BİR LENNİE-DEBİ İRONİSİ
İçinden çıkılmaz gibi görünen çetrefilli
durumlarda, genellikle o anı kurtarmak için ayaküstü, kolayca ediliveren kimi sözler vardır. Ne için söylendiği ve hangi sorundan hareketle sarf edildiği belli
olsa da, o söylemin ne anlama geldiği ve ucunun nereye dokunduğuna pek bakılmaz.
Kulağımıza hoş gelse de, o anki ruh halimizle
örtüşse de, yaşamın kendisi göz önüne alındığında, bu sözler ülke gerçekleri
üzerinde teğellenmiş gibi durur. Ne var
ki, söz kestirilip atılmış sapla saman karışmıştır. Kuvvetli olasılıktır ki,
sorunun kaynağı ve sorumlusu olanlar badem bıyıklarının altından, utanmaz ve aşağılık
sırıtmalardadır.
* * *
“Trafik Canavarı” en çok sözü edilen ve sıkça duyulan deyişlerden birisidir.
O “canavar”, kapitalizmin önemli ayaklarından biri olan otomotiv sanayinde ve
elbette ki bununla yakından ilintili olan, taşeron ve ihale sisteminin
semizlendiği ve cirit attığı oto yollarda görülür. Ne acıdır ki yorgun tatil
dönüşlerinde, neşeli bayram günlerinde bolca mesai yapar. Avrupa’da böylesi esnek ve kuralsız çalışan,
artı değer üzerinden insan kanı, canı ile beslenen canavara an itibari ile
rastlayan olmamıştır. O diyarlarda yolda belde bir sakatlık bir talihsizlik
olsa bile bu, raporlarla ve belgelerle sabittir ki yüzde seksen teknik
nedenlerle olur.
Bizde ise olay genelde tekel karı-artı değer,
özelde alkol-adrenalin ve dahi cehalet merkezlidir. Başta sermaye güdümlü kukla
medya olmak üzere sistemin tüm kurum, kuruluş ve pek bi ciddi beyefendileri
konunun sosyal- ekonomik merkezini yüzde yüz, paso pas geçerler. Yollardaki
kaçış rampaları misali bir kaçış cümleleri mutlaka vardır. Karşıdan
bakıldığında bu ülkeyi ve insanını düşünüyormuş, seviyormuş gibi bilgece
edilmiş derin bir söz gibi gelir. Daima hazır ve nazırdır. Her sıkışık anda,
her daim imdada yetişir: “Eğitim Şart”!
* * *
“Biz adam olmayız” kaçamak sözünde de, topu saha
dışına atmak gibi bir kolaycılık vardır. Ardından kimi zaman “Sallandıracaksın
bir kaçını...” ukalalığı gelir. Bu adam olamamak ön yargısı ile histerik "sallandırmak" arzusu arasında mantıklı, açıklanabilir ve anlaşılabilir bir ilişki kurulmaya
çalışılır. Söz konusu konuşma dili nedense altmış, yetmiş yaş üstü yurdum insanında
görülmektedir.
* * *
Bir de “İş Kazası” kıvırtması var ki, “ bir olaya
sünger çekme” deyimine verilebilecek en güzel, en sahici ve en güncel örnektir.
İlk sözdeki korkak ve dolambaçlı anlatımla ikincisindeki karşı konulmaz arzu tıpatıp uyuşmakta, birebir örtüşmektedir. Sağlam ve güvenlikli üretim maddesi ve koruyucu malzeme için
harcanacak, harcanması gereken parayı zarar ve müsriflik olarak gören taşeron
patronunun neden olduğu cinayeti, alkollü araç kullanmaya, bir hatalı sollamaya
indirgeyip önemsizleştiren anlayışa ne demeli? “İş Kazası” ha!
“ İstem dışı, umulmayan bir olay dolayısıyla
bir kimsenin, bir nesnenin veya bir aracın zarara uğraması” diye yazıyor TDK sözlüğü… “Kaza” ha!
Örnek verilecek olursa, yetkili mühendis uyarısına karşın
güçlendirilmeyen baraj tahliye kapağının bir an gelip tonlarca suyu zapt
edememesi istem dışı bir durum! Öyle ya, kimse istemez böyle “üzücü bir olay”ı…
Özellikle de yatırım sahibi... Umulmayan, “üzücü olay”lar çoğaltılabilir; düzenli bakımı öldür Allah yapılmayan inşaat
iskelesinin, servisi ihmal edilen asansörünün beklenmedik(!) bir zamanda çökmesi, yatakhane,
barınma amaçlı kullanılan naylon barakaların bir anda tutuşması gibi…
* * *
“Doğanın Gazabı”na gelince… İbret veren(!), ders çıkarttıran(!)
lafızların başında geliyor olmalı. Lafazanlık yarışında dereceye giremese bile
mansiyon alabilir.
“Hopa’da doğanın intikamı korkunç oldu!” Siyah beyaz bir
Yeşilçam filminden sıyrılıp gelmiş replik sanki. “Doğa intikam alıyor!” gibi
başlıklar saçma diyor L.Doğan Tılıç ve sürdürüyor: “İntikam insanın işi!”
Bir çayın bir nehrin bir noktasından geçen su miktarı (hacim
olarak) 15-20 dakika içinde 100 kat, ilerleyen dakikalarda 1000 kat artarsa ne
olur?
Bu sosyal problemin yanıtı, orta okul yıllarımızın terleten havuz hesabının yanıtı kadar zor değil! Buraya kadar görünen, kendi mecrasında barış içinde, buldozersiz, betonsuz akıp duran çayın iyi hali… Bu en sıradan doğa olayına, bu doğal işleyişe yanlış ve bilgisiz debi hesaplamaları, var olan jeolojik yapının (arazi eğimleri, yapısal denge v.s.) ve bölgenin yağış miktarlarının dikkate alınmaması, sadece ama sadece bireysel/siyasi çıkar amaç güdülerek arazilerin, doğal örtünün, dere yataklarının tarıma, yerleşime açılması, özcesi rant üzerinde yükselen kent politikaları eklenince işte o zaman olan olur!
Bu sosyal problemin yanıtı, orta okul yıllarımızın terleten havuz hesabının yanıtı kadar zor değil! Buraya kadar görünen, kendi mecrasında barış içinde, buldozersiz, betonsuz akıp duran çayın iyi hali… Bu en sıradan doğa olayına, bu doğal işleyişe yanlış ve bilgisiz debi hesaplamaları, var olan jeolojik yapının (arazi eğimleri, yapısal denge v.s.) ve bölgenin yağış miktarlarının dikkate alınmaması, sadece ama sadece bireysel/siyasi çıkar amaç güdülerek arazilerin, doğal örtünün, dere yataklarının tarıma, yerleşime açılması, özcesi rant üzerinde yükselen kent politikaları eklenince işte o zaman olan olur!
An gelir; iyi yürekli insan azmanı Lennie’nin avucundaki minik
fare soluk alamaz olur, dev adamın avucunda son nefesini verir. Fareciğin
talihsiz ölümü ile “Fareler ve İnsanlar”ın kahramanı Lennie’nın dev cüssesinin
ve karşı konulmaz gücünün uzak yakın bir ilgisi yoktur. Dere yatakları
hafriyatla, beton yapılarla doldurulmasaydı, sulak alanlar imara açılmasaydı,
dağlardan özgürce inen serin dağ sularını bakımı yapılmamış, tıkanmış
menfezler, dağlara paralel uzayıp giden sahil yolu, asfalt dolgular
karşılamasaydı… Ah, bunlar hiç olmasaydı.
Her doğa parçası, her coğrafya, her Fırtına deresi, bizden
yana, yaşamdan yana yufka yürekli bir Lennie’dir… Her Lennie ise, biz onu
dürtüklemedikçe, kendi özgür ve doğal ortamında kendi halince yaşayıp giderken,
onu sıkboğaz etmedikçe zararsız çağlayıp denizlere akan bir devdir.
* * *
Sıcakdere coğrafyasının dağlara doğru yükselip giden ıssız bir
koyağında süren, koşullara göğüs germek ve zorluklarla ile mücadele etmekle, gerektiğinde
doğanın gücüne biat etmenin diyalektik uyumunu yakalamış bir yalnız yaşamın
solucanlarca kımıltılarını, kıpırtılarını aşağıdaki düzlükten fark edemiyorsunuz.
O serin yerde, dağın derinliğine ilerleyen o koyağın çetin koşullarında
şaşırtıcı biçimde barış içinde yaşayan bir doğa adamı, bir bilge adam yaşar.
Seksenine yaklaşmış olan yaşlı adam, insanı hayrete düşürecek denli dinç ve
sağlıklıdır.
Elektriği yoktur; kendisi ve yetiştirdiği ağaçları için gerekli
olan suyu, kulübesinin sırtını yasladığı yüksek kayanın derin yarığından sızan
buz gibi sudan sağlar. Yine bir sabah, henüz tan yeri ağarmadan, kendi el emeği ağaç
kulübesinde uyandığında, tahta kanepesinin altındaki manzara dışında her şey
normal ve alışılageldiği biçimdedir. Taş zeminde hatırı sayılır irilikte bir
yılan çöreklenmiş uyumaktadır.
Sabahın köründen akşamların ayazına dek, bilumum hayvan haşat,
börtü böcekle iç içe yaşayan adamın aklından, ne az ötede asılı duran tek kırma
tüfeğe uzanmak, ne de kapı eşiğinde dayalı duran kazma sapına yapışmak geçer.
Davetsiz konuğunu rahatsız etmeden usulca doğrulur. Dışarı çıkar ve günün
olağan akışı içinde işine gücüne bakar… İlerleyen saatlerde bir vakit,
soluklanmak için kulübeye girdiğinde konuğunun gitmiş olduğunu görür.
* * *
Oldum olası bana, John Steinbeck’in Lennie’siyle, bizim
akarsularımızın insana ve kendisine ancak bir kelebek kadar zararı olan
debisiyle çocukça oyun oynar gibi oynanmasının, dalga geçilmesinin arasındaki
benzerlik ve de ilişki oldukça ironik gelir. Her ikisi de, zamana, mekana ve ona davranış
biçiminize göre, uslu bir çocuk, lambasının içinde mutlu ve huzurlu uyuyan bir
dev gibidir.
Çağlar boyunca bilimin insanın ruhunu ve yolunu kararttığına tanık olunmamıştır. Ancak, bilimin ışığını yitiren ya da terk eden toplumların üzerine nasıl savaş, ölüm ve cehalet yüklü kara bulutların çöktüğünün, insanlarının nasıl açlık, sefalet, boğazlaşma ve katliamlardan kendilerini kurtaramayışlarının tanığı çoktur.
Zıtların birliği ilkesi her daim doğruyu işaret etmiştir…
Sıcakdere’li yaşlı adamın deyişiyle, “siz, siz olun bedeninizle, suyunu
içtiğiniz, ekmeğini yediğiniz toprakla, altına sığındığınız damla fazla
oynamayın.”
Koyaktaki cennetin çok değil birkaç kilometre aşağısındaki
çınarlı kahvede papaz uçtu oynayan adama göre, yaşlı adam “delinin, yalancının teki”dir;
üstelik “hikaye okumakta” ve de “bizim, uyuyan bir çöp dağını uyandırıp patlatan şanlı bir ülkenin
evlatları olduğumuzu unutmaktadır.”
Hasan Oğuz Bilgen, 30.08.2015, Aliağa