SYRIZA: KOMŞUNUN TEK SEÇENEĞİ Mİ ?
Yakın geçmişte Papandreu’ya
görevinden ayrılmaktan başka bir seçenek bırakmayan siyaset dağının görünmeyen
bölümünden gelen, kayda değer baskılama, komşuda önemli politik gelişmelere yol
açacak olan gebeliğin ilk doğum sancıları gibiydi. Yukarıda, buzdağına atıfta bulunarak anlatılmak
istenen belirleyici baskı erki, AB Komisyonu-Avrupa Merkez Bankası ve IMF
müfettişlerinden oluşan kutsal ittifaktır. Özgün adı ile Troyka…
Komşuda, emekçi halka 2012
seçimlerine gelinceye kadar hoyratça dayatılan vahşi kemer sıkma ve
yoksullaştırma uygulamaları, köleleştirmeyi meşrulaştırma çalışmaları söz
konusu ittifakın dört yıl boyunca, Yunan devletine rekor düzeyde kredi
musluklarının açılmasının, bankaların yüzlerce milyarlık batık kredi
borçlarının silinmesinin bir sonucuydu. Ülkemizde dayatılan yeni liberal
politikalardan da anlaşılacağı üzere, ağırlaşan ve risk arz eden sistemi yeniden
canlandırma ve kurtarma operasyonları, krizin külfetlerinin Yunanistan
emekçilerinin omuzlarına yıkmak için yapıldı.
Kutsal ittifak Troyka’nın Teknokrat
Papademus’u başbakan yapmasının özünde, PASOK’u ve Yeni Demokrasi Partisi’ni
dize getirmesi esprisi vardı. Bir başka deyişle, Troyka bir yandan ekonomiyi ve
yatırımları yönetirken, bir yanda da siyaset arenasının sınırlarını ve
derinliğini de (Tabi ki kendi çıkarları doğrultusunda) belirliyordu. Kuraldır.
Isınan hava yükselir ve olayın doğası gereği kendi mecrasında bir hava akımı
yaratır. Toplum biliminde de iktisat biliminde de etki tepki kuralının sonuçları
sarsıcıdır ve dahi kaçınılmazdır.
Bu kaçınılmazlığın hayatın içindeki
‘eşyanın doğası’ olarak açıklanabilecek karşılığı, güvencesi ve geleceği
olmayan koşullarda darlık ve yokluk içinde yaşayan, çalışan halkın, üzerlerine
yıkılmaya çalışılan vergilere, borçlara, sefalet politikalarına karşı yaygın
protestolar ve genel grevler olarak duruşudur. Troykanın acımasız yeni liberal
politikalarını ısrarla sürdürmesinin doğal sonucu olarak yükselen emekçi
muhalefetinin halkın değişik çalışan kesimlerini de içine alması, muhalif
güçlerin değişik renklerini toplumun yeni ilerici dinamiklerine dönüştürmesi,
komşuda yaşamı hızla 2012 Haziran seçimlerine getirdi.
2012 seçimleri, SYRIZA için, siyasal
hedeflerini ve amaçlarını ifade etmek, hızla sefalete itilen çalışan kesimlerin
yeni liberalizmin serbest piyasacı uygulamalarına layık olmadığını, başka bir
Yunanistan’ın mümkün olduğunu düşüncesini duyurmak/tanıtmak noktasında bulunmaz
bir fırsattı. Radikal Sol Birlik (SYRIZA) bunu yaptı. O gün için geçilen eşik,
bir sonraki karmaşık ve zorlu mücadelenin henüz merdiven başıydı. Devlet
borçlarını ödemeyecekleri, yapılan anlaşmaları tanımayacakları, ne var ki Avro’
dan da çıkmayacakları kırmızı çizgisinin politik olarak korunması
gerekiyordu. Açılımı Radikal Sol Birlik
olan SYRIZA’nın gelişmesi, tanınması ve öfkeli kalabalıklarla buluşması, bu
siyasal ve iktisadi iklimde gerçekleşti. Halkın yükselen muhalefetinin içinden
çıkan bu siyasal, kolektif birlik, IMF baskılamasını ve ikili anlaşmaları
tanımadıklarını, acı reçetenin muhatabı olmadıklarını söyleyen, bir ifadeyle
gökkuşağı, bir başka ifadeyle de şemsiye projesiydi.
Sokakları ısınan 2012 Haziranına
yaklaşırken sermaye cephesinin tutumu: Troyka, girilen seçim atmosferini kontrol
etmekte kararlıydı. Mevcut sistemin kemer sıkma politikalarından bıkmış emekçi
halkın umutlarının, beklentilerinin SYRIZA’nın seçim programı ile örtüşmesinin
yarattığı olumlu havanın dağıtılması gerekiyordu. Baş vurulan yöntem, alışılmış
biçimi ile tehdit ve göz dağı oldu: “ Ola ki kazanırsanız, Avrupa Birliği’ni kaybetmiş olacaksınız. Avro’yu da
unutacaksınız.” propagandası, hemen her platformda sıkça yapıldı. Tehdit ve
şantaj tuttu; Yeni Demokrasi Partisi % 29,7 oranında bir oyla seçimin
galibiydi. Ancak, PASOK’la yapılacak bir koalisyonla hükümet olabilecekti.
Böylesi bir siyasal denge, Avrupa bağımlısı Yunanistan sermayesi için sorun
oluşturmuyordu. Önemli olan, AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF üçlü
birlikteliğine dayanan zenginler kulübü TROYKA’nın, daha fazla esnek,
kuralsız ve güvencesiz çalışma, daha
fazla sömürü, daha fazla yoksulluk programının sürdürülebilir olmasıydı.
2014’e gelindiğinde IMF ve Avrupa
Merkez Bankası kredileri ile finanse edilmiş serbest piyasa ekonomisi -ücretler
ve alım gücü- dibe vurmuş, kamuda daralma, işsizlik, yoksullaşma tavan yapmıştır.
Komşudaki bu mali fırtına, Mayıs ayında SYRIZA’nın yelkenlerini şişirmesine
yarar. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Sol Birlik, % 27 oy oranıyla, yani 3-4
puan gibi sınırlı bir farkla Yeni Demokrasi Partisi’nin önüne geçer.
15 Eylül 2014’te SYRIZA yayınladığı
Selanik Manifestosu’nda, önceki görüşlerinden öz olarak pek farkı olmayan,
içinde kaynakların nereden ve nasıl bulunacağını belirten oldukça detaylı bir
mali program açıklar. Bu manifestoda göre SYRIZA, her şeyden önce gökkuşağı
renklerini içeren şemsiye yapı olma özelliğini koruduğunu yinelerken,
Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkmasından yana olmadıklarını en başında ifade
etmelerinin yanı sıra “sosyal kalkınma” için sosyal yatırımların öncelikle hangi
alanlara ve nasıl yapılacağını sorusuna doyurucu yanıtlar verir. Program, yer
altı ve yer üstü kaynaklarının dış borç faizlerine akmasını önleyerek, eşit,
adil ve akılcı biçimde, insan merkezli, emek eksenli uygulamalarla
değerlendirileceğinin altını kalın çizgilerle çizer. Halktan yana, halk için
programın önemli başlıklarına göz atarsak:
·
Ücretsiz
elektrik hizmeti, gıda üretim ve tüketiminde destek tasarıları…
·
İşsiz
yurttaşlara ücretsiz ulaşım hakkı.
·
Sağlık
alanında yaygın, eşit, adil ve ulaşılabilir bir hizmet.
· Isınmak
için gerekli enerjiye ulaşma kolaylıkları, bunun için halka ağır yük getiren
özel vergilerin kaldırılması.
·
Emeklilere
yıl sonunda 13. Maaş.
·
Sosyal
güvenlikte ve barınma hakkında insanla buluşan yenilikler…
· Küçük
ve orta boy işletmeleri desteklemek, borçların tahsili için düzene sokulması…
· İkili
anlaşmaların Memorandum’u (Dış Borçlanma) ile gasp edilen hakların işçi
sınıfına tekrar kazandırılması.
·
Özellikle
mevcut asgari ücreti, herkes için eşit bir yaşam kalitesi sağlayacak bir düzeye
getirilmesi.
· Toplu
iş sözleşmelerini emekten yana tekrar düzenleyecek üç yıl süreli sözleşmelerin
geri getirilmesi.
· Çalışma
yaşamında güvensizliğe ve ahlaki çöküşe yol açan ayrımcı ve kötü yönetime,
yolsuzluğa, rüşvete ve kayırmacılığa son verilmesi.
. . .
15 Eylül 2014 Selanik Manifestosu’nun
satır aralarına girildiğinde, savunulanın ve yapılmak istenenin Yunanistan’ı
Avro Bölgesi’nden çıkararak ‘hayatın doğal ve zorunlu akışının dışına çekmek
olmadığı’, Yunanistan halkının kendi öz yurdunda AB’nin kiracısı konumunda
değil, ‘ortak kullanılan bir evde beraber yaşamanın gerekliliğini’, hatta
zorunluluğunu kanıtlamaya yönelik olduğu görülecektir. Prof.H.Kozanoğlu,
“bedava elektrik, gıda sübvansiyonu, alış-veriş kuponu, işsize ulaşım kartı.” için gerekli
olan kaynakların nasıl yaratılacağının açıklanmasına karşın, manifestonun “sol
Keynesyen bir program” içerdiği, buna dayanarak SYRIZA’nın asla “radikal
sayılamayacağı” görüşündedir.
Korkut Boratav’ın yorumu farklı
olmasa da, açıklayıcıdır: SYRIZA, 2012
yılındaki ‘dış borçların ödenmeyeceği’ çizgisini terk etmiş, Avro’dan ayrılma
seçeneğini yeğlememektedir. Öncelikli olarak, belli bir yapılandırma
çerçevesinde, özellikle özel sektör borçları ödenecektir. Avro Bölgesi’nin
devlet alacakları için ise “müzakere” başlatılacaktır. Bu esnekliğin yarattığı
ılımlı havadan ve ağırlıklı olarak belirsizliğinden olsa gerek, bu politika,
gökkuşağının sol kanadı, kimi sosyalist, akademisyen çevrelerce ve Komünist
Parti tarafından teslimiyetçi, uzlaşmacı bir siyaset tarzı olarak değerlendirilmektedir.
. . .
Her ne kadar adlarının başına
‘Radikal’ sözcüğünü koyup, “kurulu sistemi alt üst etmek için geldiklerini” her
fırsatta söylüyor olsalar da, izleneceği doğrulanan politik çizgi, özellikle de
ödeme programlarını tanıtmak ve taraftar bulmak amacıyla Avrupa’nın finans
çevreleri ile kurulan ve sürdürülen ilişkiler, hedeflenen dengeler göz önüne
alındığında tablo ortadadır:
· Her
şey bir yana, siyaset biliminin uzmanlarınca “Radikal” bir kurama, aksiyona
sahip olmadığı tanıtlanan SYRIZA, Marksist terminolojiye göre de devrimci bir
örgütlenme değildir. Açıklaması: Devlet
cihazının ve ilişkilerinin kırılıp, oradan kaldırılması gibi bir zorunun olmaması.
· Bu
güne dek açıklanan ve kayıt altına alınan tüm politik tavırlarının ve
eleştirilerinin egemen yapı Avrupa Birliği’nin varlığına karşı olmadığı, sadece
onun plan, program, kurgu ve icraatlarına dönük olduğu söylenebilir.
Halka
kısa vadede soluk aldırabilecek bir dinamiği ve kararlılığı taşıdığı ifade
edilebilir.
· SYRIZA’nın,
sınıfların, sömürünün, işten çıkarmaların, iş yeri, fabrika kapatmalarının,
baskıcı, yasakçı, ayrımcı karakteristiğinin tek nedeni olan kapitalizmi
hedeflemediği, üretim araçlarının özel mülkiyetini sorgulamadığı, ancak en
temel hak ve özgürlükler üzerinden, an itibari ile -Yunanistan konjonktüründe-
çözümün, adaletin ve umudun temsilcisi olduğu da bir gerçek.
. . .
25 Ocak 2015 Yunanistan seçimleri,
yakın zamanda ülke emekçilerinin Avrupa ve Yunanistan sermayedarlarının vahşi
neo-liberal uygulamalarına, dayattığı iş yerlerinde uzun çalışmalara,
sokaklarında zorbalığa karşı, Atina ve diğer metropolleri yangın yerlerine
çevirdiği genel grev ve büyük kitlesel direnişlerin anlamlı bir finali ya da
rövanşı gibi… Komşudaki sermayenin ve
medya baronlarının fincancı katırlarını ürkütmesi anlamında, SYRIZA’nın Mora
yarımadası semalarında dolanan 21. yüzyılın hayaleti olması ironisi, işin
epeyce eğlenceli yanı doğrusu… Öyle ya, Latin Amerika’da kanıtlanan,
faşistlerin uykusunu kaçırtan devrimci performans, ya Avrupa’da da gösterilir,
Portekiz’deki ‘Sol Birlik’, İspanya’daki ‘Pademos’, ardı sıra diğerleri, domino
taşları gibi hareketleniverirse…
Böyle bakıldığında, Yunanistan emekçi
sınıflarının, tüm çalışanlarının, 25 Ocak seçimlerinde ciddi anlamda bir
demokrasi, adalet ve insan hakları sınavı vereceği çok açık. Başka deyişle,
parlamentoda, başta ekonomi ve yaşamın diğer alanlarında egemenliklerini
korumak, Avro Bölgesi’nin uzun vadeli çıkarlarını ülkede pekiştirmek telaşında
olan sermayenin, emekçilerin SYRIZA rüzgarı ile seçmen sandıklarını sallayabileceğinden
de korktuğu gün gibi ortada.
Sınıf mücadelelerinin tarihinin emeği
gönendiren zaferleri ve düş kırıklığı yaratan yenilgileri dikkate alındığında, komşudaki
emek dostlarının zorlu sınavı, emperyalistlerin ve işbirlikçileri lehine
sonuçlanabileceği başka bir gerçeklik… Bu da, sol sosyalist güçlerin sosyal
demokrasi çıkmazının karamsarlık balçığında güç ve moral yitirmemesi, sonrası
için devrim ve sosyalizm perspektifine daha güçlü sarılması, uzun sözün kısası,
Yunanistan’daki sınıf kavgasının çok uzun vadede artısı olarak kabul
edilebilir.
Hasan Oğuz Bilgen, 22 Ocak 2015,
Aliağa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder