13 Şubat 2015 Cuma

GRİNGO KÜBA'YA PARDON MU DİYECEK?

ÖZÜR DİLEMEMEK KİBRİ SADECE “TÜRK”E ÖZGÜ DEĞİL…


“ Pardon…” esprisi üzerinden yapılan tartışmadan yaklaşık altı yıl sonra, geride bıraktığımız yılın son demlerine doğru beklenmedik bir şey oldu denebilir... Gringo Obama, 52 yıllık blokaj ve izolasyonun adını hiç anmadan, “Küba ile ilişkilerde değişiklikler olabilir.” mealinde bir şeyler söyledi. Küba Devlet Başkanı Raul Castro’yla birlikte alındığı söylenen bir karar üzerine, 4 yıldır Küba’da tutulan Gringo Alan Gross ülkesine geri verilirken, 16 yıldır ABD’de kötü koşullarda tutsak edilen “Küba Beşlisi”nden geriye kalan 3 (üç) sosyalist de serbest bırakıldı.

Kübalı öğrenci hala aynı tebeşiri tutulabilecek en küçük kırıntısına dek, Kübalı genç doktor aynı steteskopu sırayla, ortaklaşa kullanırken bu bir gelişmemi ?!  Evet… Bu bir gelişme; hem de baskılanmaya çalışılan sosyalist bilincin, 52 yıldır bir Bursa bıçağı gibi bilenmesine yarayan bir gelişme… Gringo bu uzun zaman diliminde, Küba emekçi halkının diz çöküp nedamet getirmesini umarken, Küba'nın onurlu insanları -7'sinden 70'ine kol kola dans ederek- Gringo’ya “ Seni de, ablukanı da ambargonu da tanımıyorum.” demenin ve dahi diyebilmenin tadını çıkardılar. 

Kontrol edilemeyen, ele avuca sığmayan sosyalistler, devrimciler -huyları kurusun!- tarihte bunu hep yapmışlar. Boyun eğmemenin verdiği zevk, urgan zindan olarak geri dönse de, bu müthiş duyguyu yaşamasını bilmişlerdir. Ülkemizdeki 12 Mart'ın, 12 Eylül'ün bir de böyle bir yönü var. Her nedense hep mağduriyetten söz edilir, karşı çıkmanın, itiraz etmenin yarattığı hınzırca duygudan dem vurulmaz. Küba'da yaşanan da böyle bir şey...   

Biat edilir oluşundan, üstelik mutlak gücünden emin olan ukala birisine “seni tanımıyorum”, “sen de kimsin?” demek, bedeli 52 yıl yokluk ve yoksunluk içinde debelenmek olsa da, oldukça keyif verici bir durum. Bu keyfin ödenen faturasına gelince... Sağlığın ve eğitimin özelleştirilmesinin yasak, tümünün herkes için eşit, her düzeyde ücretsiz olduğu, tek temel kaynağının insan, tüm olanağının turizm, tüm sermayesinin doğa ve de güzel plajlar olan bir ülke düşünelim. Burasının bizim hayal bile edemeyeceğimiz en büyük erdeminin, her hangi bir dinin ritüellerinin öğretilmediği, yani evrensel eğitim/öğretim değerlerinin olduğu notunu görebileceğimiz bir kenara düşelim… Başta ticari yaşamı olmak üzere, tüm alışverişlerinin, tüm hayatın takip ve kontrol altında olduğunu...

52 yıllık izolasyon ve ambargonun Küba halkının bilincini ve inancını bilediği, onun ayakları üzerinde durabileceğini gördüğü ve cümle aleme gösterdiği bir gerçek. Bundan böyle, Gringo ile varılacak nokta her ne olursa olsun, bu gün yaşananlar, yarın yaşanacak olanlar Küba halkının ve Küba sosyalizminin zaferinden başka bir şey olmayacaktır.

Ermeni soykırımının yüzüncü yıl dönümünün yaşandığı, yerkürenin 2015 ikliminde Gringo, Küba halkını yerinden yurdundan koparıp Suriye çöllerine sürerek, yol boylarınca aç sefil kırıma uğratmamış, Hozat’ın Kayışoğlu yarmasından aşağı salkım saçak dökmemiş ve de “Musa Dağ’da Kırk Gün”ü yaşatmamış olsa bile zulüm zulümdür… Sınıf mücadelelerinin tarihi de, devrimin ve sosyalizmin terminolojisi de bunu teyit eder.

Gringo’nun Küba halkına adamakıllı bir özür borcu vardır ki, bakidir… Böyle biline…  

*   *   *



GRİNGO KÜBA’YA PARDON MU DİYECEK ?!

Seçeneksizliği ve mutlaklığı kendi doğruları, dogmaları üzerinden meşru zeminde kurumsallaştırarak, “Yeni Dünya Düzeni” adı altında savundukları neo-liberalizmin serbest piyasacı uygulamalarının yanlışlar içerdiğini ve açılımları konusunda hata yaptıklarını itiraf eden Gringo’nun, ilerleyen zaman içinde yeni günahlar çıkarma konusuna sıkı aday olduğunun sinyalini vermiştik.

Uluslararası tekelci sermayenin 150 yıllık sembolü Lehman Brothers’ın, SSCB’nin dağılmasıyla, sistemin istikrarlı yeni finans yapılanması olarak lanse edilmesinden yıllar sonra dibe vurup çömleğini kırmasıyla patlayan mali krizinin yaşandığı günler, dumanlı havanın belirsizliğine karşılık, olası siyasal sonuçlar düşünüldüğünde, iyi şeyler de olduğunu, dahası olabileceğini söylediğimiz günlerdi. ( Sevdalılarınız Komünistti.  Post Modern Bir Westren: Sistemimizde Yanlışlar Var.  Sayfa 6, 7, 8 )
.   .   .

Amerikan Merkez Bankası (FED) eski başkanı Alan Greenspan, ABD Senatosu Temsilciler Meclisi Denetleme ve Reform Kurulu oturumunda, tapındıkları sistemin fildişi kulelerini temelinden sallayarak fincancı katırlarını ürküten meşhur finans krizine değinirken yaptığı konuşmanın satır aralarında alışılmamış çarpıcı itiraflar vardı.
Eski başkan Greenspan;  “ Ekonomiyi algılama modelinde yanlışlık olduğunu,  gelinen durumdan kısmi sorumluluklarının bulunduğunu…”  sunduğu raporunda adeta günah çıkarırcasına yer veriyordu.

Aynı günler, ABD’de bazı itirazlara, cılız da olsa bir takım karşı protestolara neden olan toplam yedi yüz milyar dolarlık kurtarma paketinin mali denetimini üstlenen Pricewaterhouse Coopers, mali gündeme ilişkin sunumunda  “ Hiçbir şeyin eskisi gibi, öncekinden daha iyi ve çok mükemmel olmasının asla beklenmemesi…” gerektiğinin altını önemle çizdiği günlerdi. ( a.g.y )

Ayrıca küreselleşme karşıtı ATTAK hareketinin kurucusu, teorisyeni, öğretim üyesi Prof. İgnacio Ramanet, eski Sovyet Sosyalist Sovyetler Birliği’ndeki merkezi ve de planlı ekonomik uygulamaya atıfta bulunarak,  “ Bu gün gelişmiş ya da gelişmekte olan devletler, bir zamanlar olduğu gibi  5  ( beş ) yıllık kalkınma planlarından söz etmek zorundalar… ” utangaç itirafı ile yaşanan alaca karanlığın belirsizliğinde duyulan korku ve endişeleri doğruluyordu. (a.g.y)

Söylemek gerekir ki, kapitalizmin sunduğu ibret fotoğrafı keyif vericiydi doğrusu. Tünelin ucunda -emek cephesi lehine- ışık görünmemesine, ortalığı kaplayan flu görüntüye karşın umutlanmamak, Das Kapital’de formülasyonu yapılan evrensel öğretinin doğruluğunu ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu bir kez daha gördükten sonra, bilincimizin de desteklediği düş gücümüzü geliştirmemek elde değildi :

Duvarların yıkılmasını şampanyayla kutlayıp, onun öğretisi için “ Öldü !..” diyenlere, borsa spekülatörlerine, liberalizmin şakşakçılarına, medya baronlarına sakallı adam bir yerlerden “ Ne haber?! ” demesin de ne desindi?

Stadyumu dolduran halkı coşturması üzerine, elleri ezilip katledilen Şili’li halk ozanı Victor Jara’nın müziğinin eşliğindeki arka fonda ise, emperyalistlerin mahçup ve ezik, elini öpmek için yaşlı bir adamın önünde, son derece terbiyeli ve usluca bekledikleri görülüyordu.

Yaşlı adam elbette, yıllar önce yaptığı savunmasında: “ Tarih beni haklı çıkaracaktır. ” diyen ve Amerikan’ın emperyalist ambargosuna halkı ile birlikte yıllardır kararlılıkla direnen yaşlı gerilladan başkası değildi. Final sahnesinin en eğlenceli, en ironik ayrıntısı ise, o an, o tören esnasında mütevazi haki giysisinin üzerinde hiçbir rütbe ifadesi bulunmayan bu yaşlı gerillanın, uzamış beyaz sakalını sıvazlarken yan gözle orada bulunanlara  bakması, hınzırca ama mağrur gülümsemesiydi.   

* * *

Yankee emperyalistleri Meksika Körfezi’nin doğusunda, Karayip denizinin Küba semalarında doğan güneşin, hegemonya ve tahakküm zincirinin üzerinde yarattığı yıkımı, daha fazla prestij ve zaman yitirmeden onarmalıydı. Bu yol gösterici ışığın,  başka bölgelerin ve dünyaların halklarına  “kötü örnek” olmaması için de, ne denli güçlü ve karşı konulmaz dünya jandarması olduğunu, bizzat Domuzlar Körfezi üzerinden canlı olarak göstermeliydi. Burnunun dibinde, “huzuru ve güvenliği bozan”  böylesi tehlikeli kımıldanmalara olanak verdiği sürece, kıta coğrafyasında ekonomik, politik ve toplumsal sistemleri daha uzun vadede korumakta zorlanacağı ortadaydı.

Öncelikle, Küba adasındaki  devrimin “ geçici, yanıltıcı, yerel bir başarı olduğunu ”, oradaki düzenin kendisinin koruması olmadan yaşamasının ve varlık göstermesi şansının olamayacağını göstermek için ivedilikle harekete geçildi. Sonuç düş kırıklığı idi: ABD’nin Domuzlar Körfezi çıkarması, böyle bir politik rövanş alma telaş ve histerisi içinde daha başladığı yerde bitti. Emperyalizmin, Latin ve dünya halklarının yüreklerinin attığı yer olan Havana’ya nişanlayıp ateşlediği silah kendi kanlı suratında patladı.

Ne var ki, Amerikan emperyalistleri tahakküm araç ve yöntemlerinin, salt silahlı aksiyon metotlarıyla, işgallerle sınırlı olmadığını, emperyal amaçların salt askeri strateji ve taktikler anlamına gelmediğini, gelemeyeceğini, ağır bedeller ödemesine karşın göstermekte gecikmeyecekti. Artık, kartların hemen ortalık yere saçılmadığı, emperyal çıkar ve amaçların aleni ve fütursuz operasyonlarla deşifre edilmediği, Meksika Körfezi’nin Karayipler açıklarında, insanlık onurunu örseleyen, insanlığın kanını donduracağı soğuk savaş zamanıydı.

Böyle bir savaş daha çok sabır, daha fazla kararlılık ve daha uzun bir soluk gerektirecek, hem emperyalist saldırganlık hem daha ileri devinimlere gebe olan devrimci bir direniş için, tahminleri yanlış çıkaracak biçimde oldukça uzun sürecekti. Pentagon kurmaylarınca öngörülen, tasarlanan ve uygulanan bu politik  mücadele yöntemi, özellikle finansal arenada sürdürülecek bir yalıtım ve tecrit savaşını bağrında taşıyordu.


Bu, Küba’yı ve Küba halkını bölgede yalnız bırakma, ötekileştirme, sistemini zaafa uğratma, dünya kamuoyundan, Latin coğrafyasının, bölge halklarının desteğinden soyutlama operasyonuydu. Sosyalist Havana’nın emekten yana yönetiminin, daha başlangıçta komşuları ile ekonomik, sosyal, siyasal ilişkileri mercek altına alınarak sürdürülecek izolasyon, ağırlıklı olarak paranın saltanatının orantısız güç gösterisine dönüşecek olan, vahşi bir ambargosundan başka bir şey olmayacaktı.
                          
ABD, ticari ambargo içeren bu tecrit politikası ile:
·        Askeri ve ekonomik gücüne karşı çıkılamayacağını ve de çaresiz boyun eğilmesi gereken bir ülke olduğunu Küba halkına ve dünyaya göstermeye devam edecekti.   
·     Dünya kamuoyu, her geçen gün güç ve değer yitirecek olan genç sosyalizmin ekonomik ve politik sorunlar karşısında çözümsüzlüğünü ve zayıflığını görecekti.
·       Başta Latin Amerika halkları olmak üzere, giderek kıta Afrika’sı, Vietnam, Kamboçya v.b. gibi Uzak Doğu ve elbette Orta Doğu halklarına şantaj yapabilecek, gözdağı verebilecekti.

Uygulanan ekonomik tecrit, emperyalist abluka Küba’nın diğer ülkelerden -sanayisi ve günlük yaşamı için can alıcı konumda olan- ham maddelerin alışını engellediği gibi, aynı ülkelere mal satışına da yasak getirmektedir. Amerikan emperyalistleri bu halleriyle eskinin yol kesen haramilerinin güncellenmiş kopyası gibidir.

Yani akla hayale gelebilecek her türden mamul, sıradan ve en temel gereksinim ürünleri, sanayi hammaddeleri, ilaç, sağlık araç ve gereçleri, ne olağan ülkeler hukukuna ne de uluslararası hukuka uygun olmayan, son derece adaletsiz, gayrı meşru ve keyfi bir yasağın içindedir. Aynı tecrit ve tahakküm politikasının devamı olarak, kıta Amerikası’nda bulunan diğer ülkelere, hatta başka deniz aşırı ülkelere Küba ile ticaret yapmamaları dayatılmakta, bu yasağa uymayan devletlere de, aynı izolasyon politikasının uygulanacağı tehdidi başları üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanmaktadır.

Küba insanı gıda başta olmak üzere en temel gereksinimlerden yoksun bırakılmış olup, çepeçevre kuşatılmış olan sosyalizmi korumanın ve yaşatmanın zorluklarının bilincinde, ama doğan her yeni günle birlikte inançlarını da sağlamlaştırmaktadır. Bu mücadelede yeni deneyimlere ve başarılara imza attıkça, dünya halklarının gözünde saygınlığını arttırmaktadır. Öz değerlerine sahip çıkıp zenginliklerini gereksinimleri kadar eşit ve adil paylaştığından, Emekçi halk kapitalist toplumların yaşadığı uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarından ve derin sosyal uçurumlardan kaynaklı yıkımı, altüst oluşu ve hak ihlallerini yaşamıyor. Havasını soludukları, suyunu içtikleri toprakların nimetlerinden ortaklaşa ve adilce yararlanmalarının yanı sıra, kendilerine ve özgür vatanlarına dayatılan ambargonun yokluklarını da sıkıntılarını da, eşsiz bir özveri ve direnme örneği göstererek birlikte omuzlamaktadırlar. Onca yaptırıma, sıkıştırmaya ve yokluğa karşın, orada ne işsizlik, ne cinnet ne cinayet görebilirsiniz… İnsanlar şaşılacak denli mutlu ve güven duygusu içinde yaşamaktadırlar. Mutlu insanların sokak başlarında birlikte dans edip şarkılar söylemesi görülmeye değerdir. Yaşam capcanlıdır. İşçisiyle doktoruyla, öğrencisiyle öğretmeniyle, hemen her meslekten Küba insanı, moral, güven, gelecek doludur. Gringo’nun yarattığı, dayattığı yokluğa, yoksulluğa, darlığa ve de karanlığa inat direnmekte, yaşama asılmakta, kendilerini buldukları, kendilerini ifade edebildikleri, özcesi tek varlık nedenleri olan sosyalizme dört elle sarılmakta, onu -nazlı ve kırılgan bir çiçeğe bakar gibi-  büyütmektedirler.
         
Ada, öz kaynaklarının, sosyalizminin olanaklarının, hak edilmiş insanca, adaletli bir yaşamın sürdürülebilmesi için uygun ve de yeterli olmasına karşın, neden varlık içinde yokluk çektiklerini çok iyi bilmektedirler. Çünkü “ Marksizm Öldü ! ” diyenlere yan gözle bakıp, sakalını sıvazlayan adamın muzipçe gülümseyip göz kırpmasının yüzlerinde bıraktığı sıcaklığın ve sevecenliğin ayırtındadırlar.

Havana’da 1 Mayıs resmi törenleri başta olmak üzere, düzenli aralıklarla örgütlenen mitinglerde hemen her kezinde evlerde, iş yerlerinde insan kalmamacasına caddeleri ve alanları dolduran milyonlarca inançlı ve kararlı insanın, yoldaşları Fidel’i coşku içinde ve can kulağı ile dinlemesinin temelinde böyle bir toplumsal gerçek ve inanç hali yatıyor olsa gerek…      

Küba başta sağlık ve eğitim olmak üzere, barınma hakkından sosyal güvenliğe, yaşamın her alanında eşit, özgür ve adil çalışma koşullarını, barış içinde bir arada yaşama ilkesi ve toplumcu ilerleme anlayışı içinde yerleştirmeyi başarmış bir ülkedir. Küba Sosyalist Cumhuriyeti eşit ve özgür yurttaşlarına aldıkları eğitime göre, beceri yetenek, gereksinimlerine uygun çalışma olanakları sağlamakta, ekonomiden kültüre, sosyal alandan sanayiye tüm alanları planlı kalkınma programlarıyla düzenlemekte, devrimin,  sosyalizmin seçeneklerini ve olanaklarını yine eşit koşullarda sunmaktadır. Durum böyle olunca kapitalist ülkelerde yarış atlarının yarıştığı hipodroma dönen eğitim kurumları, hastalarını müşteri, sağlık merkezlerinin, hastanelerin ticarethane olarak görüldüğü sağlık alanları, burada, bu küçük ada ülkesinde, merkezine insan sağlığının, insan emeğinin oturtulduğu, topluma ayrıcalıksız  hizmet veren, üretken, sorgulayan ve araştıran, eğlenceli toplumsal kurumlara dönüşmüştür. Okullarında, gözleri ışıltılı çocuk ve genç öğrencilerin eğitim gereksinimini karşılayacak, araştıran, sürekli okuyan, üretken öğretmenler yetiştirilmektedir.

Sınıflar, anfiler aydınlık ve ferahtır. Ambargo nedeni ile eğitim araç ve gereçleri oldukça eski ve yetersizdir. Eğitim kurumları, devletin sömürü, yanıltma-yanılsama aracı olmaktan çıktığı sosyalizm sayesinde okuma, öğrenme, sorgulama yuvasına, deney ve araştırma cennetine çevrilmişken, yine Amerikan ambargosu marifeti ile, tek bir tebeşir parçasının sırayla, hem de tutulabilecek en küçük kırıntısına kadar kullanılması, atılmaması, değerlendirilmesi manidardır.
         
Adadaki sağlık alanlarına ve sağlık kurumlarında çalışanların çalışma koşullarına baktığımızda da, aynı mağrur ve gururlu gülümseme, aynı acı ifade yüzümüzde belirmektedir. Yankee ülkesinde meslektaşlarının bir kez kullanıp tıbbi atık sepetine attıkları deney tüpünü, basit bir lamel parçasını, onlar kesinlikle yere düşürmeden, defalarca itina ile kullanmak zorundadırlar.  Sadece ada halkının değil, dünyanın diğer geri bıraktırılmış, yoksul halklarının sağlık sorunlarını da çözmek için didinen, maharetli ve özverili elleri, gülen gözleriyle ışık saçan yüzlerce genç doktor, ne acıdır ki, sahip oldukları az sayıdaki medikal aracı ( Steteskopu, tansiyon aletini v.b. gibi ) sırayla, nöbetleşe kullanmak zorundadırlar. 

Buna karşın, Küba’nın yaklaşık otuz bin doktoru, bu gün dünyanın yoksul ülkelerinde ücretsiz sağlık hizmeti vermektedir. Fidel’in bu gerçekle örtüşen   “ Biz ABD’nin geri bıraktığı ülkelere doktor ve ilaç göndeririz, asker değil…” sözü çarpıcı olduğu kadar, sosyalist dünya görüşünün yadsınamayacak gerçekliğini de özetlemektedir.   

Büyük insanlığın hiç de hak etmediği halde onca açlık, işsizlik, sefalet yetmezmiş gibi, ölümcül kanser hücrelerinin ve meslek hastalıklarının da yakasına sarılması, petrol ve dolar bağımlılarının, tekel karı ile beslenen holdinglerin vazgeçemedikleri nükleer santrallerinin, genetikleri ile oynadıkları gıda ürünlerinin ortalığa kanserojen saçtığı pisliklerinin eseri değil midir?  Küba insanı bu gerçeklerin farkındadır ve inatla anayurtlarına sahip çıkmakta, çalışmakta, üretimden kopmamaktadırlar. Yukarıda saydığımız kokuşmuşluklara ve emperyalist hegemonyaya karşın, Küba devrimi, sermayenin emperyalist boyunduruğuna yıllardır direnmektedir.

Karşı devrimci senaryo önceleri kusursuz ve güzeldi. Ne var ki, uygulanışında ise her şey düşünüldüğü gibi gitmedi. Serpilen sosyalizmin genç ve taze filizlerinin sürdüğü, demokratik halk yönetiminin giderek güçlendiği Küba’yı soluk aldırmaksızın kuşatan ABD ambargosunun acımasızlığı, devrimin haklılığını sonsuzluğa akıp giden ve her geride kalan yılla birlikte, bir kez daha kanıtlamaktan başka bir işe yaramadığını gösterecekti.
              
Geride bıraktığımız 2008 yılı sonu itibari ile Küba Devrimi 50. zafer yılını doldururken, izolasyon politikası da, elinde “Hürriyet” meşalesiyle “Miss. Amerika”nın kanlı vampir dişlerini gizleme çabaları da, masumiyet maskelerinin sıyrılmasını, sahte demokrasi perdesinin düşmesini engelleyememektedir. Siyaset ve toplum biliminin değişmeyen öngörüsü odur ki, mutlu Amerikan Rüyasının görüldüğü sıcak yatakta huzurlu günler, yavaş yavaş gerilerde kalmaktadır.

ABD Senatosu içinde bazı muhalif çevreler, ambargo karşıtı söylem ve tutumlarla yüksek sesle belli etmeye başlamışlardır.

Finans krizine dek “Yeni Dünya Düzeni” yanılsaması ile sundukları senaryonun alternatifinin olmadığı ve kusursuz işlediği abartısı ile kasılan kapitalistlerin artı değerden ve tekel karlarından zarar ettikleri, kontrollü üretim, daralma, alabildiğince işsizlik ve sınıf çelişkisi sürecinde, zevahiri kurtarabilmek için yeni laf kalabalığı, dikkat dağıtma, hedefi bulandırma yöntemlerine, yeni manipülasyon tekniklerine yönelmesi önümüzdeki günlerin olası sefil manzaraları olarak öngörülebilir.
                           
Sistemi ciddi bir durgunluk içinde olan beyaz adamın yeni siyasal erk olarak siyahi lider Barack Obama ve ekibini tercih etmesi, değindiğimiz olası politik tutumla örtüşen bir manevra olarak değerlendirmek olanaklıdır. Bu kanıksanmış vitrin değişikliğinin getireceği bölgesel, örtülü ve yanıltıcı politikalar yeni yayılma-hükmetme taktiklerinin birer parçasından başka bir şey olmayacaktır. Şöyle ki:  

Ülkemize gelen yeni Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ayağının tozu ile  “ Barack Obama’ nın Bush yönetimine göre, Suriye, Irak ve İran’a yönelik yeni ve çok farklı bir yaklaşımlar benimsediğini” söylemesi… Yine, meşhur “Oval Ofis” mağduru, adı geçen hatun aracılığı ile Türkiye’nin İran ile olan ilişkilerinde bir katalizör görevini yerine getirmek üzere ara buluculuk rolüne soyundurulması vs…
      
Yankee Emperyalizmi, işgal altındaki Filistin’in Gazze hattı üzerinden bölge düzeyindeki hegemonyasının dozunu, yıllardır eline silah verip şımarttığı edepsiz çocuğu İsrail aracılığı ile giderek arttırırken, Irak topraklarında sağır sultanın duyduğu, ayyuka çıkmış talan ve sömürüsünü göreceli azaltıp gizleme gereksinimi duymakta, hatta önümüzdeki bir sene içinde, aşamalı olarak  çekileceği sinyalini vermektedir. ABD’nin şeytanı detaylarda gizli… Buradan hareketle, Küba adası üzerinde, günümüze dek sürdürdüğü itibarsızlaştırma, yalnızlaştırma politikalarında olası sürpriz değişikler de, diğer yanılsamalı ve sahteci politikaları gibi, geçici, tümü ile yerel, kesinlikle yer ve zamana özgü, başka bir deyişle tümüyle konjonktürel olacaktır. Dikkate almak ve altını çizmek gerekir ki, uzak ya da çok yakın olan bu öngörüler, uluslararası finans kapitalin yayılmacı ve komplocu karakteristiğini, emperyalist kimliğini hiçbir zaman, kesinlikle değiştirmeyecektir.


Yaşadığımız günlerde, Senato’nun Dış İlişkiler Komisyonunda bir grup Cumhuriyetçi üyenin hazırladığı  “ Sürdürülmekte olan Küba politikasının değiştirilmesi Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarınadır. ” biçiminde özetlenebilecek raporun, önümüzdeki günlerde ciddi tartışmaları beraberinde getirerek, iç politikada suları ısıtabileceği, Gringo’nun şahin politikasının geleneksel duruşunu bozabileceği, statüko için sonun başlangıcı anlamına gelebileceği haberlerini yazılı basının dış haber kaynaklarından alabiliyoruz.
                           
Zaten yürürlükte olan, güç gösterisi yaparak boyun eğdirmeyi hedefleyen kıskaç politikasının Latin Amerika’lı ve Avrupa’lı müttefiklerinden gelen “yumuşatılması” önerilerine, alçak sesle dillendirilen tepkilere karşın, ne Senato’ da ne de senatonun ilgili komisyonlarda her hangi olumlu bir gelişme olmamıştı. Son yaşanan finans krizinin Yankee ekonomisinde yarattığı sarsıntılar, giderek derinleşen Irak açmazının artçı sarsıntıları, Senato’da hala etkili olan mevcut politikaları zorlayacak olan yeni dinamiklerdir.

Burada ayakları üzerine oturtmaya çalıştığımız öngörünün en önemli belirtisi, şimdiye dek birçok konuda karşı karşıya gelen Cumhuriyetçilerle Demokrat Parti üyelerinin, Küba Sosyalizmi ile sürdürdükleri katı çizginin konjonktüre göre ( Irak çıkmazı, finans krizi v.s.) birbirine benzeşen bir dilde buluşarak, yeniden gözden geçirmeleri, “ortak çıkar”larına vurgu yapabilmeleridir.
                 
Gringo, elli 50 (elli) yıldır sürdürdüğü adaletsiz Küba politikasının değiştirilmesi, eğer uluslararası sermayenin çıkarına olacaksa, şimdilerde ülkesinde, bizzat Senato’nun içinde sert eleştirilere, muhalif seslerin yükselmesine neden olan siyasi özlü ekonomik ambargoyu kenara itecek, daha olmadı en azından yumuşatıp gevşetecektir. Muhtemelen ilerleyen günlerde, Senato’ya getirilmesi beklenen raporun, ABD iç politikasında yeni politik dengeleri ile birlikte yeni pazarlık malzemelerini oluşturacağı, toplumun kimi kesimlerinde yeni beklentiler yaratacağı olasılıktır.

Sonuçta, sular tekrar durulacak… Gringo elli yıl gibi sürdürüle gelen mevcut ambargoyu sona erdirecek, ya da ben azından dozunu düşürüp, değişim beklenti ve istemlerini biraz da zamana yayarak gözle görülür bir gevşeme yaratabilecektir.
               
Böylece: 
·   Küba ile politik ve stratejik bir yakınlaşma anlamında olmayan, sadece ekonomik düzeyde ticari iş yapmak isteyen Latin Amerika ülkeleri ve Avrupa’lı müttefikleriyle arasının açılmasına neden olan pozisyona artık bir son verebilir.
·     Sanki çok derdiymiş gibi “uyuşturucu kaçakçılığı” ve yıllardır başını ağrıtan  “göç sorunu” konularını görüşmek bahanesiyle, Küba Devrimi üzerinde yeni entrika ve komplo fırsatları yakalayabilir.
·  “ Bakın Küba adasındaki ekonomik sorunların asıl nedeni ambargo değilmiş…” spekülasyonu ile yeni sinsi manevra ve manipülasyonlara yönelebilir.
·     Ekonomik tecritle kendi kendine yasakladığı adaya, diplomatik ilişki düzeyinde de olsa tekrar çıkma şansını yakalayabilir.

                                                                       
                                                           Hasan Oğuz BİLGEN, 20 Mart 2009, Karşıyaka


Haber Tarihi: 06/06/2009  
Haber Editörü: Özgür Medya  
Haber Kaynağı: Özel