ERMENİ DENGBEJ ZİLAN
TİGRİS’İN ARDINDAN…
Çok
da duyarlıdırlar; ellerine su dökülmez, sözlerine söz yetişmez, bulunmaz hint
kumaşı entel dantellerdir. Bitmek tükenmek bilmeyen sanat projelerinin
üstüne yoktur. Ucu ceberut ve zalim devlete dokunan konulardan, itiraz eden aykırı
sesleri anmaktan, konuşmaktan özellikle kaçınırlar. O denli bir acıdır ki, yazı
dillerinde, en az diğerleri kadar anılmayı hak eden değerli insanlarımızın bir
metin değeri bile olmaz.
Elbette
acılarımızı yarıştırmıyoruz. "Üç Maymun"u oynama becerisinde, yazılı ve görsel
basının yeteneğini de anmadan geçmek kendilerine haksızlık olur!
Dirençleri
elbette başımızın üstüne; inatla/ısrarla susturulmak istenen muhalif basını bu
konuda ayrı tutup, ‘konuşmasak olmaz’ deyişlerinden esinlenerek, bizim de
yazmasak olmaz anlamında bir söylemimiz, bir hakkımız olsa gerek.
Ellerini
sımsıkı tutamadığımız, Diyarbakır'ın bir kuytuluğunda, bir zamanlar eylem
adımları ile geçtiğimiz Ofis semtinin kayıtlara geçmeyen bir yitik adresin
enkazında umarsız bıraktığımız gül kokulu bir dost; 'Ermeni dölü' hakareti ile
aşağıladıkları insanlardan bir Zilan vardır. Ermeni dengbej Zilan Tigris. Ve de
oyuncu eşi Çağdaş Çankaya.
.
. .
Eğitim
Enstitüsü’ de okuduğumuz, 1975 güzünde kente gelip miting yapmak isteyen
kafatasçı başbuğ’a karşı Dağkapı Meydanı’ndan, Ofis ve yoksulun Bağlar semtinin
sokaklarından sabaha dek ayrılmayıp sloganlar attığımız Diyarbekir…
Fis
Kayası'nın dibinde verilen bir mola anında fısıltıyla yapılan sakıncalı
sohbetler. Bağlar semtinin Mavi Köşe durağındaki Şeho’un kıraathanesi. Kaçakçı
gediklisi Seyhmus’la yarenlik edip, onun asla gülmeyen sert/esmer yüzünü
bıyıkaltı gülümsettiğimiz Diyarbekir. Ertesi gün ne mi oldu? Belediye
hoparlöründen, “Türkoğlu Türk kardeşlerim varken, kuyruklu Kürt’lere mi kardeşim
diyeyim” ırkçı söylemi ile ünlü, ‘Başbuğ’ dedikleri o kafatasçının kente
gelmeyeceği ve mitingin iptal edildiği duyurulmuştu da, koca kent bayram yerine
dönmüştü.
Sonrası;
Dört Yol’unda, yatıp kalkıp üç öğün mercimek çorbası içilen “bol kepçe talebe
lokantası”. Kırk yılda bir; memleketten para geldiğinde yani;
Nurettin Gürateş’in şaka ile karışık günün tarihini, okuduğu kitabın bir
kenarına kurşun kalemle not ettiği günlerde gidilen ve çiğer/ekmek yenilen o
“Cigerci Mekanı”.
Meraklısını
Japon Pazarı’nın normal akışta pek ulaşılmayan kaçakçılarına ulaştıran çarşı
esnafından terzi Ramazan. Bizi, Suriçi’nin bilinmeyen yalnız sokakları ile
tanıştıran ezik gülüşlü adam…
Ve
elbette, bir gece vakti usulca tahta kapısını çalıp, yer yataklı odasını
paylaştığımız Berber Yaşar. O yoksul evindeki firari uykularımız. Her sözümüzü, anlattıklarımızı dikkatle dinleyen,
her zaman bir Yılmaz Güney suskunluğunda olan, bizim hüzünlü Yaşar abimiz. Şu
yaşadığımız kahreden günlerde, her ikisi de, bizim güzel Zilan’ımızla birlikte aynı
kederli sonu paylaşmışlar mıdır?
.
. .
Sonrası…
Sen oyun çağındaydın. Suriçi’nin taş sokaklarında oynuyor, Tahir Elçi’nin
katledildiği dört ayaklı minarenin önünden, küçük başının iki yanında iki
tokalı saç babanın elinden tutmuş seke seke geçiyordun. Sesinin daha o çocuk
günlerinde çok güzel olduğu söylenir durur.
.
. .
1976
Haziranı. Lice Depremi. Sol kültürün/dayanışmanın güçlü olduğu, unutulası
değildir ki, bir sosyalist yayının hatırı sayılır sayıda sattığı Lice…
Kaçakçının Bingöl’e açılan kapısı. Bu gün Maraş’ta, Hatay’da tanık olunan
devlet eliyle örgütlenmiş ihmal, işlenen toplu cinayet/ kıyım, 1976
yazında Lice’de de oldu. Daha ilk günden Töp-Der’li hocalarla ve enstitülü
arkadaşlarla insanlarını yıkıntılarından kurtardığımız ve enkazlarında
çalıştığımız köylerinde… Sen dört yaşındaydın. Annenin, komşu kadınların
göğüslerini döverek söylediği Kürtçe ağıtları belleğine yazdın.
.
. .
Uğurlar
ola, mazlumun özgür ve en hüzünlü sesi kızı Zilan. Abartısız elli yıllık
dostluklarımızda gücümüz birbirimize yetti de, sana yetemedi. Gül kokulu
ellerini tutmaya, seni o göçüklerden alıp çıkarmaya yetmedi.
İnan
ki mahçubuz Tigris... İnan ki, seninle birlikte o devlet enkazlarında, o
günahkar ruhlarımızın artçılarındayız Zilan.
Kırar
döker geçer gideriz havasındaki, birlikte kaçak çaylar içtiğimiz Davut
Günay’lı, Nurettin Gürateş’li çatık kaşlı sert bakışlı ağabeylerini
bağışla...
Bil
ki, seni ve biricik eşin Çağdaş’ı yitirişimiz kadar zor ve dayanılmazdır;
bu gerçekliği, bu çaresizliği itiraf etmek...
Ekmeğini yediğimiz ve suyunu içtiğimiz kadim Amed'e, devrimcilere evlerini açıp yatacak yer gösteren yoksullarına/dost insanlarına selam olsun. Nasıl olup da bağışlayacaksan ve de her nasıl olacaksa başımız sağ olsun. Ya da olmasın! Niceleri gibi bu kahırlı ölüm de, birbirimize sahip çıkamama, bir arada duramama gibi iflah olmaz durumlarımıza ders, seni enkazlara gömüp o güzel sesini susturanlara dert olsun.
Hasan
Oğuz Bilgen. 03.03.2023. Diyarbekir- Ofis.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder