6 Şubat 2025 Perşembe

BİZİM BEDO, KAVEL GELENEĞİNDE, POLONEZ ZAFERİNDE...

 

BEDRETTİN' İN DEVRİMCİ İNADI, POLONEZ DİRENİŞ RUHUNA VE HAKLI ZAFERİNE SELAM ÇAKIYOR.

İşçi Sınıfının bütününde coşkudan öte umut yaratan ve de sermayenin onca siyasal zoruna karşın göğüslenen bu sonuç, Tersane grevlerinden, Alpagut İşgali’nden, Sungurlar’dan, Kavel Direnişi’den bu yana, sınıf mücadeleleri tarihine düşülmüş kıymetli bir nottur. Polonez İşçisi’nin elde ettiği kazanımın değerli oluşu, bir dizi dersi içeriyor oluşundan…

İşçinin ‘Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır’ belgisi ile özetlediği gerçeklik, emeğin nihai kurtuluşunun söylemle değil, eylemle olacağının kanıtlanmasından başka bir şey değildir; bir.

Lokal anlamda, irili ufaklı ekonomik ve demokratik mücadeleler siyasal hedeflere uzandıkça, küçük ölçeklerde de olsa siyasal içerik kazandıkça öğretici olurlar. Emeğin saflarına moral ve umut, bir sonraki eylemliliğe ve çalışma biçimine zenginlik ve derinlik katarlar. Polonez İşçisi’ nin bu başarısı, bu anlamda -özünde- siyasal bir kazanımdır; iki.

Ülke somut koşulları (“Solun güçsüzlüğü gereği” olarak da okunabilir) nedeni ile, ana muhalefet görevini üstlenen sosyal demokratların ve bir yol haritasından halen yoksun olan sol cenahın kulağına küpe olsun ki: İnsanlığın toplumsal mücadeleler tarihi, gidişin motor gücü ve yaratan sınıfın öz gücüne güvenmeyip, bu temel gücün dışından çare ve çözüm bekleyen anlayışların ve çalışma biçimlerinin hüsranları ile doludur; üç.

*  *  *

Yaşam en iyi, en vefalı öğretmen. İşçi de yaşamın içinde, deneye deneye, yaşaya yaşaya öğreniyor; öz gücünü görüyor. Tıkanan, tıkanmış siyasete yol açıyor, yetmedi yol gösteriyor. An be an öğrendikçe de, öğretiyor :

… Kızım benden bir şey istediğinde, artık yüzümü eğmek istemiyorum. Bunun yolu da, bir olup birlikte yürümekte…”

Kartal sahilinde yürüyüşe katılan kadın işçi, emekten yana atan yüreğimizin bam teline dokunuyor :

İlk kez sahilde yürüyorum. Memleketten geldim, Polonez işçisi oldum. Ne tatil yaptım ne de gezebildim… Burada arkadaşlarımla güvendeyim. Bu yürüyüşten ayrılmazsak kurt kapamaz.”

Ne güzel. Ne mutlu bize ki; Polonez Direnişi’ne belli ki kadınlar, kadının gücü damgasını vurmuş. Yine bir başka kadın işçi, kurşun gibi ağır bir başka derse geçiyor :  “ Burada sen, ben… Şucu, bucu yok. Bu direniş hepimizin zaferi.”

Onun omuz başından uzanan bir diğeri epeyce sabırsız;  alelacele söze karışıyor :  “ Ben Figen. Ben bir hiçtim. Bu düğüne katılmazdan, arkadaşlarımla ve ters kelepçe ile tanışmazdan önce yani... Bizler.  Sadece birbirimizden güç aldık. Dış güçler, huzur bozma, nifak sokma... Falandı, filandı. Hepsi yalan. Gerisi talan.  ”

Az ötede, yere oturmuş ayaklarını dinlendiren bir başkası, şu dünyayı yerinden oynatacak güce sahip olduğunu bildiği halde alçak gönüllü, ancak bir o kadar da kendinden emin: “Ben onurumu kazandım. Bu yaşadığım gurur, bana bir ömür boyu yetecek.”

*  *  *

Uzun ve engellenen yürüyüşte bir olmaktan mutlu olan ve güven duyan, katıldığı grevi bir düğün yeri olarak gören işçi, emeğinin, üretimden gelen gücünün, siyasetin ve yaşamın asıl sahibinin yine kendisi olduğunu elbette görecekti. Gördü de. Bu gerçeklik, her biri için yaşamlarında bir milattı. Öyle olunca da... Sendikasının, öyle günü kurtarmak için yapmacık basın açıklamaları/ göstermelik mitinglerle ve şimdilerde bağımlılık yaratmış  sanal medya tepkileri ile yetinmesine elbette izin vermeyecekti.

Coşkusu ve sahiplenişi ile sendikacıyı sınıf sendikacılığına zorlayan işçi, siyaseti halktan koparıp tek kale maç oynayan, emekçinin de tribünden izlemesini isteyen düzen politikacılarına da hak ettikleri dersi, tribünden sahaya inerek vermiş oldu. Sınıfın dünya görüşü temelinde emek eksenli siyaset yapmanın mümkün ve de -olmazsa olmaz- şart olduğunu dosta düşmana gösteren işçinin, bu iradesinin kıvılcımları yıllar öncesinden geliyordu.   

*  *  *

Bu kıvılcımlardan ilk akla gelen… Şubat 1963, Sarıyer. Kavel Kablo Fabrikası işçilerinin grevi. Özetle:  Sadece örgütlü öz gücüne güven. Kadınların inadı ve direnci.  Sınıf dayanışması.  Halk desteği.

Bir başka kıvılcım. Şubat 1982, Adana. İşkence dehlizleri. Yüz yıllardır “Bedrettin” adından öfke duyulması, geleneksel devlet refleksindendir. Savunduğu siyasal düşünceden ve eylemlerinden ötürü, aylardır köşe bucak hırsla aranan, kin duyulan bu kez bizim Bedrettin. Devletin kara listesindeki Bedrettin Şınnak…Yine bir şubat ayazında sinsi ve ihbarlı bir operasyonla yakalanır. Can çıkar huy çıkmaz. Bizim göçmen oğlunda da, sadece fabrika tezgahlarında eğilen, Kavel/ Polonez işçisinin kararlılığı vardır.

Alınır alınmaz en kaba, en vahşi aralıksız bir eziyet uygulanan Balkan göçmeni Şınnak Ana’nın oğlu Bedrettin, aldığı bilinç gereğince bir gün başına gelebileceklerin ayırtındadır. Topluca üzerine çullanan ceberut devlet zoru, Karaburun üzerinden Aydın- Ortaklar’a nefretle yürüyen Şehzade ordusunun gaddarlığından farksızdır. O cellatlar ki, sarayda beslenmişler ve dahi yârin gül yanağından gayri paylaşılan her şeyi, kardeş sofralarını, ortaklaşılan toprakları çiğnemişlerdir. Tıpkı Adana dehlizlerinde celladına diklenen, örgütünü ve yoldaşlarını vermediği için kan kusturdukları Bedrettin’imizi çiğnedikleri gibi…

Devrimcilerin şaşmayan siyasal geleneğindendir. Ezeli açların ebedi tokluğundan yana olmanın bedeli olarak, egemen zalimin indinde her taraftar, bir gün o düğün derneği görecek, o şenliği yaşayacaktır. Bedo da bu onurlu finale içten içe hazırlanan gönüllülerimizdendi. Örgütlü mücadelede de kendine özgü yaşamında da farklı olan, o alçak gönüllü halkım insanı, kuşkusuz eziyetin tezgahında da farklı olacaktı.

Öyle de oldu. Kabul edilmesi çok zor olan acı sonu duyulduğunda, dudaklar tıpkı onunki gibi mühürlendi.

‘Asker Ocağı’ denilen yerde komando olduğundan, bedenen bir o kadar güçlü olan. Ne var ki, “ifadesinin alınması esnasında bir anda, aniden ölüvermesine” “kalp yetmezliği” raporu verilen. Oysa, katillerinde olmayan sağlıklı bir yüreğe, bir yürek yeterliliğine sahip olan Bedo’muz…

Bedrettin Şınnak, -elbette- sadece işkencecisine kafa ile dalan “gözü pek bir yiğit" olmadığından, siyasal duruşundan koparılarak salt "bir kahraman”a indirgenemezdi. Turgutlu’nun Göçmen Mahallesi’nden gelen bir emekçi kökeni, savunduğu bir sınıf bilinci ve sahiplendiği siyasal/ örgütsel bir tavrı vardı. Onurlu, pür neşe, sevgi dolu bir tarım işçisi aileden, paylaşımcı, dayanışmacı, birbirine özveri ile yoldaşça bağlı bir dost ve arkadaş çevresindendi.

Hala omuzlarımızda ağırlığını taşıdığımız siyasi anısının, uzlaşmaz sınıf tavrının derinliğini ve bilinmeyen onurlu ayrıntılarını,  bir gün mutlaka yazılacağına inandığımız yazılı tarihimizin onurlu sayfalarında görmek, yine oluşturulmasında her birimizin boyun borcu olan yazılı belleğimizin satır aralarında anmak, anımsamak umudu ile…

*  *  *  

Öncü devrimcilerin, devrim ve sosyalizm emekçilerinin yaptıklarının aynısını beceremesek de;  Kavel’in diz çökmezliğine, Polonez’in boyun eğmezliğine, Bedrettin’in kararlılığına selam duralım, unutturmayalım, yeter.  Fazlasını da istemezlerdi zaten.

Açık Mektup'tan. 06.02.2025. Adana-Kuruköprü.


Belki başka yerlerde bahsi geçmiştir. Ama kırk yıldan beri ilk kez Bedreddin hakkında bir yazıya sayende rastladım. Unutulmaz biliyorum. Daha çok ve de ayrıntıları ile yazmak gerekir. İleri ki yıllara , gelecek nesillere daha fazla gerçek bilgi bırakmak gerekir. Daha fazla anlatmanı isterim ki tanıyabilelim. Eminim çok anı biriktirdiniz. Bunları paylaşmak ve daha fazla genç nesillere yaymak gerekir. Bu ancak, bir yazılı tarih ve bir ortak bellek oluşturmakla mümkün.