BEDRETTİN' İN DEVRİMCİ İNADI,
POLONEZ DİRENİŞ RUHUNA VE HAKLI ZAFERİNE SELAM ÇAKIYOR.
İşçi Sınıfının bütününde coşkudan
öte umut yaratan ve de sermayenin onca siyasal zoruna karşın göğüslenen bu
sonuç, Tersane grevlerinden, Alpagut İşgali’nden, Sungurlar’dan, Kavel
Direnişi’den bu yana, sınıf mücadeleleri tarihine düşülmüş kıymetli bir nottur.
Polonez İşçisi’nin elde ettiği kazanımın değerli oluşu, bir dizi dersi
içeriyor oluşundan…
İşçinin ‘Hak verilmez alınır, zafer
sokakta kazanılır’ belgisi ile özetlediği gerçeklik, emeğin nihai kurtuluşunun
söylemle değil, eylemle olacağının kanıtlanmasından başka bir şey değildir;
bir.
Lokal anlamda, irili ufaklı
ekonomik ve demokratik mücadeleler siyasal hedeflere uzandıkça, küçük
ölçeklerde de olsa siyasal içerik kazandıkça öğretici olurlar. Emeğin saflarına
moral ve umut, bir sonraki eylemliliğe ve çalışma biçimine zenginlik ve
derinlik katarlar. Polonez İşçisi’ nin bu başarısı, bu anlamda -özünde- siyasal
bir kazanımdır; iki.
Ülke somut koşulları (“Solun
güçsüzlüğü gereği” olarak da okunabilir) nedeni ile, ana muhalefet görevini
üstlenen sosyal demokratların ve bir yol haritasından halen yoksun olan sol
cenahın kulağına küpe olsun ki: İnsanlığın toplumsal mücadeleler tarihi,
gidişin motor gücü ve yaratan sınıfın öz gücüne güvenmeyip, bu temel gücün
dışından çare ve çözüm bekleyen anlayışların ve çalışma biçimlerinin hüsranları
ile doludur; üç.
*
* *
Yaşam en iyi, en vefalı öğretmen. İşçi
de yaşamın içinde, deneye deneye, yaşaya yaşaya öğreniyor; öz gücünü görüyor. Tıkanan,
tıkanmış siyasete yol açıyor, yetmedi yol gösteriyor. An be an öğrendikçe de,
öğretiyor :
“… Kızım benden bir şey istediğinde, artık yüzümü eğmek istemiyorum. Bunun yolu
da, bir olup birlikte yürümekte…”
Kartal sahilinde yürüyüşe katılan
kadın işçi, emekten yana atan yüreğimizin bam teline dokunuyor :
“ İlk kez
sahilde yürüyorum. Memleketten geldim, Polonez işçisi oldum. Ne tatil yaptım ne
de gezebildim… Burada arkadaşlarımla güvendeyim. Bu yürüyüşten ayrılmazsak kurt
kapamaz.”
Ne güzel. Ne mutlu bize ki; Polonez Direnişi’ne belli ki kadınlar, kadının gücü damgasını vurmuş. Yine bir başka kadın işçi, kurşun gibi ağır bir başka derse geçiyor : “ Burada sen, ben… Şucu, bucu yok. Bu direniş hepimizin zaferi.”
Onun omuz başından uzanan bir
diğeri epeyce sabırsız; alelacele söze karışıyor :
“ Ben Figen. Ben bir hiçtim. Bu düğüne katılmazdan, arkadaşlarımla
ve ters kelepçe ile tanışmazdan önce yani... Bizler. Sadece birbirimizden güç aldık. Dış güçler, huzur bozma, nifak sokma... Falandı, filandı. Hepsi yalan. Gerisi talan. ”
Az ötede, yere oturmuş ayaklarını dinlendiren bir başkası, şu
dünyayı yerinden oynatacak güce sahip olduğunu bildiği halde alçak gönüllü, ancak bir o
kadar da kendinden emin: “Ben onurumu kazandım. Bu yaşadığım gurur, bana bir
ömür boyu yetecek.”
*
* *
Uzun ve engellenen yürüyüşte bir
olmaktan mutlu olan ve güven duyan, katıldığı grevi bir düğün yeri olarak gören
işçi, emeğinin, üretimden gelen gücünün,
siyasetin ve yaşamın asıl sahibinin yine kendisi olduğunu elbette görecekti. Gördü
de. Bu gerçeklik, her biri için yaşamlarında bir milattı. Öyle olunca da... Sendikasının,
öyle günü kurtarmak için yapmacık basın açıklamaları/ göstermelik mitinglerle
ve şimdilerde bağımlılık yaratmış sanal
medya tepkileri ile yetinmesine elbette izin vermeyecekti.
Coşkusu ve sahiplenişi ile sendikacıyı sınıf sendikacılığına zorlayan işçi, siyaseti halktan koparıp tek kale maç oynayan, emekçinin de tribünden izlemesini isteyen düzen politikacılarına da hak ettikleri dersi, tribünden sahaya inerek vermiş oldu. Sınıfın dünya görüşü temelinde emek eksenli siyaset yapmanın mümkün ve de -olmazsa olmaz- şart olduğunu dosta düşmana gösteren işçinin, bu iradesinin kıvılcımları yıllar öncesinden geliyordu.
*
* *
Bu kıvılcımlardan ilk akla gelen… Şubat
1963, Sarıyer. Kavel Kablo Fabrikası işçilerinin grevi. Özetle: Sadece örgütlü öz gücüne güven. Kadınların
inadı ve direnci. Sınıf dayanışması. Halk desteği.
Bir başka kıvılcım. Şubat 1982,
Adana. İşkence dehlizleri. Yüz yıllardır “Bedrettin” adından öfke duyulması,
geleneksel devlet refleksindendir. Savunduğu siyasal düşünceden ve
eylemlerinden ötürü, aylardır köşe bucak hırsla aranan, kin duyulan bu kez
bizim Bedrettin. Devletin kara listesindeki Bedrettin Şınnak…Yine bir şubat
ayazında sinsi ve ihbarlı bir operasyonla yakalanır. Can çıkar huy çıkmaz.
Bizim göçmen oğlunda da, sadece fabrika tezgahlarında eğilen, Kavel/ Polonez
işçisinin kararlılığı vardır.
Alınır alınmaz en kaba, en vahşi
aralıksız bir eziyet uygulanan Balkan göçmeni Şınnak Ana’nın oğlu Bedrettin,
aldığı bilinç gereğince bir gün başına gelebileceklerin ayırtındadır. Topluca
üzerine çullanan ceberut devlet zoru, Karaburun üzerinden Aydın- Ortaklar’a
nefretle yürüyen Şehzade ordusunun gaddarlığından farksızdır. O cellatlar ki,
sarayda beslenmişler ve dahi yârin gül yanağından gayri paylaşılan her şeyi,
kardeş sofralarını, ortaklaşılan toprakları çiğnemişlerdir. Tıpkı Adana
dehlizlerinde celladına diklenen, örgütünü ve yoldaşlarını vermediği için kan kusturdukları Bedrettin’imizi çiğnedikleri gibi…
Devrimcilerin şaşmayan siyasal
geleneğindendir. Ezeli açların ebedi tokluğundan yana olmanın bedeli olarak, egemen
zalimin indinde her taraftar, bir gün o düğün derneği görecek, o şenliği
yaşayacaktır. Bedo da bu onurlu finale içten içe hazırlanan
gönüllülerimizdendi. Örgütlü mücadelede de kendine özgü yaşamında da farklı
olan, o alçak gönüllü halkım insanı, kuşkusuz eziyetin tezgahında da farklı
olacaktı.
Öyle de oldu. Kabul edilmesi çok
zor olan acı sonu duyulduğunda, dudaklar tıpkı onunki gibi mühürlendi.
‘Asker Ocağı’ denilen yerde komando
olduğundan, bedenen bir o kadar güçlü olan. Ne var ki, “ifadesinin alınması esnasında
bir anda, aniden ölüvermesine” “kalp yetmezliği” raporu verilen. Oysa, katillerinde
olmayan sağlıklı bir yüreğe, bir yürek yeterliliğine sahip olan Bedo’muz…
Bedrettin Şınnak, -elbette- sadece
işkencecisine kafa ile dalan “gözü pek bir yiğit" olmadığından, siyasal duruşundan koparılarak salt "bir kahraman”a indirgenemezdi.
Turgutlu’nun Göçmen Mahallesi’nden gelen bir emekçi kökeni, savunduğu bir sınıf
bilinci ve sahiplendiği siyasal/ örgütsel bir tavrı vardı. Onurlu, pür neşe, sevgi dolu bir tarım işçisi aileden, paylaşımcı, dayanışmacı, birbirine özveri ile yoldaşça bağlı bir dost ve arkadaş çevresindendi.
Hala omuzlarımızda ağırlığını
taşıdığımız siyasi anısının, uzlaşmaz sınıf tavrının derinliğini ve bilinmeyen
onurlu ayrıntılarını, bir gün mutlaka
yazılacağına inandığımız yazılı tarihimizin onurlu sayfalarında görmek, yine oluşturulmasında her birimizin boyun borcu olan yazılı belleğimizin satır aralarında anmak, anımsamak umudu ile…
*
* *
Öncü devrimcilerin, devrim ve sosyalizm emekçilerinin yaptıklarının aynısını beceremesek de; Kavel’in diz çökmezliğine, Polonez’in boyun eğmezliğine, Bedrettin’in kararlılığına selam duralım, unutturmayalım, yeter. Fazlasını da istemezlerdi zaten.
Açık Mektup'tan. 06.02.2025. Adana-Kuruköprü.
Belki başka yerlerde bahsi geçmiştir. Ama kırk yıldan beri ilk kez Bedreddin hakkında bir yazıya sayende rastladım. Unutulmaz biliyorum. Daha çok ve de ayrıntıları ile yazmak gerekir. İleri ki yıllara , gelecek nesillere daha fazla gerçek bilgi bırakmak gerekir. Daha fazla anlatmanı isterim ki tanıyabilelim. Eminim çok anı biriktirdiniz. Bunları paylaşmak ve daha fazla genç nesillere yaymak gerekir. Bu ancak, bir yazılı tarih ve bir ortak bellek oluşturmakla mümkün.