11 Mart 2020 Çarşamba

ASLINDA ADNAN SELÇUK MU MIZRAKLI, CEBERUT DEVLET Mİ?

ADNAN SELÇUK MU MIZRAKLI, CEBERUT DEVLET Mİ?

Asla ölümü kutsadığımdan filan değildi, "Şu ölesim gelen memleket toprağında" diyerek konuya ön yargısız girişim. Böylesi sevilen bu ülkede, egemen sistem daha ilkokulda 'sana dokunmayan yılan...',  'her koyun kendi bacağından...'  söylemleriyle geleneksel anlayışın boyun eğme kültürünü aşılar. İşte dünün çocuklarının iş güç sahibi olduklarında da, kendilerine kapı kulluğuna ve biat etmeye yaraşır bir yaşam biçimi kurmaları şaşırtıcı değildir.

Böyle olunca, bürokrat, siyasetçi, yargıç, bilim insanı isen, halkın ne istediğine ne dediğine bakmadan cüzdan/vicdan arasında sıkışmayıp bol akçeli tekliflere kulak vereceksin. Sanatçı ya da gazeteciysen  egemenin oyununu bozmayacak, tersine düdüğünü çalacaksın. Ses sanatçısı isen,  "Dersim Dört Dağ İçinde" sana gelecek sağlamaz.  Sen sen ol, "Seni Sevmeyen Ölsün" şarkısından asla şaşma.  Yetmedi, kalabalığı yarıp muktedirin elini öp, saraylardan gelen çağrıya git, katıl;  buyruğa uygun davran yeter.

Bir başka anlatımla, ya bu sınıflı, sömürülü düzeni sevecek ya da "Terk edeceksin".
Tarih, kimden ve nereden geldiği, ne idüğü belirsiz bir "Urun ha!" Osmanlı deyişiyle savaşların koptuğunun ve yoksul halk çocuklarının başlarının havada uçuştuğunun ötesinde  "sınıf savaşlarının tarihi" ise, orada bir duruyoruz. Durduğumuz yer, "ilk"  lerin yaşandığı bir çözümsüzlükler coğrafyasıdır.

Konu Çanakkale'de "yedi düvele" nasıl direndiğimiz konusu olsa kolaydır; "Kürdü, Türkü, Çerkezi ile..." der geçersiniz. Kabul. Yakın tarihte, emperyalizme topyekun kalkışıp direnmek bir ilktir.  Ne var ki, sonrasında gelen, bir başka rahatsız edici "ilk"ler de vardır. Ama bu 'ilk'lerden önce, ülkenin coğrafi de olsa yedi bölgeye bölünmesi gibi... Biz, yeni yetme delikanlılar, bu ülkenin bölünmesi olayını ilk kez bakanlık onaylı coğrafya atlaslarında gördük.

Şimdi... Bu yedi bölgeli coğrafyanın "Doğu" ve "Güneydoğu" bölgeleri dışında, kaç iş insanı "düzene uymuyor, yasa dışı örgüte yardım ediyor" iddiası ile gecenin bir vakti, yatağından alınıp götürülüp, yok edildi?  Hala vicdanını yitirmemiş ve yüreği kurumamış insanlar için dehşet verici sorular içeren, tadsız "ilk" ler çoğaltılabilirÖzellikle bu iki bölge dışında, 1990'lı yıllardan bu yana kaç politikacının, yazarın, çizerin, gazetecinin, öğrencinin, yetmedi köylünün, çobanın adresi, pardon mezarı belli değil?

Bırakalım komünistini/devrimcisini, utanmadan "faili meçhule gitti" dedikleri, bedenlerinde açık seçik işkence izleri; soru sormak, araştırmak, itiraz etmek gibi 'zararlı' alışkanlıkları olan kaç muhalif/aydın kişi vardır?  Ya da, daha trajik olanı mı? O da var: Ege kırsalının kaç kör kuyusunda, üzerlerine asit dökülerek yakılmış sıradan köylü yurttaşların lime lime olmuş giysileri çıkmıştır?

Belki de yataklarına aç girmiş, yoksulhanenin bir odasında derin, masum uykuların kollarındayken, haneye davetsiz  -olasılıktır, belki de öfke ve nefretle-  dalan zırhlı aracın altında ezilip ölen kaç çocuk olabilir?

Açıklaması çok zor, çok ağır olsa da... Şimdiki bir matematik ya da bir hukuk sorusu olabilir mi? Babası ile birlikte evinin önünde yaylım ateşine tutulan Uğur Kaymaz'ın cansız bedeninden çıkarılan kurşun sayısının on üç olması ile yaşının on iki olması arasında ters ya da düz nasıl bir orantı vardır?  Kanıtıyla tanığıyla ortalık yerde olan ve üç yıl süren davada yargılanan dört polisin de beraat etmesi, Makbule ananın mı yüreğini daha çok dağlamıştır, "elinde adalet terazisi tutan kadın"ın mı?  Sönmeyen ateşin hala dumanlarının tüttüğü yer, Mardin'in Kızıltepe'sidir...

Şu gülünüp eğlenilmesi gereken dünyada daha fazla canınız sıkılmasın, tadınız kaçmasın... Son soru: Yaşanmaya ancak fırsat bulunabilmiş yine bir on iki yaşın, yaşanmış öyküsü... Diyarbakır-Lice ilçesi Şenlik köyü Hambaz mezrasında Yayla Karakolu'ndan atılan havan topu mermisi ile,  yaşayamadığı ömrünün on ikinci yılında öldürülen Ceylan Önkol.
. . .

Bilinenler tekrar edildi diye, kimselerin canı sıkılıp keyfi kaçmasın. Hani, hep bir yerlerde unutursak yüreğimiz kurusun demiştik ya!  Bu iş öyle, yaldızlı şatafatlı lafızlarla filan olmuyor.  Ez cümle, unutmayacağız ve dahi unutturmayacağız.
. . .

Selçuk Mızraklı'nın başına gelen, abartısız yüz binlerce halkın iradesini omuzlamış, sövülmüş, itilmiş kakılmış ve hapsedilmiş yüzlerce bölge siyasetçisinin yaşadığıdır. Yerine kayyum atanan ve de hapse tıkılan Sur eşbaşkanı Cemal Özdemir'e değil de, on binlerce Diyarbakır halkının özgür iradesine verilecek olan 22 yıl -yirmi iki yıl- ceza yoldayken, 9 -dokuz-yıl  4 -dört- ay hapis cezası Selçuk Mızraklı'ya geldi...

Hani şu, yerine atanan devletin kayyum efendisinin 2,5 milyonla makam odasının hemen arkasında yaptırdığı mermerli banyoyu ve suit odayı sosyal medyada açığa vuran ve de reklam eden belediye başkanı... Tutuklu bulunduğu hücre hanesinin kapısına 9 -dokuz- yıl 4 -dört- bir ceza müzekkeresi asılmış. Bir söz vardır, şu canım toprakların sözlü kültüründe "Yiğidi öldür, hakkını yeme" diye...  Ne ki şimdilerde öyle olmuyor, egemenlerin kabından yemeyenlerin canına da okuyorlar, hakkını da yiyorlar.

Gerçekten "Adnan Selçuk mu mızraklı, ceberut devlet mi?" diye sormadan edemiyor insan. Adamın sadece soyadında olan, devletin, saray erkanının elinde Demokles'in kılıcı gibi Türkiye halklarının başında her daim sallanan, örseleyen, yaralayan ve de dürten tehditkar bir silah...

Unutmayacağız... Unutturmayacağız...

Hasan Oğuz Bilgen, 11.03.2020, Katin-Çaytepe.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder