14 Nisan 2020 Salı

BİR SINIF, BİR ŞANTİYE DOSTU...


BİR SINIF, BİR ŞANTİYE DOSTU...
ZULAYA BİR DERİN ACI DAHA.



Kanıksanan 'nükleer, kanser, kuraklık' gibi, bildik 'iş cinayetleri, kadın kıyımı, işsizlik' gibi, neoliberalizm barbarlığının insanlığın başına musallat ettiği son bela, Çin Seddi'ni aşıp kapıları çalmadan bacalardan daldı. Geldi, baş köşeye oturdu. Güçleri yoksul, savunmasız halklara yeten emperyalistler, işçiye, gazeteciye efelenen petrol-dolar baronları, nereden çıkıp aksırtıp öksürteceği ve hangi muzırlığı yapacağı belli olmayan miroskobik bir canlı karşısında şaşkın...

İktidar borazanı yazılı ve görsel basında, köşe bucak, ekran ekran, hayatın gerçeği, çalışanın dünyası, insanın aklı ile alay eden "mühim" lafızlar, nasihatler...Uslu çocuk ol, ellerini yıka, eve kapan, bu ara bir yolunu bul işe de git. "Hijyen"ini, mesaini ihmal etme. Bozgunculuk, bölücülük yapma üretimi aksatma... Buraya kadar davulun sesi uzaktan kulağa hoş geliyor. Efendilerin keyfini kaçıransa zurnanın zırt dediği yer: 

"Güvenceli iş", "Ücretsiz tedavi", "Ücretli izin" talep edildiğinde ortalık suspus, balta kesmez buz oluyor...
.  .  .

Adına "Tekstil atölye"si denilen bodrum katlarında kaçak göçek, sıkış tepiş onlarca, yüzlerce kadın nasıl çalışır? Bilen bilir. Ya, heybetle inşa edilen bir yapıda, örneğin yirminci katında, kuş bakışı-karınca misali, günü yere çakılmadan bitirmek, yani bitirebilmek nasıl bir duygudur? Bunun da, ne menem bir duygu olduğunu ancak vicdanını henüz yitirmemişler tahmin edebilir. Emek dostları, sınıf dostları ve şantiye tozu yutmuş bir insan da çok iyi bilir.  Sakallı adam "Kapital" de işin mantığını da, artı değerin tıkırdayışını da açıklıyor, biliyoruz. Peki, anamalın müritlerinin iş bu konuda ne dediğini bilen, duyan var mı? 

Sadece tek hecelik tabiat taklidi bir ses: Tıss...

Şimdi bu vahşi kapitalizmin on saatlik, on iki saatlik, olmadı gün doğumu gün batımı engelli koşu temposuna bir de 'Covit-19' olarak kodlanan virüs eklendi. Yani, ekiplere dalaşmadan, virüslere bulaşmadan "gel" pozisyonu... Pardon, çalış !

Geçenlerde, malum minik şeytanla ilgili 'mühim' insanların, 'mühim' açıklamaları ve öğütleri arbedesinde, o "baldırı çıplak", "amele takımı" dedikleri taraftan gelen bıçak gibi sözler kuru gürültüye gitti. Duyan duydu, alan da ne aldıysa aldı. Galataport şantiyesindeki -güvensiz ne kelime- tuzaklarla dolu hiç de tekin olmayan çalışma ortamı ile ilgili, çok doğal topun gelişine vurur gibi, çarpıcı açıklamayı yapan sendikanın temsilcisi Hasan Oğuz adında, henüz on dokuzunda bir gençti. Gencecik yaşamı gibi, kim vurduya giden yakıcı açıklamasında şöyle diyordu:

" Yemekhane ve şantiye girişlerinde, çıkışlarında haliyle yığılmalar oluyor. Bize, sürekli (Maske takın, birbirinizden uzak durun) diyorlar. Oraya buraya yazılar da  astılar. Birlikte bir iş yapılıyor, öyle uzak durarak nasıl olur? Nasıl yapacaksın? Tamam, ekmekler poşetlerde, sular pet şişelerde geliyor da, soyunma odalarında, yemek kuyruklarında yine dip dibeyiz. Virüse yakalanan arkadaşlarımızı önceden duymuştuk. İkaz ettik. Oralı olmadılar, hatta İnkar ettiler!  Siz işinize bakın, dediler. Günler geçti, bir değişiklik olmadı, iş durdurulmadı. Hastayım diyene, ücretsiz izin verildi. İnşaatta ücretsiz izin, hastanede ücretli tedavi !?  
Tek çare birlikte mücadele etmek..."

Hasan Oğuz, bu konuşmayı yaptıktan dört gün sonra, şantiyede, güvencesizliğe, hoyrat çalıştırılmaya, işverenin nobranlığına meydan okurcasına, kemerinin sağ yanında ucuz şerit metresi, inşaat duvarlarına tırmanırken kalp krizi geçirdi. Yoğun bakımda müdahale edilen ve tam bir hafta sonra yaşamını yitiren Hasan Oğuz'un raporunda ölüm nedeninin 'bulaşıcı hastalık' yazdığı söylendi. Bu durum, Hasan Oğuz'un üyesi olduğu Dev Yapı-İş Sendikası tarafından da doğrulandı. 
.  .  .

Helin Bölek için söylenen  "Her konuda konuşanlar, çok bilmişler... Bir an için susun!.." kestirip atması ve ardı sıra gelen  "Bazen konuşma dili gibi yazı dili de yetersiz ve gereksizdir." yumruk sözü, aslında bizim şantiye emektarı Demirci Arif Usta'nın tarzı ve dayatması idi.  Ve de doğruydu.  

Kuşça iki can, Helin de Hasan da olmayası şeyler mi istediler? Azıcık aş onurlu bir baş! Hepsi buydu; iki masum dilekti. Birbirlerini tanımasalar da, yaşamın değişik alanların da sistemle boğuşmak zorunda bırakılmış olsalar da, bıkmadan usanmadan doğru ve güzel olanı talep ettiler. Konserlerimiz yasaklanmasın. Bırakın türkülerimizi söyleyelim. Derneğimizin kapısı her gün, koçbaşı ile yıkılmasın. 

Aç açık yatmadığımız, işsiz kalmadığımız -ziyanı yok- sessiz sakin bir küçük dünyamız olsun.  Bırakın güven içinde, korkusuz, endişesiz çalışalım.  Naylondan yatakhanelerde yanmayalım.

Helin ve Hasan, bir yerlerde sızan iki derin yara. Artları sıra çoktan ağıtlara durmuş, sızlanan ama acındırmayan, iki taze toprak yığınına kapanmış iki ana... Dağdan düzdeki zorbalığı süzen iki kaçakçı suskunluğu. Oynanan trajik oyunu adabı ile, sessizce izleyen iki eşkiya, iki bilge insan.

Helin Bölek için acımız ne denli derin, ahdimiz ve dahi kavlimiz ne denli büyük, ne denli mahremse, Hasan Oğuz için de bir o kadar acıların derinliğinde, kederlerin kuytuluklarında, kan ter içindeyiz.

En güzel, en delifişek on dokuz yaşım... Kendimiz için hiçbir şey, büyük insanlık için yaşanabilir, başka, bambaşka, koskoca bir dünya istediğimiz delikanlı yaşım.  Benim güzel, benim aslan adaşım uğurlar ola... 

Hasan Oğuz Bilgen, 14.04.2020...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder