23 Ocak 2015 Cuma

SYRIZA: KOMŞUNUN TEK SEÇENEĞİ Mİ?

SYRIZA: KOMŞUNUN TEK SEÇENEĞİ Mİ ?




Yakın geçmişte Papandreu’ya görevinden ayrılmaktan başka bir seçenek bırakmayan siyaset dağının görünmeyen bölümünden gelen, kayda değer baskılama, komşuda önemli politik gelişmelere yol açacak olan gebeliğin ilk doğum sancıları gibiydi. Yukarıda, buzdağına atıfta bulunarak anlatılmak istenen belirleyici baskı erki, AB Komisyonu-Avrupa Merkez Bankası ve IMF müfettişlerinden oluşan kutsal ittifaktır. Özgün adı ile Troyka…

Komşuda, emekçi halka 2012 seçimlerine gelinceye kadar hoyratça dayatılan vahşi kemer sıkma ve yoksullaştırma uygulamaları, köleleştirmeyi meşrulaştırma çalışmaları söz konusu ittifakın dört yıl boyunca, Yunan devletine rekor düzeyde kredi musluklarının açılmasının, bankaların yüzlerce milyarlık batık kredi borçlarının silinmesinin bir sonucuydu. Ülkemizde dayatılan yeni liberal politikalardan da anlaşılacağı üzere, ağırlaşan ve risk arz eden sistemi yeniden canlandırma ve kurtarma operasyonları, krizin külfetlerinin Yunanistan emekçilerinin omuzlarına yıkmak için yapıldı.

Kutsal ittifak Troyka’nın Teknokrat Papademus’u başbakan yapmasının özünde, PASOK’u ve Yeni Demokrasi Partisi’ni dize getirmesi esprisi vardı. Bir başka deyişle, Troyka bir yandan ekonomiyi ve yatırımları yönetirken, bir yanda da siyaset arenasının sınırlarını ve derinliğini de (Tabi ki kendi çıkarları doğrultusunda) belirliyordu. Kuraldır. Isınan hava yükselir ve olayın doğası gereği kendi mecrasında bir hava akımı yaratır. Toplum biliminde de iktisat biliminde de etki tepki kuralının sonuçları sarsıcıdır ve dahi kaçınılmazdır.

Bu kaçınılmazlığın hayatın içindeki ‘eşyanın doğası’ olarak açıklanabilecek karşılığı, güvencesi ve geleceği olmayan koşullarda darlık ve yokluk içinde yaşayan, çalışan halkın, üzerlerine yıkılmaya çalışılan vergilere, borçlara, sefalet politikalarına karşı yaygın protestolar ve genel grevler olarak duruşudur. Troykanın acımasız yeni liberal politikalarını ısrarla sürdürmesinin doğal sonucu olarak yükselen emekçi muhalefetinin halkın değişik çalışan kesimlerini de içine alması, muhalif güçlerin değişik renklerini toplumun yeni ilerici dinamiklerine dönüştürmesi, komşuda yaşamı hızla 2012 Haziran seçimlerine getirdi.

2012 seçimleri, SYRIZA için, siyasal hedeflerini ve amaçlarını ifade etmek, hızla sefalete itilen çalışan kesimlerin yeni liberalizmin serbest piyasacı uygulamalarına layık olmadığını, başka bir Yunanistan’ın mümkün olduğunu düşüncesini duyurmak/tanıtmak noktasında bulunmaz bir fırsattı. Radikal Sol Birlik (SYRIZA) bunu yaptı. O gün için geçilen eşik, bir sonraki karmaşık ve zorlu mücadelenin henüz merdiven başıydı. Devlet borçlarını ödemeyecekleri, yapılan anlaşmaları tanımayacakları, ne var ki Avro’ dan da çıkmayacakları kırmızı çizgisinin politik olarak korunması gerekiyordu. Açılımı Radikal Sol Birlik olan SYRIZA’nın gelişmesi, tanınması ve öfkeli kalabalıklarla buluşması, bu siyasal ve iktisadi iklimde gerçekleşti. Halkın yükselen muhalefetinin içinden çıkan bu siyasal, kolektif birlik, IMF baskılamasını ve ikili anlaşmaları tanımadıklarını, acı reçetenin muhatabı olmadıklarını söyleyen, bir ifadeyle gökkuşağı, bir başka ifadeyle de şemsiye projesiydi.

Sokakları ısınan 2012 Haziranına yaklaşırken sermaye cephesinin tutumu:   Troyka, girilen seçim atmosferini kontrol etmekte kararlıydı. Mevcut sistemin kemer sıkma politikalarından bıkmış emekçi halkın umutlarının, beklentilerinin SYRIZA’nın seçim programı ile örtüşmesinin yarattığı olumlu havanın dağıtılması gerekiyordu. Baş vurulan yöntem, alışılmış biçimi ile tehdit ve göz dağı oldu:     “ Ola ki kazanırsanız, Avrupa Birliği’ni kaybetmiş olacaksınız. Avro’yu da unutacaksınız.” propagandası, hemen her platformda sıkça yapıldı. Tehdit ve şantaj tuttu; Yeni Demokrasi Partisi % 29,7 oranında bir oyla seçimin galibiydi. Ancak, PASOK’la yapılacak bir koalisyonla hükümet olabilecekti. Böylesi bir siyasal denge, Avrupa bağımlısı Yunanistan sermayesi için sorun oluşturmuyordu. Önemli olan, AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF üçlü birlikteliğine dayanan zenginler kulübü TROYKA’nın, daha fazla esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma, daha fazla sömürü, daha fazla yoksulluk programının sürdürülebilir olmasıydı.

2014’e gelindiğinde IMF ve Avrupa Merkez Bankası kredileri ile finanse edilmiş serbest piyasa ekonomisi -ücretler ve alım gücü- dibe vurmuş, kamuda daralma, işsizlik, yoksullaşma tavan yapmıştır. Komşudaki bu mali fırtına, Mayıs ayında SYRIZA’nın yelkenlerini şişirmesine yarar. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Sol Birlik, % 27 oy oranıyla, yani 3-4 puan gibi sınırlı bir farkla Yeni Demokrasi Partisi’nin önüne geçer.

15 Eylül 2014’te SYRIZA yayınladığı Selanik Manifestosu’nda, önceki görüşlerinden öz olarak pek farkı olmayan, içinde kaynakların nereden ve nasıl bulunacağını belirten oldukça detaylı bir mali program açıklar. Bu manifestoda göre SYRIZA, her şeyden önce gökkuşağı renklerini içeren şemsiye yapı olma özelliğini koruduğunu yinelerken, Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkmasından yana olmadıklarını en başında ifade etmelerinin yanı sıra “sosyal kalkınma” için sosyal yatırımların öncelikle hangi alanlara ve nasıl yapılacağını sorusuna doyurucu yanıtlar verir. Program, yer altı ve yer üstü kaynaklarının dış borç faizlerine akmasını önleyerek, eşit, adil ve akılcı biçimde, insan merkezli, emek eksenli uygulamalarla değerlendirileceğinin altını kalın çizgilerle çizer. Halktan yana, halk için programın önemli başlıklarına göz atarsak:

·         Ücretsiz elektrik hizmeti, gıda üretim ve tüketiminde destek tasarıları…  
·         İşsiz yurttaşlara ücretsiz ulaşım hakkı.
·         Sağlık alanında yaygın, eşit, adil ve ulaşılabilir bir hizmet.
·     Isınmak için gerekli enerjiye ulaşma kolaylıkları, bunun için halka ağır yük getiren özel vergilerin  kaldırılması.
·         Emeklilere yıl sonunda 13. Maaş.
·         Sosyal güvenlikte ve barınma hakkında insanla buluşan yenilikler…
·   Küçük ve orta boy işletmeleri desteklemek, borçların tahsili için düzene sokulması…
·    İkili anlaşmaların Memorandum’u (Dış Borçlanma) ile gasp edilen hakların işçi sınıfına tekrar  kazandırılması.
·         Özellikle mevcut asgari ücreti, herkes için eşit bir yaşam kalitesi sağlayacak bir düzeye getirilmesi.
·   Toplu iş sözleşmelerini emekten yana tekrar düzenleyecek üç yıl süreli sözleşmelerin geri getirilmesi.
·    Çalışma yaşamında güvensizliğe ve ahlaki çöküşe yol açan ayrımcı ve kötü yönetime, yolsuzluğa,  rüşvete ve kayırmacılığa son verilmesi. 
.   .   .

15 Eylül 2014 Selanik Manifestosu’nun satır aralarına girildiğinde, savunulanın ve yapılmak istenenin Yunanistan’ı Avro Bölgesi’nden çıkararak ‘hayatın doğal ve zorunlu akışının dışına çekmek olmadığı’, Yunanistan halkının kendi öz yurdunda AB’nin kiracısı konumunda değil, ‘ortak kullanılan bir evde beraber yaşamanın gerekliliğini’, hatta zorunluluğunu kanıtlamaya yönelik olduğu görülecektir. Prof.H.Kozanoğlu, “bedava elektrik, gıda sübvansiyonu, alış-veriş  kuponu, işsize ulaşım kartı.” için gerekli olan kaynakların nasıl yaratılacağının açıklanmasına karşın, manifestonun “sol Keynesyen bir program” içerdiği, buna dayanarak SYRIZA’nın asla “radikal sayılamayacağı” görüşündedir.

Korkut Boratav’ın yorumu farklı olmasa da, açıklayıcıdır:  SYRIZA, 2012 yılındaki ‘dış borçların ödenmeyeceği’ çizgisini terk etmiş, Avro’dan ayrılma seçeneğini yeğlememektedir. Öncelikli olarak, belli bir yapılandırma çerçevesinde, özellikle özel sektör borçları ödenecektir. Avro Bölgesi’nin devlet alacakları için ise “müzakere” başlatılacaktır. Bu esnekliğin yarattığı ılımlı havadan ve ağırlıklı olarak belirsizliğinden olsa gerek, bu politika, gökkuşağının sol kanadı, kimi sosyalist, akademisyen çevrelerce ve Komünist Parti tarafından teslimiyetçi, uzlaşmacı bir siyaset tarzı olarak değerlendirilmektedir.     
.   .   .

Her ne kadar adlarının başına ‘Radikal’ sözcüğünü koyup, “kurulu sistemi alt üst etmek için geldiklerini” her fırsatta söylüyor olsalar da, izleneceği doğrulanan politik çizgi, özellikle de ödeme programlarını tanıtmak ve taraftar bulmak amacıyla Avrupa’nın finans çevreleri ile kurulan ve sürdürülen ilişkiler, hedeflenen dengeler göz önüne alındığında tablo ortadadır:   
·     Her şey bir yana, siyaset biliminin uzmanlarınca “Radikal” bir kurama, aksiyona sahip olmadığı tanıtlanan SYRIZA, Marksist terminolojiye göre de devrimci bir örgütlenme değildir. Açıklaması: Devlet cihazının ve ilişkilerinin kırılıp, oradan kaldırılması gibi bir zorunun olmaması.  
·  Bu güne dek açıklanan ve kayıt altına alınan tüm politik tavırlarının ve eleştirilerinin egemen yapı Avrupa Birliği’nin varlığına karşı olmadığı, sadece onun plan, program, kurgu ve icraatlarına dönük olduğu söylenebilir.
    Halka kısa vadede soluk aldırabilecek bir dinamiği ve kararlılığı taşıdığı ifade edilebilir.   
· SYRIZA’nın, sınıfların, sömürünün, işten çıkarmaların, iş yeri, fabrika kapatmalarının, baskıcı, yasakçı, ayrımcı karakteristiğinin tek nedeni olan kapitalizmi hedeflemediği, üretim araçlarının özel mülkiyetini sorgulamadığı, ancak en temel hak ve özgürlükler üzerinden, an itibari ile -Yunanistan konjonktüründe- çözümün, adaletin ve umudun temsilcisi olduğu da bir gerçek.
.   .   .

25 Ocak 2015 Yunanistan seçimleri, yakın zamanda ülke emekçilerinin Avrupa ve Yunanistan sermayedarlarının vahşi neo-liberal uygulamalarına, dayattığı iş yerlerinde uzun çalışmalara, sokaklarında zorbalığa karşı, Atina ve diğer metropolleri yangın yerlerine çevirdiği genel grev ve büyük kitlesel direnişlerin anlamlı bir finali ya da rövanşı gibi…  Komşudaki sermayenin ve medya baronlarının fincancı katırlarını ürkütmesi anlamında, SYRIZA’nın Mora yarımadası semalarında dolanan 21. yüzyılın hayaleti olması ironisi, işin epeyce eğlenceli yanı doğrusu… Öyle ya, Latin Amerika’da kanıtlanan, faşistlerin uykusunu kaçırtan devrimci performans, ya Avrupa’da da gösterilir, Portekiz’deki ‘Sol Birlik’, İspanya’daki ‘Pademos’, ardı sıra diğerleri, domino taşları gibi hareketleniverirse…

Böyle bakıldığında, Yunanistan emekçi sınıflarının, tüm çalışanlarının, 25 Ocak seçimlerinde ciddi anlamda bir demokrasi, adalet ve insan hakları sınavı vereceği çok açık. Başka deyişle, parlamentoda, başta ekonomi ve yaşamın diğer alanlarında egemenliklerini korumak, Avro Bölgesi’nin uzun vadeli çıkarlarını ülkede pekiştirmek telaşında olan sermayenin, emekçilerin SYRIZA rüzgarı ile seçmen sandıklarını sallayabileceğinden de korktuğu gün gibi ortada.

Sınıf mücadelelerinin tarihinin emeği gönendiren zaferleri ve düş kırıklığı yaratan yenilgileri dikkate alındığında, komşudaki emek dostlarının zorlu sınavı, emperyalistlerin ve işbirlikçileri lehine sonuçlanabileceği başka bir gerçeklik… Bu da, sol sosyalist güçlerin sosyal demokrasi çıkmazının karamsarlık balçığında güç ve moral yitirmemesi, sonrası için devrim ve sosyalizm perspektifine daha güçlü sarılması, uzun sözün kısası, Yunanistan’daki sınıf kavgasının çok uzun vadede artısı olarak kabul edilebilir.

Hasan Oğuz Bilgen, 22 Ocak 2015, Aliağa     

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder