15 Aralık 2021 Çarşamba

OSMAN GÜN... KENDİ ARAMIZDA "İNEKÇİ OSMAN" ( 2 )


Şahlanan döviz kuru, kitabı yazılan ekonomi... Son yazıda 'Bilinenin yinelenmesi, cesur söylemlerimiz ve iddialı sloganlarımız anlamına geliyorsa'  dedik ya bir kez. Durum böyle olunca, demek ki yeterince yazıcısı bulunan 'derin analizler'in 'ciddi' konularının ötesinde; yine belleğimizin bekçileri olan anılarımızdan, gül yüzlü gül nefeslilerden dem vurmak yetecek anlaşılan.  Az da olsa moral bulma, gönlümüzü ferah tutma... İçimize soğuk sular serpme adına.

Yoksa, yaşanan an öyle böyle değil, sözcüğün gerçek anlamı ile tam bir karabasan. "Üreticinin zarar etmediği" söylenebilen, üstüne "Ekmek yoksa pasta" önerilen şu kahrolası düzende, adeta rehin tutulan Garibe Gezer ve de KHK' lı sağlık emekçisi Fatma Demirel gibi tutsakların, devlet ağzından utanıp kızarmadan "hücrelerinde intihar ettiği",  hasta Halil Güneş'in "yazgı" imasıyla "öldüğü"(!) açıklanabiliyorsa, dayatılan zulüm sınıf mücadelesi tarihindeki eşlerine rastlanır cinsten oluyor.  En masumane yurttaşlık bilinci ile "size de düzeninize de karşıyım ve dayatmalarınıza boyun eğmiyorum" diyene "reva" görülen organize cinayetler, sadece ar damarının çatlamasıyla açıklanabilir mi?  Ha, bir de "gemi azıya almak" gibi, onca olup biten gerçeklikle birebir çakışan bir halk deyişi var. Özün sözüne ne buyururlar?!

"Önce siz ateş edin mösyö burjuvazi" demişti Karl Marks... Yer ve zaman koşulları değişse de, söylemimiz de eylemimiz de örtüşür ve eş anlamlıdır;  para babalarının günahları kadar sevmedikleri sakallı adamla. Şimdi acının hakikatlisini çeken biziz. Başka anavatan yok, hiçbir yere gitmiyor hiçbir yere kaçmıyoruz. Elinizde sayılırız bir bakıma; içerde dışarda. Buyurun, ateş edin!  Yarından sonra kimin ağlayacağı, kimin kaçacak fare deliği arayacağı belli olmaz. Hele bir, bizim Osman'ın "mengene kerpeten" hareketinin tek çıkar yol, tek kurtuluş seçeneği olduğu anlaşılsın! 
Hani dudak büküp "amele takımından" dedikleri, baldırı çıplaklar. Ebedi tokluğu fethedecek olan ezeli açlar. O muhteşem final hareketini yapmaya karar versinler bir...  Kim yerlerde "sekiz çizer" ve dahi kim olduğu yerde tespih böceğine döner, hep birlikte görürüz.    
.   .   .  

Bu acılara benim diyen dayanamasa da... İnsanız ya sonuçta. Sığınacak bir yoldaş sıcaklığı, içimizi ısıtacak bir dost anısı arıyoruz. İkisi de, hatta dahası da var bizim İnekçi Osman'da... Hayvancılığın yanı sıra, gereksinimini ve harçlığını çıkaracak kadar bağ-bahçe işleri ile de uğraşır. Şimdilerde, sevgili oğulları Semih'le Kadir'in yaptığı ölçüde yapmasa da, dikip suladığı fideleri bakar büyütür;  evine gelenlerin torbalarını, arabalarının bagajlarını itirazlarını dinlemeksizin tıka basa doldurur. Onun itirazsız paylaşım ısrarı, savunduğu dünya görüşü gereğidir. Yer ve koşullar her ne olursa olsun, adımları aklının izinde gider. En darda, en zorda olduğunda dahi vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışıp kalmaz... Omurgalı arkadaşlarımızdandır. Her daim dik durur; eğilip bükülmez, el etek öpmez... 

Onun eğilip bükülmezliğinin kökleri lise yıllarına, yani devrimcilerle tanışmasına gider. Önceki yazıda yokluktan denmişti okuyamamışlığı... Öyle değil elbette. Doğrusu "dik duruşundan, okuldaki devrimci arkadaşları ile birlikte dayanışma içinde oluşundan" olacaktı. Osman arkadaşları ile birlikte saldırılara göğüs gerer, yere sağlam basar, sağlam durur. Ne ki, eyleminin de duruşunun da bedelini öder. Diğerleri ile birlikte okuldan atılırlar. Her biri değişik liselerde bitirmek zorunda kalır. 
.   .   .

Osman hesapsızlığa, plansızlığa tahammül edemez. Yapılan her iş ve girişilen her üretim planlı programlı, hesaplı kitaplı olmalıdır. Kötü niyetli olmasa da düşülen bir hesap hatasında asla sessiz kalamaz. Yakını da olsa -mahcup olması pahasına- doğruyu söylemekte sakınca görmez. Öylesi anlarda, kısık ve bulanık gözlerinde o ana dek görülmeyen kızgınlık ve itiraz kıvılcımları uçuşur. İlerleyen yıllarda görme yeteneğini yitirir. Göz kapakları iyice kısılır. Değişmeyen ise, sinirlendiğinde o sönen gözlerde öfke ve itiraz şimşeklerinin çakması, birlikte yaşadığımız duygu yoğunluklu anlarda yine sadece bizlerin ayırtına varabildiği buğulanmalardır.

O gün bu gün, o onurlu gözlerde sorgulama ve isyan kıvılcımlarına neden olan baskın sınıfın egemen anlayışı halen iktidarda.
 
Hayatında tarla tozu görmemiş Tarım Uzaktan Bakanı, ülkede zarar eden üretici olmadığını söylüyor. Suça ve adaletsizliğe göz yummayan, ortak olmayan herkese çemkiren suç işleri bakanı, suça karşı çıkana, hak-adalet arayana parmak sallıyor. Tehdit ediyor. Açıkladığı enflasyon oranı rakamları, yine bizzat kendilerine bağlı bir kurum olan İŞKUR tarafından yalanlanan TÜİK'e göre istihdam artarken, işsizlik oranı da haliyle düşüyor(!) 

Sevgili dostum, o yumuk gözlerinde eksik olayan öfke ve heyecan, şefkat ve hoşgörü alaca karanlık günlerimizde bizlere cesaret veriyor, içimizi açıyor. Hep vardınız. Her daim de oralarda bir yerlerde, yüreklerimizin bir köşesinde, hep var olacaksınız.  En sevdiği "Ay Karanlık" şiirini okuyan sevgili Zafer'imizin omuzuna dokunan o dost elinin sıcaklığı omuzlarımızdan hiç eksik olmayacak. Bilesin.    


 Hasan Oğuz Bilgen, Camiönü-Turgutlu, 18/12/2021




7 Aralık 2021 Salı

OSMAN GÜN... KENDİ ARAMIZDA "İNEKÇİ OSMAN" ( 1 )

 


İnsan nasıl olur da kıskanmaz. Öykünmez; gıpta etmez şairi? 

Ah, "Adlarınız geliyor aklıma. Sevdiğim o çiçek adları gibi."  Nurettin, Mete Atilla, Kadir, Saner, Sabahat, Doğan, Halil, Mine, Davut, Hatice, Zeki, Bedrettin, Bedir Ali, Tamer, A.Rıza Yerli, İbrahim Levent, Akile, Neşe...  Ah, lakaplarınız geliyor aklıma: Hoca, Dayı, Patron, Sarı, İşçi, Palu'lu, Alman, Şair, Boyacı, Kıbrıs'lı, Eleman, Kuri,  Köfteci Kız...

Ve daha niceleri.  Sevdiğim çiçek adları gibi.

.  .  .

Şahlanan döviz kuru, kitabı yazılan ekonomi... Dillere pelesenk, kabak tadı veren haberleri dinlemekten bıkmış usanmış durumda burnundan soluyor. Yumuyor gözlerini. Durmaksızın, bir solukta dökülüyor: 

" Dışa bağımlılık olgusu ve emperyalizmin arka bahçesi olma gerçeği değil midir, onca yokluğun, yoksulluğun, işsizliğin nedeni ?  Nereden bakarsan bak, hangisini alırsan al iler tutar yeri yok; değişmiyor! Sonuç, bilinenin tekrarı, tek yol devrim, kurtuluşa kadar savaş anlamına geliyor. Ol nedenle, malumun tekrarındansa, sen yıllar önce kralın çıplak olduğunu söylemiş güzel insanlarımızdan, şöyle sıradan basitçe söz et ki gönlümüz açılsın. "

Konuya orta yerinden giriş, rest çekercesine kestirip atma bir Demirci Arif Usta Klasiği.  Öfkesine sual olunmaz. Ne ki, büyüklerin öğütlerine tutmak, ustaların sözünü dinlemek gelenektendir. Uymak gerek: 

Osman Gün örneğin... Biz bizeyken "İnekçi Osman".  

Belleğimizin siyah beyaz fotoğraflarından gözlerimizin içine içine bakıp, bulanık gülümseyen gül yüzlü arkadaşlarımızdandır Osman. Bu topraklarda doğmuş, bu toprakların yoksul insanlarındandır. Elbette yokluktan okuyamamış, celep babası gibi hayvancılıkla geçimini sağlamış, özü bir sözü bir dosdoğru, emek yoğunluklu, onurlu bir yaşam sürmüştür. İlk gençlik yıllarında devrimcilerle tanışmış ve son nefesine dek sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, eşit ve de adil bir dünyanın mümkün olduğuna olan inancını yitirmemiştir.  

Genç yaşında görme sorunu yaşamış, rahatsızlığı ilerleyen yıllarda kalıcı olmuştur. Tüm çabalara ve girişimlere karşın tedavisi yapılamamıştır. Görme zayıflığına karşın, hepimizden güçlü elleri, kendine özgü yumuşacık bir yüreği, eşine az rastlanır, tadına doyulmaz bir yarenliği vardır. Yufka yüreği ile baktığı ineklerin dilinden anladığı gibi, beklenmedik zararlar yaptıklarında güçlü kolları ile onları kaldırıp yere yatırarak cezalandırması şehir efsanesi olmuştur. İnekçi Osman'ın, kendisine takılarak dalga geçmeye çalışanlara uyguladığı "mengene/kerpeten" hareketini bilmeyen, daha doğrusu acı kuvvetini tatmayan, yaşamayan yoktur. Onunla yakın mesafedeyseniz, hiç hoşlanmadığı bir sözü etmişseniz, bir de elinizi eline kaptırdıysanız; yerlerde sekiz çizmeniz, tespih böceğine dönmeniz kesindir. Onun mengenesine kısan çok zayıf biriyse eğer, birkaç dakika havada bayrak gibi dalgalanması olasıdır. Abartı değil, böylesi bir olayın tanıkları halen hayattadır. 

.  .  .

Henüz sabahın körü denemez. Günün ışımasına epeyce var. Gediz Köprüsü'nü egzoz patlatarak geçiyoruz. Altımızda 90 model Rus arabası Lada... "Yavaş be!" deyip inliyor, arka koltukta uyumaya çalışan akşamdan kalma Nurettin Karabaş, "Motoru koparacaksın."

Ön koltukta Osman kaykılmış. Gülüyor kıs kıs;  birlikte olmanın zevkini sürüyor, keyfine diyecek yok: "Yoldaşların arabası bu. Bir yeri kopmaz. Sen kendine bak." Ve görmeyen gözlerini ovuşturuyor.

Köprünün hemen sonrası asfaltın ikiye böldüğü Yeniköy. Orayı da yanarak alelacele geçiyoruz. Elbette köyün çıkışında trafik çeviriyor:  "Ehliyet, ruhsat.."   

Lada'nın içini inceleyen dik bakışlar. Alaycı bir gülüş:  "Meskun mahalden hangi hızla geçileceğini öğrenemediniz mi?!" Sertleşiyor giderek: "Hadi arkadaki sızmış uyuyor, anladık. Sen, öndeki."  Adeta heceleyerek"Kör mü sün?", "Km. saatine bakmıyor musun?"  Ve ceza... 

Gözlerimi yoldan ayırmadan, sessiz, alaylı biçimde gülme sırası bu kez bende"Ulen İnekçi, memur nereden bildi dersin?"  Belli söyleyecek söz bulamıyor. Yutkunuyor. "İnince görürsün sen!" imasıyla, oturduğu yerden "mengene/kerpeden" işareti yapıyor. 

 .  .  . 

İnekçi Osman'ın günbegün sönen/körelen gözlerini göstermek için kim bilir kaç kezdir, Kınık-Poyracık köyüne yana yıkıla araba sürüşümüz. Ne doktorlar baktı o gözlere, çekilen filmler, yapılan görme testleri... Kesin olan raporu, en son üniversite hastanesi vermişti: "Beyine giden göz sinirleri eks olduğundan kalıcı tedavisi olanaksızdır." Osman bu!.. "Siz de doktor musunuz" yakınması ile asla oralı olmadı. Umut bu ya!  Kınık-Poyracık köyündeki lokman hekim Hasan hoca'yı duymuş eşinden. Zuhal, Osman'ın eşi. Poyracık komşularından, Soma-Süleymanlı'dan... Biz bıkmadık o yolları aşındırmaktan, Lokman hekim kesin bıkmıştır aynı otu vermekten. Umut bu. Daha ne şakalara, ne yarenliklere bahane oldu o umut yolu. Ne, İnekçi usandı takılıp onunla uğraşmalarımızdan, ne o Rus arabası bıktı kahrımızı çekmekten.

İnekçi Osman yıllar sonra -ölümüne yakın- itiraf edecekti, öldü sanılan gözlerinin ıslandığı akşamın bir vaktinde. Poyracık yollarında derdinin sönmekte olan gözleri olmadığını, canı kadar sevdiği dostları ile birlikte olmasının, yani bizlerle birlikte zaman geçirmesinin en büyük ve en son mutluluğu olduğunu...

.  .  .

Güzel dostum!  Yürekli dostlar!  

İnanın, umut edin. Biz, yeniden bir araya gelmesini biliriz. Ağız dolusu gülmesini de... Öğrenci evlerinde "İdi Amin" renginde sabahın ilk ışıklarına dek, yine demlik demlik çaylar içeriz. "Gündüz insan, gece hırt." hallerimizle toplanır, yine buluşup sarılırız.  Aykırı şiirler okur, firari türküler söyleriz.  Ay Karanlık !  Ay Karanlık !

Hasan Oğuz Bilgen. 07/12/2021. Kınık-Poyracık.