19 Aralık 2022 Pazartesi

BİR TOKATLA BİR ŞEY OLUR MU ?

BİR TOKATLA BİR ŞEY OLUR MU ?

Okullar tatil olduğunda "çevreci" olma adına, steril eldivenlerle sahillerde plastik toplayan, pembe/mutlu şiirler/notlar yazan entel dantel şahsiyetlerden değilseniz eğer, açıkçası aydın olmanın koşulu olan o "lanetli"/ ateşten gömleği üzerinizden çıkarmamakta kararlıysanız,  kendi payınıza belalar, şimşekler, tokatlar, infazlar, tehditler, sürgünler eksik olmayacaktır. Dün de, bu gün de olup biten budur.

12 Eylül'ün onca eziyet ve de işkence şampiyonu Kenan, ateşten aydın gömleğini çıkarmamakta ısrar eden demokratlar için, "Ben ne yapayım böyle aydını?" deme gafletinde bulunduğunda, haklı olarak üzerine alınan Aziz Nesin'in "Biz, biri bize bir şey yapsın diye aydın olmadık" cesur yanıtını anmadan geçemiyor insan.

"Birisi bir şey yapar" kaygısı ile asla endişelenmeyip, helal süt emmiş aydınlardan ve harbi demokratlardan bir değerimiz de, bırakın düzenin goygoycularını, bizim sol cenahtaki "ama"cıların bile hiç anmadığı ve de öldür allah sahiplenmediği Aslı Erdoğan'dır.

Çuvaldızı kendimize iğneyi karşımızdakine... Ne yapalım; biz buyuz. Geçtiğimiz haziran ayında, birkaç duyarlı kanalı saymazsak, iflah olmaz odunluğumuzdan olsa gerek bir haber değeri kazanamayan bir ileti ilişir gözümüze:  Özbeöz kendi yurdunda gösterilmeyen hak ettiği ilgiyi yad ellerin aydın insanlarının gösterdiği, yazdığı her kitabın yurt dışında ödüller aldığı, onlarca dile çevrildiği, yüz binlerce satıldığı Aslı Erdoğan, Almanya'da beyin kanaması geçirdi.

Sonrası mı? Olağan olmayan haberi balık hafıza doğal ve de olağan kabul eder ki, yazarın taburcu olduğunu, ancak durumunun ciddiyetini koruduğunu okur, onu uğursuz yazgısı olan unutulmanın, yalnızlığın "taş" binasına terk edip, "mış" gibi, "muş" gibi yaptığımız mutlu/mesut yaşamlarımıza geri döneriz.

Bol sıfırlı çeklerle rahat ve güvenli diyarlarda sefa sürmektense, tehlikeli sularda yüzmeyi yeğleyen, Robert Koleji ve Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği ve Fizik bölümleri birincisi Aslı Erdoğan... Hepsini bir yana itti, insan hakları ihlallerinin peşine düştü. Ölüm oruçlarını, hapishane işkencelerini, köyleri yakılan, tecavüze uğrayan, eşlerini, çocuklarını yitiren Lice'li, Cizre'li, Bingöl'lü kadınların, anaların yakarışlarını dile getirdi. Cezaevlerinde, yakılan yıkılan köylere, ocağı söndürülen köylülere cesur ziyaretler yaptı. Ve elbette hakkında soruşturmalar, amansız takipler, tehditler, gözdağları... Aslı Erdoğan, aydın olmanın zorunluluğu olan o "lanetli", ateşten gömleği çıkarmayı aklından bile geçirmedi. Ölümcül ziyaretlerini, yazmayı, mücadeleyi sürdürdü.  

Aslı Erdoğan yıllar önce kendi açtığı yıldız falında gördüğü sonu, onu bekleyen "laneti", hapisliği ya da intiharı idi. İntihar ya da delilik bilinçli insanın seçeneği olamazdı. Hapislik ise siyasal yazgısıydı. Tercih böyle olunca, 2016 yılında yazarı ve görüşçüsü olduğu yerin, bu kez konuğu oldu. Ağırlaştırılmış müebbet ceza istemi ile yargılandığı günlerde, yurt dışından içini ısıtan ve direnme gücünü arttıran ödüller geldi.  O kör delikten bir çıktı, tam çıktı... Dahası bir daha da ülkesine geri dönmedi.  

* * *
Yurdum insanının çocukluk günlerinde, sevinç içinde çığlık çığlığa el salladıkları, mendil salladıkları demir kanatlı kuşların, yetişkinliklerinde F-16 olup başlarına cehennem bombaları yağdırdığı, en kötüsü de içinden çıktıkları halkın milyonlarca oyu ile seçildiği vekilliğinde, devletçe atanmış bir memurdan tokat yediği günler yaşıyoruz. 

* * *
Ferhat Encü... İster sevin ister sövün, milyonlarca yurttaşın oyunu almış bir yasal partinin İstanbul il başkanı Ferhat Encü... 

Barbarlığın ve nobranlığın ayyuka çıktığı, ar damarlarının çatladığı ve dahi gemin azıya aldığı sevgili ülkemde, bilimin fiziğine, onun etki-tepki yasasına inanmayan akıl fukaraları var belli. Ancak inansalar iyi olur. En azından orta okul kitaplarını okuyanlar çok iyi bilir, "Ekmek yoksa pasta yesinler." garabetinin talihsiz mucidi garibim Maria, bu tarihsel yanılgısının bedelini biraz ağır ödedi.

"Tarihin aynen tekerrür etmesi" klişesi her ne kadar, materyalizmin diyalektiği ile pek öyle örtüşmese de, ünlü türkümüzde geçen "yolun sonu görünüyor" deyişi ile ile pek de güzel uyuşuyor doğrusu. 

"Bir seferden bir şey olmaz" diyen, bre iflah olmaz aymaz!  Sen, sen ol "Bir tokattan bir şey olmaz" deme. Ferhat'ın ardında milyonlarca bir halkın özgür iradesi, anbean kanamayı sürdüren bir Roboski yarası varsa, onu da insanlığın tarihi yazar. 
Öyle bir yazar ki... Senin de bunu öğrenmeye ne vaktin, ne ömrün ne de mecalin olur.


Hasan Oğuz Bilgen, 19.12.2022, Dachau- Münih

 

13 Aralık 2022 Salı

DESPOT POPÜLİZMİN HOMOFOBİ İLE UÇUŞU, PEDOFİLİ İLE ÇAKILIŞI...



DESPOT POPÜLİZMİN HOMOFOBİ İLE UÇUŞU, PEDOFİLİ İLE ÇAKILIŞI...

ABD'de 19 Haziran 1953'te, anti-komünizmin cadı kazanlarını kaynattığı McCarhty koşullarında, iki bilim insanı Julius ve Ethel Rosenberg casusluk komplosu ile idam edilir.  Bu vahşete kederlenen Melih Cevdet Anday, aydın sorumluluğunun gereği "Sevdiğim çiçek adları gibi... Adınız geliyor aklıma." dizeleriyle tarihe not düşer. M.Cevdet, on yıllardır her santimetresine tanımsız acıların ekildiği bu topraklarda yaşatılan bunca rezilliğe ve ortalık yere saçılan bunca pisliğe bu gün tanık olsaydı, 'sevdiği çiçek adları gibi' daha ne adlar sıralardı?

Dostun sözüne bakılırsa, "...Bilinenin tekrarı 'Tek Yol Devrim' anlamına geliyorsa" yorumu, çürümüş ve kokuşmuş düzenin gündemine noktasından virgülüne birebir denk düşse de, anlaşılan biraz "ağır olmuş", bir inceden "keskin kaçmış"(!)...  Katırdır; ürker mi ürker. Ne var ki, aman fincanlara zarar gelmesin, aman tadımız kaçmasın. Bu kez, öyle olmasın. Kısa kısa, ad ad olsun... Yine de, her derdimiz sözün özü, sözün doğrusudur.

***

Mahsa Amini...  Anday'ın 'Yanık yanık kokan karanfiller'ine eklenen ad. 

Haftalardır Acem diyarını, yobazın/zorbanın uykularını zehir eden bir öfke rüzgarı kasıp kavuruyor. Kara böcünün karanlığını yırtan, aydınlığın ve cesaretin simgesine dönüşen, siyah saçlı Mahsa Amini'nin gül yüzü yanan sokaklardan silinemiyor.  Ah Mahsa... Dominik"li Mirabal Kardeşlerin adlarını her andığında hangi duyguların sellerine kapılırdın?  Ya, o Kelebekler. Senin hüzünlü sonunun tanığı olabilselerdi, duygu durumları nice olurdu?

Şadiye Manap. 1992'de Urfa'da tutuklandı. Otuz (30) yıllık tutuklulukla müebbet cezasını bitirdi. 1 Aralık'ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi çıkışında tekrar tutuklandı. Elif Güveyler. İngiliz öğretmeniydi; yetinmedi, üç yıllık pilotluk sonrası Kuveyt Havayolları'nda ilk kadın kaptan pilotu oldu. 

İlki, ekmeğine, suyuna, toprağına sevdalı, ait olduğu halkı adına bedel ödemenin onurunu kazanmış bir kadın devrimci. Diğeri, kadınların bir meta, bir cinsel obje olarak görüldüğü bir şer'i rejimde, mutlak erkek egemenliğini atlayıp geçen kararlı bir kadın. 

Hiç kuşku yok, değişik yer ve sorumluluklarda da olsalar,  her ikisinde de Mirabal Kardeşlerin yılmazlığı, kararlılığı ve Mahsa Amini'nin cesareti, insanlığın aydınlık geleceğine olan umudu...

***

Ebrar Karakurt... Cinsel tercihi nedeni ile "Affedersiniz Ermeni" mahçubiyeti ile anılan, ancak onları başarıları ile utandıran ve takımına ödüller, şampiyonluklar kazandıran voleybolcu. 

Mahsa, Şadiye, Elif, Ebrar ve diğerleri... Her birinin, Rosa Lüxemburg'un "Vardık, varız, var olacağız" sözünü kanıtlayan bir duruşu ve bir başarı hikayesi var. Anlatılan, anlatılmak istenen senin hikayendir.  

***

Ve H.K.G.  Her vicdan sahibi insanın konuşmasında "altı yaşındaki evladımız" diye andığı ve sahiplendiği kız çocuğu. Dominik'li Kardeşler, H.K.G'nin dramını duymuş olsaydı. Ya da tersten okuyun. Küçük kız çocuğu okuluna gidebilseydi. Söktüğünde okumayı;  heceleseydi heyecanla, sorar gibi:  Do-mi-nik-li  Kızzz  Kar-deş-ler...??!! 

Kız çocuğu erişebilseydi liseye ve ötesine... Özel bir video çekiminde, çok belirgin bir utangaçlık içindeki kara çarşaflı kız kardeşlerinin, tarikatın pisliğini savunmak zorunda bırakılmış oluşlarını nasıl karşılardı.  Sonunda senin dramını sağır sultanlar da duydu!..  Sivrisineğin asıl kaynağı tarikat batağını anmadan, lütfedip 'erken bir evlilikten' söz edildi. Rıza ile, ama erken yapılmış bir evlilik anlamında... O kadar. Şimdi.  H.K.G, "aileyi koruyalım" diye coşup çemkirdikleri LGBTi karşıtı mitinglerinin neresindedir? Ya, 6'lı masanın 'bilgesi' nin "Aile üzülüyor, daha fazla uzatmayalım" buyurması!?

'Başka bir dünya mümkün' diyen aydınlık insanların bir sözü olmalı: Homofobi ile uçan, pedofili ile çakılır... Bilineni tekrar ettirmesinler.  O slogan var ya o slogan. Hani her daim, hemen her siyasal cenahtan ses getirmiş, "tepki" almış olan... Hani o, Töb-Der'li hocalarımıza, ağır ağabeylerimize "Ne oluyor gençler? Savaş mı var?" dedirten... Evet o slogan, o "keskin" olduğu söylenen slogan hep vardı. Bu barbarlık, bu zorbalık var oldukça da hep var olacak. Tıpkı devamında gelen ve onu tamamlayan slogan gibi: "Kurtuluşa Kadar...    "  


Hasan Oğuz Bilgen, 14.12.2022, Niğde-Ortaköy-Ceceli

 

6 Aralık 2022 Salı

BİLİNENİN TEKRARI “ TEK YOL DEVRİM “ ANLAMINA GELİYORSA…

 


BİLİNENİN TEKRARI  “ TEK YOL DEVRİM “ ANLAMINA GELİYORSA...

Altmışını ardında bırakmış İzmir'liler bilir... Devasa Konak alanının güney batı yakasının, imar görmemiş bakir arazi yapısı nedeniyle, "tarla" diye adlandırılıp anıldığı kentin belleğinde saklıdır. Sıcak 1971 sonrasının göreceli demokratik koşullarında, Basmane yokuşundan, eski cami önünden başlayan her miting, dolmuş/kamyonet duraklarının yayıldığı o "tarla"da son bulur.

O ateşli yürüyüşlerden birinde, heyecanlı gruplar dalga dalga tarlaya girmektedir. Derneklerin yanı sıra, Sümerbank, Tariş, Tekel işçileri ses getirmektedir. Ve elbette Ege Üniversiteli abiler, Töb-Der'li hocalar... Bilerek geride kalan devrimci gençler söz birliği etmiştir; mesaj en üst tondan verilecektir. "Anlatılmış ve anlaşılmıştır";  tarlaya "Tek Yol Devrim" sloganı ile "sert giriş" yapılacaktır. Ve icraat... Kol kola, koşar adım. Töb-Der tarafından azarlayan bir ses:  'Ne oluyor gençler; savaşa mı?'  İlerleyen günlerde, şaka yollu dillere yerleşecek olacak masumane sorudur aslında topu topu... Coşku o coşku, heyecan o heyecan yani...

* * *

Yıl 2022. Dünya halklarının yoksullarını 'vatan-millet' nefreti ile birbirlerine boğazlattığı, tekel karı doymazlığı ile emekçilerinin kanını emdiği uluslararası kapitalizmin, geliştirilmiş parlamentarizm demagojisiyle restorasyonuna gidildiği, vahşi kapitalizmin ehlileştirilmiş kapitalizm olarak lanse edildiği günler... Saraylar, saltanatlar elbette yıkılsın ve dahi zorbalık elbette sürgit var olmayacak. Anlatılmak istenen, her ne kadar yönetenlerin yönetememesi ve de yönetilenlerin yönetilmek istememesi denkleminin/dengesinin, onca yalana talana, zamma zulme karşın bozulmamasıdır. Ve dışa bağımlı işbirlikçi sermayenin piyasacı neo liberal sistemi allayıp pullama çabası, elinde tuttuğu mutlak egemenliği koruma hırsıdır.

Bir gerçekliktir ki, ana akım iktisat anlayışının temelinde vahşi kapitalizm vardır. Uzlaşmaz sınıf çelişkileri, sınıf eşitsizlikleri ve doymayan artı değer sömürüsü, "sosyal devlet, sosyal yardımlar ve vergi yükünün hafifletilmesi" süslemeleri ile giderilemez. Ayrıca, aynı düzenin iki doğal sonucu yoksulluk ve işsizliğin kökleri, üretim araçlarının özel mülkiyetine, bir başka deyişle sermayenin yaşamın her alanında, alt yapısından üst yapısına değin mutlak egemenliğine, hegemonyasına uzanır.

* * *

Geçtiğimiz günlerde muhalif/sol basının da dikkatinden kaçan bir buluşma yapıldı. ABD ve kıta Avrupası'ndan Orta Doğu'ya, Ukrayna'ya hegemonyasını sürdüren tek kutuplu emperyalist sistemin akıl hocaları, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" kuralsızlığının mimarı Demir Leydi'nin ülkesi İngiltere'de, savundukları ve asla toz kondurmadıkları düzenlerinin hangi aşamada olduğunu, nereye evrildiğini, nereye evrilebileceğini görüştü. Ortaklaştıkları ve aldırmaz bir utangaçlıkla, bir o kadar da pişkinlikle paylaştıkları sonuç, Mahir Çayan'ın "sürekli ve genel bunalım" görüşünü doğrulayan, kendilerince "kalıcı yıkım", "kalıcı kriz" biçiminde itiraf etmek zorunda kaldıkları iktisadi sonuçtu.

Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim yazısının 2-3 bölümünde, yeryüzünün ahtapotu emperyalist-kapitalist sistemin yapısı ve ayırt edici niteliği gereği, "zaman zaman doğrulsa da, hasta yatağından çıkamadığını, çıkamayacağını ve genel bunalımının süreklilik arz ettiğini" ayrıntıları ile çözümler. 

Elli yıl önce, yirmi dört yaşında imha edilen bir beyin... Yaşından büyük analizi: "Emperyalizmin sürekli bunalımı."  Elli yıl sonra, onca yıkım, talan, savaş, kan-gözyaşı, açlık, katliamın üzerine, onca ağır iktisatçı beyefendinin söz birliği-yazgı birliği yapıp keşfettiği sonuç(!):  "Permanent Destruction", "Permanent Crisis"...  Yani "Kalıcı Yıkım", "Kalıcı Kriz".

* * *

Türkçe karşılıklarıyla yazmak, vicdanı ve cüzdanı arasına sıkışıp kalmamış insana zulüm gelir, utanç verir:  Fütursuz, pespaye... İşte elli yıl sonra bile, bu içeriklerde haberler, olaylar ve uygulamalar  karşısında, yaşadığım aynı "o tarladaki heyecan" durumu, içimden dışımdan çekincesiz haykırdığım o kadim, o "sert" slogan... Dur, hemen öyle sevinip alaya alma metafizikçi bey!  Bu durum idealist insanın "kendini tekrarı" değil!  Bilinen doğrunun yinelenmesi, aynı devrimci telaşın aynı heyecanla, yerinde bir heyecanla yinelenmesi...

"Malumun tekrarı" lafızı, ilk anda işitenin kafasında fizik ötesi, diyalektik karşıtı bir hava estirse de, o tekrarda, balçıkla bir türlü sıvanamayan güneş hala gözlerinizi kamaştırmayı sürdürüyorsa, orada yaşamın gerçekliğinin, yaşamın canlı pratiğinin ipuçları gizlidir. Her seher vaktinde, koroner sağlığınız için gerekli olan yürüyüşün ilk adımını, yine o "tarla"ya girer gibi atıyorsanız, yalnız kalmış ya da bir başınıza bırakılmış bile olsanız, duruşunuzda ve yön tayininizde zerre kadar sapmanız yoktur demektir. 

Üzerinde çalıştığınız marangozluk işinin büktüğünüz çivisini, doğrultmaya dalıp gitmişken, bıyığı yenice terleyen o delikanlının toy ve heyecanlı elleri yine başınızı okşuyor, gül kokulu nefesi size moral veriyorsa, bu içinizi ısıtan duyumsama hali asla hata yapmadığınızın, asla yanlış yolda olmadığınızın işaretidir.

Tarla'dan bu yana çok şey değişti, değişecek elbet. O iddialı kaytan bıyıktan, kıraran bıyığa gibi... Yalnız yaşamlar, steril dostluklar, "veraset/vesayet" hesapları gibi... Neyse ki, günbegün güncelliğini koruyan o üç sözcüklü sloganın, bu pislik düzenin her pislik olayında, her türden her cinayetinde doğruluğunu, yakıcılığını her gün kanıtlaması gibi duygu aynı duygu, heyecan aynı heyecan... 

O slogan var ya o slogan. Hani her daim, her siyasal cenahtan "tepki" çekmiş olan. O sarsan, çarpan o slogan... Hani o ağır ağabeylerimize, "Ne oluyor gençler? Savaş mı var?" dedirten. Evet hep vardı; sistemin barbarlığı var oldukça da hep var olacak.

En önemlisi de, Siyasal'lı Mahir ağabeyin haklı çıkması elbette.


Hasan Oğuz Bilgen, 07.12.2022, Haydarpaşa.