YARAMAZ ÇİVİLER, CAM SÜRAHİ ve KAMUCU DUYARLILIK ( 1 )
Kızıldere, 30 Mart 1972 yılı… O ‘Perşembe
Günü’ nün anısına.
* * *
Manisa Lisesi. 1971-72 ders yılı. Kem gözlerden uzak bir duvar dibinde, suspus
üç tıfıl öğrenci:
Yıllar sonra, aynı kentte kanser illetine
yenik düşecek olan, bir heyecan bir heyecan, güvercin ürkekliğindeki inşaat
mühendisi Atilla Evrenosoğlu.
Aynı kentte çok sonraları, yani ilerleyen
yıllarda Almanca öğretmenliğinden emekli olacak olan İsmail.
Üçüncü genç, her üzücü bir haber aldığında
hala çocukluluğunun o cam sürahisinin hüznünü/ utangaçlığını yaşayan yeni yetme.
* * *
Atilla etrafına bakınır… Sonra katlanmış ‘Yeni
Asır’ gazetesini ceketinin iç cebinden çıkarır; sekiz sütuna manşet kapkara
puntolarla gözlere sokulan o acı haberi gösterir. Yeni yetme yaşlarında, alışık
olmadıkları bir toplu kıyımın canlı tanığıdırlar. Hemen oracıkta, bir göz
teması süresinde derslere girmeme kararını hiç tartışmadan alırlar. Bu
kendilerince bir boykottur. Kıyıda köşede kararlaştırılmış ‘illegal’(!) bir
boykot.
Tamam. Dersler boykot edilecektir de… Üçüncü genç ikirciklidir. Diğerlerinin gözlerine bakmadan acemi ve çocuksu mırıldanır:
“Mahir ağabey ve arkadaşları, devletçiliği ve kamu düzenini savunmamışlar mıydı? Şimdi. Biz kamu düzenini bozmuş olmuyor muyuz?
İsmail lider pozlarında; heyecanla sözü Atilla’nın ağzından alır. Her zamanki sert duruşu ve o kalın ergen sesi ile konuşur:
“Saçmalama. Özlenen devletçilik, bize yutturulmaya çalışılan bu kamu düzeni değil ki!..”
Uzatmaya gerek yoktur; anlatılmış ve
anlaşılmıştır. Haydi o zaman öğrenci kantinine…
* * *
Utangaçlığından sarı başını hep omuz
başına yatıran, aile içinde bir zeytin tanesini iki küçük lokmada yemesiyle
şaka konusu olan çocuk, eğrilmiş çiviyi doğrultmaya çalışırken işaret parmağı
çekiçten nasibini alır. Dolan gözlerini, sallanan okul masa ve sıralarını
onarmaya dalıp gitmiş olan babasından saklamaya çalışır. Çalıştıkları yer,
Horoz Köy İlk Okulu'nun şimdi yerinde rant yelleri esen eski taş
binasıdır.
Aldığı ilk öğüttür: İşe yaramaz diye yere atılan her çivi halkın
alın teri ve bir kamu değeridir. Eğrilenler düzeltilmeli ve yeniden
çakılmalıdır. Çocuğun çektiği acının başından beri ayırdında olan 'Köy
Enstitülü' öğretmen Fikri baba yanına gelir, yere çömelir. Tıpkı dersliklerde
yaptığı gibi, anlaşılır bir biçimde, ders verircesine tane tane konuşur:
"Üreten insan acındırmaz, ağlamaz.
Yaramaz çivi yoktur, yaramaz usta, ayıplı işçilik, eğri iş vardır. (Düşen çivi
yerden alınmaz) tutumu, kibirli marangozun iflah olmaz değer bilmezliğindendir.
“Küçük adam… Sen sen ol! Okulun malına, kendi aklına, kitabına, çekicine sahip çık. Okul sıraları gibi, eğitim de üretim içindir. Her zaman her yerde, her koşulda bıkmadan usanmadan çalışmak, gözden çıkarılmış her bir çivi tanesini yerden alıp düzeltmek bile üretmektir.
Yukarıdaki sözlerin sahibi, demiryoluna komşu, bu günün paha biçilmez bağı
için "Hocam gel sana bu bağı satalım. Dert etme. Maaştan maaşa
ödersin" denildiğinde, "Ben bu halkın, bu devletin memuruyum. Sonra hakkımda
ne konuşurlar" diyen, eğitimciliği
ile, çocuklarının babası olmakla yetinen ve bundan da mutluluk duyan enstitülü
öğretmendir.
* * *
Öğüt alınmıştır bir kez; yetinilmemeli uygulanmalıdır da: Belediyede görevini sonlandırıp emekli olduğu şantiye işliklerinde, her molada ve her seminerde, kibirli ustaların yanılgısı konusu açıldığında, enstitülü babanın ders veren deyişlerinden bolca söz edilir:
“Üretimden gelen gücünü bilen er kişi, ancak sınıfının tezgahlarında eğilir.”
Ve sadece o düşen
çiviyi yerden almak, onu doğrultmak ve üretime katmak için…
. . / .
. . / .
.
. / .
* * *
Hasan Oğuz Bilgen. 30 Mart 1972, Perşembe.
Manisa- Horoz Keuı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder