2 Temmuz 2014 Çarşamba

NURETTİN KARABAŞ: BİR İMECE GÖNÜLLÜSÜ


BİR İMECE GÖNÜLLÜSÜ; NURETTİN KARABAŞ

Eylem adımları ile geçilen caddelerde, sorgu labirentlerinde ya da içerde ölmeyip de, yıllar sonra kendisini dışarıda bulan devrimcilerin değişik mekanlarda yaşama tutunmaya çalıştığı zamanlardı… 

Yaşayanlar bilir; inceden inceye bir yalnızlık ve kimsesizlik duygusunun, çok değişmiş bulduğu dış dünyada yeni bir soluk borusu bulmaya çalışan insanın içine çöreklenmesi, işkence tezgahlarında dönen çarkların, askı ve falaka düzeneklerinin eziyetinden beterdir. 

Ol nedenledir ki, o günlerde yaşamın hayhuyu içinde çarşı pazar birbirleriyle karşılaşan bu arkadaşların, yaşadıkları Gayya kuyusu cezaevlerini, üstü kapalı “özler” ve de “arar” mealinden esprili sohbetlerine tanık olan ve dahi yaşayan insanlardan birisiyim.

İşte o dar günlerin daralan insanlarına, onların sessiz imdat çığlıklarına yetişen “Hızır”, Nurettin Karabaş adında, sözcüğün gerçek anlamıyla dayanışma fedaisi birisiydi.

Çoğumuzun elinden tutuşunu, bıyık altından sırıtıp “hadi bakalım bizim oğlan” deyişini dün gibi anımsarım. Avukatımız olan sevgili Gültekin Köktürk Suvarlı ağabeyimizi eşofmanıyla derdest edip, Lada Samara’sıyla Ankara’ya, oradan da Gaziantep’e uçurup arkadaşımızı tahliye ettirdiğini, ilerleyen günlerde diğer insanlarımıza iş bulduğunu, iş kurduğunu, yetmedi işyerini,  kurulu düzenini teslim ettiğini bilirim. 

Gün geldi, zaman eridi.

Turgutlu Devlet Hastanesi’nin vasat dahiliye odasından, sol dirseğinden kuvvet alıp dışarısını sert ve kızgın, ne ki tükenmiş bakışlarla süzdüğü unutulmaz anlar belleklerimizde tazeliğini hala korur, elbette koruyacaktır.  Nurettin Karabaş 2 Temmuz 2006 sabahının alacakaranlığında elleri ellerimizden kurtuldu, gitti… 

O güzel insanın, Madımak yangınının Sivas ellerini tutuşturduğu, o yangın yerinden milyonlarca insanımızın yüreklerine kor düştüğü bir toplu katliamın yıl dönümünde, güzel günlerin, hesapsız kitapsız naif ilişkilerine gölge düşüren vefasızlıkları protesto edercesine bizi terk etmesi, boğazlarımızda düğümlenen bir ironi miydi diye, düşünmedim değil doğrusu?! İçerde dışarıda, askıda zindanda öldür Allah hiçbir itirafım ve dahi pişmanlığım yoktur; ömrümde tek bir itirafım olacaksa, o da, bu olsun… 

- 2 -

O, bizler için, duvarların dışarısında, anneannelerinin, büyükbabalarının yanında kalan çocuklarımız için çok şey yaptı. Bizler, onun için -kemoterapi şeanslarına götürüp getirmenin dışında- hiçbir şey yapamadık. Duvarı ören, tuğla üzerine tuğla koyan oydu. Onun ördüğü imece duvarından tuğla çekenlerse bizlerdik. Şöyle de denebilir; geçim derdinin girdabına kapılmış sürüklenen bir çok insanımızın kendisini kurtarmaya çalıştığı doksanlı yıllarda, o çevresini kurtarmaya, çevresindekileri kalkındırmaya çalıştı.

Şimdilerde, bir yerlerde -düşünün ki rakı sohbetlerinde- Nurettin Karabaş adı geçtiğinde, insanların -özellikle de duvarından tuğla çekenlerin- “Alkolün ne denli kaka olduğuna…” ilişkin, “Eğitim şart” güzellemesini çağrıştıran uzun ve pişkin söylevlerini susarak, içim sızlayarak dinliyorum.

Yerine ve zamanına göre, bazen tüm teoriyi Kuranı bir kenara bırakıp kitabın tam da orta yerinden konuşmak yeğdir ve de elzemdir. Dahası, bir kez olsun böylesi bir yürekli adım yüzümüzü gerçeğin ışığına çevirmemizi, kendimizle yüzleşmemizi sağlar. 

Nasıl mı? 

Şöyle: 

Nurettin Karabaş’ın adeta yaşama küsmesine, şen şakrak neşeli, önceleri cin gibi çalışan başını lanet olası pislik şişelere gömmesine neden olan, söylemesi kolay kabullenilmesi çok zor, on harfin bir araya gelmesi ile oluşan bir sözcükten ibaretti:

V-E-F-A-S-I-Z-L-I-K …

Nurettin Ağabey! Tito’nun memleketi Yugoslavya doğumlu, ey koca göçmen… Her tükenen günde, her çürüyen ve her kokuşan ilişkide seni, takılmalarını, geceler boyu sohbetlerini, fedakarlığını, sıcaklığını, babacanlığını, beyfendiliğini daha çok özlüyoruz… Seni daha çok, çok daha çok arıyoruz… 



Ağustos 2007, Karşıyaka                              
Hasan Oğuz Bilgen, Güncelleme 02.07.2014, Aliağa.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder