9 Mayıs 2023 Salı

İYİMSER, BEYAZ YAZILAR. ( 3 - SON )

 İYİMSER, BEYAZ YAZILAR. ( 3 - SON )

Hoş geldin bebek, yaşama sırası sende… Senin yolunu gözler, skorsky’ler, iş cinayetleri, töre belası… F-16 sortileri filan.
MARAŞ’TAN ROBOSKİ’YE BEBEĞİN GÖZLERİNE BAKABİLMEK.
Bu ülkede sürekli faşizmin örtülü ya da aleni biçimlerini, her daim “demokrasi” ve “ülkenin, milletin bölünmez bütünlüğü” sosu ile servis eden düzen partilerinden hangisinin döneminde olursa olsun, ülkenin içinde bulunduğu koşulları yansıtan genel fotoğrafında ve mağdur edilmiş sefil insan manzaralarında bir farklılık, birbiriyle aykırılık görebilmenizin olanağı yoktur. Hal böyle olunca mevcut düzenin medyasıyla, bilumum şakşakçısı, yalakasıyla cılkı çıkarılan, her şeyin tüketildiği gibi fütursuzca tüketilen, yitirilen her koca 365 günün sonu da başı gibi aynı sıradanlık, aynı kırılganlıkta, çoğunlukla duygusal uzaklaşmalar, sosyal savrulmalar ve altüst oluşlar anlamında tıpkısının aynısı olmaktadır.
Olayın tanığı ve yaşayanı olan insanların yabancısı olmayacağı tatsız filmimizin sezon finalinin değişmeyen menüsü, dillere pelesenk olan ve de hayli bayatlamış temcit pilavı üçlemesidir. Bunlar neler mi? Çok basit…
• Eski Tercüman gazetesinin öldür Allah bitmeyen, o ünlü pehlivan tefrikalarına taş çıkartan TBMM’ndeki “Bütçe” dalaşmaları ve dostlar alış verişte görsün oylaması bir.
• Asgari ücretin hiç sürpriz olmayan talihsiz sonucunun, her göstermelik ve her kara mizah açıklanması iki.
• “İnsan Hakları Haftası” dolayısı ile ciddi beylerin, kibar
hanımefendilerin, steril salonlarda pahalı makyajlarının bozulmamasına dikkat ederek birbirlerini kutlamaları, balonlu ve konfetili törenleri filan üç.
- 2 -
Aralık 1978 Maraş’ım... Dikiş tutmayan yaram…
Elbette dile kolaydır; “otuz dört yıl öncesindeydi” diyebilmek… Böyle soğuk, sisli bir aralık ayını yaşayan Maraş ellerinde, ana rahmindeki bebeklerin, henüz yüzlerini görmedikleri anneleri, babaları ile ve ağabey, abla, hısım akrabalarıyla birlikte koyun koyuna, kapıları önceden işaretlenmiş evlerinde, iş yerlerinde, sokaklarda toplu kıyıma uğradıklarından söz edebilmek.
Dile kolay gelir elbette; hiç duymamışsanız, hiç görmemişseniz, hiç işitmemişseniz. Dünya hallerinin güncelliği, gelgeç heyecanları, insanı tüketen, unutturan koşuşturmacası ve hayhuyu içinde, ister istemez üç maymunu oynamak zorunda kalmışsanız… Dile kolaydır. Ne var ki, yöre halkının anlatımına göre, uykularında boğazlanan, yüklü karınları deşilen anaların, kesilen, yakılan insanlarımızın sayısı beş yüz dolayındadır.
Parmakla gösterilebilecek yüz kızartıcı ünü ile yerküreye hızla yayılacak ve “Maraş Katliamı” olarak tarihe geçecek barbarlığı ile sonlanan 1978 yılının aralık ayında, “Burjuvazinin Ahırı”nda her yıl olduğu gibi yine bütçe taslağı tartışılmaktadır.
Mehter marşıyla ilerleyen, zaman zaman birbirlerinin üzerine yürüyüp celallenen “Büyük Meclis” erbabı sonunda, “Anarşinin önlenmesi” ve “Demokrasinin ve devlet nizamının korunması” uğruna bol ödenekli, ihale tüccarlarını bıyık altı güldüren, rant düşkünlerinin ağızlarını sulandıran savurgan sermaye bütçesini vatan millet aşkı ile onaylar.
Aynı günahkar, acılı günlerin tozu dumanı içinde asgari ücret de belirlenir; emekçiye, emekliye çay kaşığının ucu ile sefalet ücretini dayatanlar, harami düzenlerinin sürmesi ve güvencesi için oluk oluk akıtacakları paraları yasal güvence altına alırlar.
Kabak tadı veren, bilinen ritüelin son perdesi, her zamanki gibi “İnsan Hakları Müsameresi”dir. Yani her biten yılın son ayında yapıldığı gibi, olmayan, hiçbir zaman olmamış “İnsan Hakları” nın “Haftası” kutlanır. Kürsülerden, ekranlardan, kendilerinden öncekilerin beceremediği bir işi kotarmış pozlarda kasılan zevat yazılmış rollerini başarı ile oynarlar. Bu gelenek hiç değişmez.
- 3 -
"Milenyum", "Milenyum" diye diye…
İkinci milenyum yılının ilk 19-22 Aralık günlerinde, yani bundan tam 12 yıl önce, devlet güçlerince, sadece ülke tarihi için değil abartısız yeryüzü ölçeğinin en büyük, en vahşi hapishane kıyımı gerçekleştirilir. Korkunç ve utanmaz bir demagojiyle “Hayata Dönüş” adı verilen devlet operasyonunda, 20 ayrı cezaevinde eşzamanlı olarak planlı, örgütlü, adı sanı dünyaca tescillenmiş katilleri kıskandıracak derecede, iş makineleri, bombalar, ağır silahlar ve kimyasal tuzaklarla -kayıtlara geçebilen- 28 devrimci tutsağın canına kıyılır, yüzlercesi yakılır kavrulur, sakat bırakılır.
Olasılıktır; halkın huzurunda hatırı sayılır bir it dalaşı sergileyen sistem partilerinin sert adamları bütçe görüşmelerinin sonunda sütliman olup, aynı hamamın aynı tası adına, el pençe divan dururlar… Duraktaki insan, şimdinin ‘Kıyamet&Şirince” masalı misali, cami avlusuna (Siz ülke gündemine okuyun) kurnazca bırakılmış milenyum dedikodusunun, olası elektronik kaosu ve getirebileceği sanal yıkımı ile yeterince haşır neşirken, asgari ücret komedyasının geyik ortamında, malum “Beyanmame”nin alışılmış törenleri de, ‘günün anlam ve önemine uygun olarak’ başarı ile icra edilir.
Böylece sermaye, 2000 yılının geleneksel pilav günlerini de “milenyum metaforu” ile kotarmış olur.
Derken yana yıkıla, el yordamı ile 2011’in aralık ayına gelinir. Paragrafımızın yaralı dizeleri bu kez, yaşanan çok farklı boyutta bir devlet şiddetini anlatabilecek sözcükleri bulmaya çalışırken, sonuçta yine anlatılacak olan, tıpkı öncekiler gibi unutulmaya, üzeri devlet gücü, devlet zekası ile örtülmeye yazgılı bir aralık ayı klasiğiden başka bir şey değildir.
- 4 -
Aralık 2011 Roboski’im… 34 Kurşunum…
Her şeye kadir, ceberrut devlet, yılın son günleri, aralık ayında yine yapacağını yapar… Nicelik ve nitelik olarak elinde tuttuğu toplu kıyım rekorunu, her iki anlamda da yine kendisi yeniler.
Cesetleri sonradan kilimlere ve battaniyelere sarılarak katırlara yüklenecek olan 34 yoksul Kürt köylüsü, “Alacağına şahin” ölüm meleğinin, çelik kanatlarında ay yıldızlar balkıyan Türk kuşlarına, Roboski’nin dağ yollarında apansız yakalandığında, silahsız, savunmasız, korunmasız ve dahi iaşe derdindedir.
Çok değil daha on gün önce, ülke insanlarının sahip olduğu, hak, hukuk, bir ileri, bir geri demokrasi teranesi abartılıp, kasıla böbürlene tellala verilmiş olup, devletin dirlik düzenini gözeten bütçe bonservisi ile meclisten geçirilmiştir. Asgari ücretin vergi dışı bırakılması, günün ekonomik koşullarına göre iyileştirilmesi için gereğinin yapılması masalında ise, yine bir arpa boyu yol alınmamış, bir başka deyişle, ezberlediğimiz dağ yine seceresini hatim ettiğimiz şu bildiğimiz fukara fareyi doğurmuştur.
* * *
Aralık 2012... ODTÜ Meydan Muharebesi…
Bu yılın devlet siyaset arenasının sezon finali de, duyarlı her insanı kahırlandıracak, ilgilenmeyene de en azından Malazgirt Savaşı’nı anımsatacak cinstendir. Demokratikleşme, sivilleşme, ekonomik büyüme, darbecilerden hesap sorma yemlemesiyle ortalığa serpiştirilen kapitalizmin yeni-dinci liberal sisteminin gücü ve marifetleri, insanımızın vicdanını, değerlerini, belleğini, algılama yeteneğini öylesine sömürmüş, dumura uğratmıştır ki, ahlak sistemleri ve sinir yapısı çoktan çökmüş durumdadır.
Bu yıl da, bir oligarşik devlet klasiği haline gelen saldırı, kırım ve asimilasyon oyunu değişmedi. Şanlı devletin yılmaz bekçileri, onlarca zırhlı araçla ve Toma’larla, 3600 techizatlı robocop, tonlarca basınçlı su, sayısız gaz bombası ve plastik mermiyle “terör örgütünün uzantısı oldukları” iddia edilen “uslanmaz” öğrencilere (aslında muhalif kesimlere, topluma, v.s.) “haddini” bildirdi(!)
ODTÜ Meydan Muharebesi’nin ve ardı sıra gazasının bir yararı da, yenice kabul edilmiş olan savaş-talan-kriz bütçesi üzerine koparılacak olası gereksiz şamatayı, yani “yasadışı taşkınlıkları” önlemesiydi.
- 5 -
Devletlerin bütçelerinin diğer esprisi de, ülkelerin bu gününe ve yarınlarına dair önemli parametreler içermesi demektir. Uzun ve karmaşık analizlerin, akademik saptamaların ötesinde, konu aslında nerede durduğumuzla, soruna nereden baktığımızla ve neyi görmek istediğimizle doğrudan ilintilidir. Birçok sorunda olduğu gibi, ekonominin bütçe aşamasında da öznesinde neyin ve kimin olduğu, merkezine toplumun hangi sınıfın beklentilerinin, sorunlarının konulduğu önemli bir ayraç olarak önümüzde durmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde rakamlara boğularak, türlü cambazlıklarla onaylanan bütçenin, ülkemizin dar gelirli ve işsiz insanından, halktan yana bir bütçe olmadığını söylemek için, konunun uzmanı bir siyaset bilimcisi, ekonomist ya da bir akademisyen filan olmaya gerek yok… Ayrıca 2012 sonunda da, asgari sefalet cephesinde emekçilerin yüzlerini güldürecek farklı bir gelişme, “iyi bir rakam” görünmüyor.
DİSK Araştırma Enstitüsü’nün raporuna göre: Asgari ücrette 1978 yılından günümüze, yani sorunun otuz dört yıllık gelişim sürecinde -neredeyse bir kaplumbağa hızında- % 9’luk gülünç büyümeye karşın, övündükleri, sırtından servetlerine servet kattıkları ülke ekonomisinin sabit fiyatlarla 3,7 kat büyümesi, dünyada iş cinayetlerinde ilk sıralarda yer alabilme başarısının (!) yakalanması, cezaevlerinde en çok gazeteci, sendikacı, yazar çizer tutuklunun olması, kapitalizmin nasıl bir kara delik ve ne menem bir kokmuş bataklık olduğunu açıklamaktadır.
Başefendi ve şürekası hani sayıları, yani rakamları, rakamlarla oynamayı çok sever ya; hani hatipliğine dayalı laf kalabalığını… Hani halkı anlamaz sanıp sırıtır ya?!
Şimdi hoşuna gitmeyecek olsa da, konunun yumuşak karnına dokunmayı, reel rakamlarımızı sıralamayı sürdürelim:
1999 yılına kadar 1978’deki ekonomik değerini yakalayamayan asgari ücret, 1978 ve 1999 düzeyine ancak 2004’de tekrar gelebilmiştir. 2005 yılından günümüze ise içine düştüğü çukurdan çıkamamakta ve alışılmış kaplumbağa gelişimini korumaktadır.
- 6 -
“Oysa asgari ücret, ekonomik büyüme oranına eşdeğer gelişmeyi yakalayabilseydi, bugün net 2251 TL (950 Euro) olacaktı. Her aile bireyinin sofrasında -öğün başına- 0,72 TL’lik bir gıda ürünü bulması, iş gücünden başka satacak bir şeyi olmayan emekçilerin değil ülkenin utancıdır.” (DİSK-AR)
Utanç tabloları her zaman hep ibret verici olmuştur; rakam ve laf kalabalığını sevenlere ithaf olunur:
• Üzerinde konuşmaktan ısrarla ve inatla kaçınılan, resmi açıklaması özellikle yapılmayan ama -5 milyonu- bulan işsizler ordusu…
• Atanamayan 300 bin öğretmen adayı…
• Yaşamını kredi kartı ile sürdüren yaklaşık 50 milyon insan…
• İnşaat Şantiyelerinin tahta barakalarında, çadırlarında, ruhsatsız, köhne madenlerde, güvencesiz tersanelerde, limanlarda düşerek, yanarak, sıkışarak, boğularak var olan düzenin iş cinayetlere kurban giden, 34’ü 18 yaşın altında olan yaklaşık 880 emekçi…
• On yılda bine yakın kuşkulu asker ölümü.(İntiharı)
• Kirli savaşın katlettiği -sadece- 183 çocuk…
• Ve 72’si gazeteci, 253’ü ölümcül hasta olan 130 binin üzerinde tutuklu rehine…
• Patriot rampalarına “Nato toprağı” adı altında terk edilen ülke toprakları…
* * *
Ve elbette bu yıl da, seçilmiş güzide siyasilerimizce başarı ile gerçekleştirilen müsamere faslı… Öyle bir başarı ki, sadece 10 Aralık - 17 Aralık tarihleri arasında 180’in üzerinde gözaltı ve 100’ün üzerinde tutuklama. Bu, bizzat sahibi tarafından egale edilen, son zamanların erişilmez rekorlarından birisidir.
Her ne kadar oyun aynı oyun, zulüm aynı zulüm olsa da, yaşam asla kendini tekrarlamaz. Tersine yeniler; daima değişik, aykırı ama olumlu şeyler de yapar. 2012’nin aralık ayı da böyledir.
- 7 -
Onca toplu kıyımlara, asimilasyon, inkar ve savaş politikalarına, savaş-kriz-yıkım bütçelerine, sefalet ücretlerine inat bir şeyler olmakta; ülkenin Roboski diyarında bebekler büyümektedir.
Tam da burada, ironik bir durum mu denir, yoksa metafor ya da paradoksal türünden iddialı sözler mi edilir?! Söz ustaları ve edebiyat hocaları işin burasını daha iyi bilir. ( İsteyen istediği sözcüğü, istediği yerde kullansın…) Sözün özü, Barış Ercü adı ile büyümeye çalışan bebeğin, Roboski bebeklerinden sadece birisi olduğudur. Babası 33 yol arkadaşı ile birlikte TSK’nın F-16 uçakları tarafından bombalandığında, annesi Semire Encü’nün karnında henüz iki aylık bir cenin olan Barış şimdi beş aylık…
Bombardımanda eşini ve akrabalarını yitiren anne, kafatasçı vampirlerin ırkçı, kin ve nefret söylemlerinin, savaşçı histerik reflekslerinin aksine, insanlara sevgiyi ve hoşgörüyü getirmesi, ülkede barış ve kardeşlik umutlarını çoğaltması için, bebeğine Barış adını verir. Bebeğin adı Barış’tır. Bu, büyük kentlerin ışıklı vitrinlerinin önünden geçerken, kocasının iki adım gerisinden yürüyen, çoğunlukla eliyle ağzını örten utangaç Kürt kadınının, bir kez daha asker analarına, devlete, hepimize uzattığı barış elidir.
Bu kadın, yüreği yanarken yüreğini uzatabilen bu kadın, Roboski katliamından birkaç ay sonra, takla atan askeri aracın altında kalan askerin yardımına koşan, askerlerden birisinin son nefesinde “Anne beni kurtar…” diyerek elini tuttuğu, onun da, tüm yaşananları, acılarını unutarak sevgisini esirgemediği Kürt kadınıdır.
Barış umudun diğer adı; onun ikizi, ikiz kardeşidir.
Umut, sıvasız, fakir evlerinin duvarlarında, Türk kuşlarına yem olan, kimilerince garip gureba, kimilerince ayaktakımı olarak kabul edilenlerin fotoğraflarının asılı olduğu, ıssız sokaklarında hala hüzünlü simsiyah giysilerle dolaşılan Roboski’de, babasız, amcasız ve dayısız büyüyen çocuklardır.
- 8 -
ODTÜ’ye saldıran, hocalarına küfreden, savaş ve felaket tellalı başefendi, insanıyla birlikte gözden çıkarılan Kürt coğrafyasının Roboski’sinde büyüyen Barış bebeğin gözlerinin içine, yüreğini titretmeden, gözkapaklarını kırpmadan bakabilir mi?
Kadın vekilin kullandığı anatomik bir sözcükten yüzü kızaran, Diyarbakır cezaevindeki işkence olayından etkilenip ‘sempati’ yapan (Empatiyi bilmez!) ben de bir yerlere çıkardım falan filan bağlamında kem küm eden, ardından sahibinin sesini duyunca, nedamet getiren, yutkunan, pek bi terbiyeli, mahçup imam, Barış bebeğin yüzüne, bu kez gerçekten yüzü kızarmadan bakabilir mi?
“Memleketteki emekli maaşları fazladır, yüksektir.” mealinde fetvalar veren, devirdiği çamın büyüklüğünün ayırtına varınca da, benim diyen dansözü gıptayla baktıran maliye bakanı için Roboski’li minik Barış’ın çığlıkları, içine ettiğiniz bu memlekette ne kadar yüksektir?
* * *
Tiranlık yolunda, “Durmak yok…” yakıştırmasıyla daha uzun bir zaman yürüyebilecekleri konusunda şimdilik inatçı ve kararlı görülenler, bebek Barış’ın yüzüne bir an için bakma cesaretini gösterebilseler de, yürekleri cız etmeden, gözlerini kaçırmadan uzun süre, o güzelim, o soran gözlerin içine bakamazlar.
Mesele, işten atılanın, ana dilini konuşamayanın, sefalet ücreti mağdurunun, üzerine bomba yağanın, çocuk gelinin, gözü mor kadının, ODTÜ’lünün, bilimin, özcesi sevginin ve hoşgörünün yanında olmak ya da olmamak.
Hepsine, ama hepsine... Hiçbirini ama hiç kimseyi itmeden, kakmadan, ötekileştirmeden... Hepimizin, her birimizin yanağına, duygularına dokunmak ya da dokunmamak bütün mesele bu. Beyler, sizin her fırsatta, adeta bir papağan gibi tekrarladığınız, yani laf aramızda aç karnına günde üç öğün yutturduğunuz, "Milletin bölünmez bütünlüğü", "Birlik ve beraberlik" bu olsa gerek...
* * *
Roboski yoksulları, ölüm meleği Türk kuşlarının bombardımanı sırasında elele tutuşmuşlardı; cansız bedenleri de elele çıkmıştı toprağın altından. Kaçınılmaz sonlarında umarsızdılar, umarsızca ölmüşlerdi. Ancak güçsüz değillerdi; çünkü elele vermişlerdi. Bu, bizlere verilen -bu satırları yazan kişi de dahil olmak üzere- solum, demokratım sosyalistim diyen kimsenin kıvıramayacağı ve sorumluluğundan kaçamayacağı bir iletiydi.
Mecliste, üniversitede, fabrikada, çarşıda, sokakta, hayatın her alanında, halkların demokratik platformunun, Blok tavrının, Blok iradesinin güçlendirilerek sürdürülmesi gerektiğinin altını çizen bir ileti...
Hasan Oğuz Bilgen, 28 Aralık 2012
Not: Bu metin, Özgür Medya'da yayınlanan metnin harf, sözcük ve de yazım hatalarının düzeltilmiş, sayfa düzeninin düzenlenmiş son durumudur.
++ Ozgur Medya ++
OZGURMEDYA.ORG
++ Ozgur Medya ++
Mevsimi İnsanın Tek Tip Düşünce, Çok Çeşit Kıyafet 2012’yi geride bırakırken Felsefi – İdeolojik Bilinç ve İşlevleri Halklar Mozaiği Antakya -2 HDK ve Bileşenleri Dönem güçleri birleştirme dönemidir İnsan olmak Kültür ve Egitimle mümkün! Siyasetnameler Kıssadır Hayat Şiirler :Üç eylül günlüğü-2 Ku...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder