7 Aralık 2021 Salı

OSMAN GÜN... KENDİ ARAMIZDA "İNEKÇİ OSMAN" ( 1 )

 


İnsan nasıl olur da kıskanmaz. Öykünmez; gıpta etmez şairi? 

Ah, "Adlarınız geliyor aklıma. Sevdiğim o çiçek adları gibi."  Nurettin, Mete Atilla, Kadir, Saner, Sabahat, Doğan, Halil, Mine, Davut, Hatice, Zeki, Bedrettin, Bedir Ali, Tamer, A.Rıza Yerli, İbrahim Levent, Akile, Neşe...  Ah, lakaplarınız geliyor aklıma: Hoca, Dayı, Patron, Sarı, İşçi, Palu'lu, Alman, Şair, Boyacı, Kıbrıs'lı, Eleman, Kuri,  Köfteci Kız...

Ve daha niceleri.  Sevdiğim çiçek adları gibi.

.  .  .

Şahlanan döviz kuru, kitabı yazılan ekonomi... Dillere pelesenk, kabak tadı veren haberleri dinlemekten bıkmış usanmış durumda burnundan soluyor. Yumuyor gözlerini. Durmaksızın, bir solukta dökülüyor: 

" Dışa bağımlılık olgusu ve emperyalizmin arka bahçesi olma gerçeği değil midir, onca yokluğun, yoksulluğun, işsizliğin nedeni ?  Nereden bakarsan bak, hangisini alırsan al iler tutar yeri yok; değişmiyor! Sonuç, bilinenin tekrarı, tek yol devrim, kurtuluşa kadar savaş anlamına geliyor. Ol nedenle, malumun tekrarındansa, sen yıllar önce kralın çıplak olduğunu söylemiş güzel insanlarımızdan, şöyle sıradan basitçe söz et ki gönlümüz açılsın. "

Konuya orta yerinden giriş, rest çekercesine kestirip atma bir Demirci Arif Usta Klasiği.  Öfkesine sual olunmaz. Ne ki, büyüklerin öğütlerine tutmak, ustaların sözünü dinlemek gelenektendir. Uymak gerek: 

Osman Gün örneğin... Biz bizeyken "İnekçi Osman".  

Belleğimizin siyah beyaz fotoğraflarından gözlerimizin içine içine bakıp, bulanık gülümseyen gül yüzlü arkadaşlarımızdandır Osman. Bu topraklarda doğmuş, bu toprakların yoksul insanlarındandır. Elbette yokluktan okuyamamış, celep babası gibi hayvancılıkla geçimini sağlamış, özü bir sözü bir dosdoğru, emek yoğunluklu, onurlu bir yaşam sürmüştür. İlk gençlik yıllarında devrimcilerle tanışmış ve son nefesine dek sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, eşit ve de adil bir dünyanın mümkün olduğuna olan inancını yitirmemiştir.  

Genç yaşında görme sorunu yaşamış, rahatsızlığı ilerleyen yıllarda kalıcı olmuştur. Tüm çabalara ve girişimlere karşın tedavisi yapılamamıştır. Görme zayıflığına karşın, hepimizden güçlü elleri, kendine özgü yumuşacık bir yüreği, eşine az rastlanır, tadına doyulmaz bir yarenliği vardır. Yufka yüreği ile baktığı ineklerin dilinden anladığı gibi, beklenmedik zararlar yaptıklarında güçlü kolları ile onları kaldırıp yere yatırarak cezalandırması şehir efsanesi olmuştur. İnekçi Osman'ın, kendisine takılarak dalga geçmeye çalışanlara uyguladığı "mengene/kerpeten" hareketini bilmeyen, daha doğrusu acı kuvvetini tatmayan, yaşamayan yoktur. Onunla yakın mesafedeyseniz, hiç hoşlanmadığı bir sözü etmişseniz, bir de elinizi eline kaptırdıysanız; yerlerde sekiz çizmeniz, tespih böceğine dönmeniz kesindir. Onun mengenesine kısan çok zayıf biriyse eğer, birkaç dakika havada bayrak gibi dalgalanması olasıdır. Abartı değil, böylesi bir olayın tanıkları halen hayattadır. 

.  .  .

Henüz sabahın körü denemez. Günün ışımasına epeyce var. Gediz Köprüsü'nü egzoz patlatarak geçiyoruz. Altımızda 90 model Rus arabası Lada... "Yavaş be!" deyip inliyor, arka koltukta uyumaya çalışan akşamdan kalma Nurettin Karabaş, "Motoru koparacaksın."

Ön koltukta Osman kaykılmış. Gülüyor kıs kıs;  birlikte olmanın zevkini sürüyor, keyfine diyecek yok: "Yoldaşların arabası bu. Bir yeri kopmaz. Sen kendine bak." Ve görmeyen gözlerini ovuşturuyor.

Köprünün hemen sonrası asfaltın ikiye böldüğü Yeniköy. Orayı da yanarak alelacele geçiyoruz. Elbette köyün çıkışında trafik çeviriyor:  "Ehliyet, ruhsat.."   

Lada'nın içini inceleyen dik bakışlar. Alaycı bir gülüş:  "Meskun mahalden hangi hızla geçileceğini öğrenemediniz mi?!" Sertleşiyor giderek: "Hadi arkadaki sızmış uyuyor, anladık. Sen, öndeki."  Adeta heceleyerek"Kör mü sün?", "Km. saatine bakmıyor musun?"  Ve ceza... 

Gözlerimi yoldan ayırmadan, sessiz, alaylı biçimde gülme sırası bu kez bende"Ulen İnekçi, memur nereden bildi dersin?"  Belli söyleyecek söz bulamıyor. Yutkunuyor. "İnince görürsün sen!" imasıyla, oturduğu yerden "mengene/kerpeden" işareti yapıyor. 

 .  .  . 

İnekçi Osman'ın günbegün sönen/körelen gözlerini göstermek için kim bilir kaç kezdir, Kınık-Poyracık köyüne yana yıkıla araba sürüşümüz. Ne doktorlar baktı o gözlere, çekilen filmler, yapılan görme testleri... Kesin olan raporu, en son üniversite hastanesi vermişti: "Beyine giden göz sinirleri eks olduğundan kalıcı tedavisi olanaksızdır." Osman bu!.. "Siz de doktor musunuz" yakınması ile asla oralı olmadı. Umut bu ya!  Kınık-Poyracık köyündeki lokman hekim Hasan hoca'yı duymuş eşinden. Zuhal, Osman'ın eşi. Poyracık komşularından, Soma-Süleymanlı'dan... Biz bıkmadık o yolları aşındırmaktan, Lokman hekim kesin bıkmıştır aynı otu vermekten. Umut bu. Daha ne şakalara, ne yarenliklere bahane oldu o umut yolu. Ne, İnekçi usandı takılıp onunla uğraşmalarımızdan, ne o Rus arabası bıktı kahrımızı çekmekten.

İnekçi Osman yıllar sonra -ölümüne yakın- itiraf edecekti, öldü sanılan gözlerinin ıslandığı akşamın bir vaktinde. Poyracık yollarında derdinin sönmekte olan gözleri olmadığını, canı kadar sevdiği dostları ile birlikte olmasının, yani bizlerle birlikte zaman geçirmesinin en büyük ve en son mutluluğu olduğunu...

.  .  .

Güzel dostum!  Yürekli dostlar!  

İnanın, umut edin. Biz, yeniden bir araya gelmesini biliriz. Ağız dolusu gülmesini de... Öğrenci evlerinde "İdi Amin" renginde sabahın ilk ışıklarına dek, yine demlik demlik çaylar içeriz. "Gündüz insan, gece hırt." hallerimizle toplanır, yine buluşup sarılırız.  Aykırı şiirler okur, firari türküler söyleriz.  Ay Karanlık !  Ay Karanlık !

Hasan Oğuz Bilgen. 07/12/2021. Kınık-Poyracık.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder