25 Şubat 2022 Cuma

YANLIŞ YOLDAN DÖNMENİN ÖZETİ. YA DA "ENSTİTÜ FİKRİ"NİN ÖNEMİ.

 YANLIŞ YOLDAN DÖNMENİN ÖZETİ. YA DA "ENSTİTÜ FİKRİ"NİN ÖNEMİ. 

Bağımsızlık ruhu ile emperyalizme karşı duran Anadolu halklarının demokratik halk devrimi, 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşu ile taçlanır. 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi'nde her ne kadar "İktisadiyat ve istihsal tamamen hür teşebbüse bırakılmalı" denilse de, "Yabancıların tekellerinden kaçınılması, tüm fabrikaların devlet tarafından kurulması ve milli üretimin hedeflenmesi" karara bağlanmıştır. Coşkulu ilk on yıl ve sonrasında kalkınma ve aydınlanma amaçlı, onlarca üretken "kale" inşa edildi. Fişek fabrikaları, Şeker fabrikaları, Gölcük Tersanesi, Şişe-Cam, Sümerbank, Seka, Tekel, SSK İlaç Fabrikası v.b.   Ayrıca Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Köy Enstitüleri gibi.

.  .  .

Enstitüler, genellikle bağımsız bir kuruluş olarak bilimsel araştırmalar yapan, aynı anda öğretime de yer veren eğitim ve inceleme kurumlarıdır. Hıfzıssıhha Enstitüsü, insanlarının yokluk-yoksulluk ve salgınlar içinde var olamaya çalıştığı Anadolu bozkırında tam da bunu yapıyordu. 27 Mayıs 1928'de halk sağlığını korumak, temel laboratuvar çalışmalarını yürütmek için kurulmuştu. Bu amacına da uygun olarak -onca araç gereç, alt yapı yetersizliğine karşın- tifüs, dizanteri, kuduz, lekeli humma, kolera, veba, boğmaca, tetanoz, kızıl, difteri, çiçek ve grip aşısı, karma aşılar üretti. 

Hıfzıssıhha Enstitüsü bilimsel/klinik araştırmalar, laboratuvar analizleri sayesinde, dünyanın kimi coğrafyalarında insanlar salgın hastalıklarla kırılırken, 1998 yılına dek okumayla/üflemeyle dindirilemeyen acılarımızı dindiren hizmetlere imza attı.

Temel ilkesi ve yöntemleri akıl ve bilimdi. Sonra ne oldu? Sözün özü; insan aklına ve bilime iğrenerek bakan gerici/dinci kibir tarafından, sağlığı ticari anlayışla neo liberal piyasanın yamyamlığına açmak amacıyla 2011 yılında kapatıldı. 

Yıl 2022. Covit 19 nedeniyle paçalar ve akciğerler tutuşunca, salgını yönetmekte çuvallayan bakanlık, "bir Hıfzıssıhha'mız vardı!" diyerek, konunun uzmanlarını, ilgilenenleri adeta şaşkına çevirdi. İhalesi bile açıklanmayan, yeni bir arpalıktan, maaş kapısından başka bir şey olmayan bu adımın "Yeni Hıfzıssıhha Projesi" olduğu açıklanınca şaşkınlık kısa sürdü. Olsundu!  Merkezine insanı ve sağlığını oturtmuş halkçı bir kurumun adının bile anılması manidardı. İnsanımız, enstitü kurumlarının değerlerinin anılması, doğruluğunun itiraf edilmesi ihtimalini bile sever oldu; onca nobranlık, yalan, talan sayesinde çıta o denli düştü yani.  

.  .  .

Kızılçullu Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmen baba aldığı enstitü eğitimi gereği asla, aslında talihsiz bir konuşma biçimi, kibir ve ego dili olan "ben" dilinden yana olmamıştır. Söz konusu olan olayın ya da konunun içeriğinin zorunlu kıldığı özel durumlar dışında birinci tekil şahıs zamirini asla kullanmaz. Bilgiyi kavramak. Doğru öğrenmek. Yapmak. Yaparak öğrenmek. Birbirinin içinde erimiş, iç içe geçmiş sözcükler... "Biz, enstitüde böyle öğrendik", "Biz, enstitüde böyle yaptık" söylemleri, eğitim dilinin değişmeyen tümceleridir.  Ama ille de "biz"le başlayan, ille de "sorgulama, araştırma ve üretmekle" biten... 

Çocuk bu anlam ve eylem bütünlüğü içinde olan bu yaşam ve çalışma tarzının anlatımlarını okulda, ev içinde sıkça dinleyerek büyür. Daha ilkokul sıralarında, arkadaşlarına "deney yapmak"tan, "iş yapmak"tan, "kitap okumak"tan söz eder; enstitülerden filan kendince örnekler verir. Boş arsada birlikte top oynadığı sıra arkadaşları, onun çocuk gözlerine anlamsız ve soran gözlerle bakarlar. İlerleyen yıllarda bakışlar değişir, sorular, yanıtlar anlam kazanır. Bilinci de, elbette Fikri hoca'dan öğrendiği "biz" dili ve imece ruhu ile birlikte gelişecektir.

.  .  .

Bu yüzdendir ki...  Geçenlerde asbestli gemi sökümünde, gün doğumu gün batımı çalıştırılan işçilerin dertlerine koştukları soğuk bir şubat günü: Forumlarda, teksir kağıt bildirilerde, tekinsiz sokaklarda, yürünen alanlarda birlikte emek verdiği bir dostunun "Daha hikayemizi yazmıyor musun?" sorusu, beklemediği bir zamanda olsa da, ama üzerinde epeyce çalıştığı yerden gelir. 

Şantiyelerde, atölyelerde bize öğretilen değişmez kurallardır:  Yardımlaş!  Tek başına çalışma. Ekibinle birlikte hareket et. Destek al! 

Tek elle yapılan bir iş çoğunlukla eksik ve kusurludur. Her daim özürlü-elverişsiz olma olasılığı vardır. Yalnız başına üreten ve dahi başına buyruk çalışan bir kalem duygularına kapılıp "destanlar" döktürebilir; -hakkını vermek gerek- epeyce okunan ve çokça beğenilen güzellemeler de yazabilir. Oysa ulaşılmak istenen, özlenen o değil... Durum böyle olunca, ortak bir belleğin sürekliliğinin, erişebilirliliğinin sağlanması, yakın tarihin belgelenip kalıcı duruma getirilmesi, ancak ve ancak ortak bir dil, ortaklaşılmış bir akıl ve dahi her koşulda ortaklaşılan bir üretimle olası. Ne yapıp eylediysek hep birlikte yaptık; yazmak da bireyin iradesine, öznel niyetlerine değil "biz"e düşer. 

Sevgili Fikri öğretmenim, "Biz", Diyarbakır Eğitim Enstitüsü' nde de "böyle gördük, böyle öğrendik". 

.  .  .


Ne var ki, kalemimizden çıktı bir kez. "Bir elin nesi var... " anlamında söylemiş bulunduk ya bir kez.

Hasan Oğuz Bilgen, 25.02.2022. Petkim Limanı-ALİAĞA



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder