı bara gitmeye karar vermiş. Yalnız bu kez, zeka düzeyine ilişkin soruya "100" olarak yanıt vermiş. Robot hemen devasa bir bardak dolusu bira getirmiş. Futbol, at yarışı, emeklilik düşleri gibi konulardan söz edip, açık saçık fıkralar anlatmış. Hatta bir ara sarhoş taklidi yapmış filan...

İyiden iyiye keyiflenen adam, ertesi akşam aynı bara tekrar gitmiş. Ne var ki bu kez, robotun zeka yaşı sorusuna "20" diye yanıt vermiş. Robot hemen bir koca bardak dolusu ayran koymuş önüne. Adeta fettan bir kadın edasıyla kırıtarak:  Eeee?  Naapçezzz?  Yine AKP'ye vercez de mi?

.  .  .

"Naapçezz", "Ne olacak bu memleketin hali?" v.b. gibi kanıksanmış sorular, sevgili ülkemin genel fotoğrafını karakterize eden, kimi ülkem insanının profilini ele veren klişelerden. 

Sorun ez cümle, Mahir öğretmenimin deyişiyle aynıların aynı yerde olabilmesinde.  Ayrılar zaten ayrı yerde olacak. Konu 1976 yılı Lice Depremi sonrası, Lice-Diyarbakır yürüyüşünde olduğu gibi aynıların aynı yolu hep birlikte yürüyebilmesinde.

Hasan Oğuz Bilgen, 10/08/2020, Bağlar-Diyarbakır.