BERLİN ZİNDANINDA “8 MART GÜNÜN” KUTLU
OLSUN.
Evet, Ulrike oldukça kızgındı. Bilimsel sosyo-ekonomik çözümlemeler, sonuçta bilimsel sosyalizmin öğretisi üzerinde yükselen sınıf kininden, son nefesine dek hiçbir şey yitirmedi.
Çünkü kapitalizmin kendisi de, devleti de vicdanlı değil, öfkeliydi. Hem de çok öfkeli… Hem de yeryüzünün her coğrafyasında, üstelik dünyayı sırtında taşıyan, çarklarını döndüren yoksullarına ve de onların emeğine karşı. Ulrike Meinhof'un kızgınlığıysa, anlaşılacağı üzere emek eksenli, yani sınıfsal temelli bir durum, bir gerçeklikti. Ne ki, elbette “öfke duymak” yetmeyecekti. Devrim için, halk için savaşmayana sosyalist denmezdi. Evrensel ilke bu değil miydi?
Ve… 1990’ lı yıllar. Almanya.
“Önce siz ateş edin mösyö burjuvazi” diyen, Karl Marks’ın evrensel yöntem ve yaklaşımına uygunluk ve ayniyetle oluşturulan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) ın politikleşmiş devrimci savaşının, piramitin tepesindeki sermayedarların uykularını kaçıran, sistemin kirli ve hoyrat yüzünü açığa çıkaran, kapitalizmin devlet cihazını hırçınlaştıran yangın günleri…
*
* *
Elbette paranın saltanatı kanlı sermaye, bizim RAF’a, “Hoş geldin, buyur şöyle” demeyecekti. Mahir Çayan,“Bizim eylemlerimiz, oligarşinin kanlı yüzünü açığa çıkaracaktır ve faşizmin erken doğum yapmasını sağlayacaktır.” dememiş miydi?! Ülkemizde de öyle olmuştu, doğal olarak öyle olacaktı…
Baader-Meinhof Grubu olarak bilinen,
1970 de Andras Baader, Gudrum Ensslin, Horst Mahler ve Ulrike Meinhof
tarafından kurulan, 70’li 90’lı yıllarda
çok sayıda doğru devrimci eyleme imzasını atan RAF, 1998’ de kendini fesheder.
1972’de tutuklanan Andres Baader, 18 Eylül 1977’ de Stuttgart-Stammheim Cezaevi’ndeki
tel kişilik hücresinde ensesinden vurularak katledilir. Yoldaşı Ulrike Meinhof
ise, 9 Mayıs 1976’ da tecrit hücresinde intihar süsü verilerek öldürülür.
Örgütün diğer “üçüncü kuşak” çilekeş
emekçileri olan Gabriela Klette, Staub ve Garweg on yıllardır yakalanamamıştı.
*
* *
2024. Ege’nin bir kıyı kasabası. 90
yaşına ramak kalmış bir bilge adam. Rıdvan Gafuroğlu…
Hani şu, bir yazımızda uzunca sözünü
ettiğimiz, Aşık İhsani’nin “Yat borusuna çevrilen radyo ve gazeteler” dediği basını kast ederek, “Be mankafalar! Bir kez olsun, Bir Gün de şu Evrensel’e, Yeni Ülke’ye, TELE1'e bir dönüp
bakın, gerçeği görün…” deyip, mahalle kahvehanesinin -celladına aşık olmuş- müdavimlerini paylayan, balıkçı eskisi yaşlı adam…
“Rıdvan
Amca…” diyorum, “Otuz yıldır, devletin aradığı arkadaşımız Almanya’da
yakalanmış!...”
“Otuz yıldır neredeymiş?” diyor, o hüzünlü,
muhacir, boncuk mavisi gülümseyen gözleriyle… “Gelseydi Foça’ya… Sen tanıyorsun ya mesele yoktu.”
“Rıdvan Amcam, bu öyle böyle bir durum değil… Daniela, bir RAF’çıydı.” İster istemez Nazım Usta’nın, 'Akrep gibisin kardeşim' dediği şiirini anımsıyorsunuz. İhbar edip yakalatan da o, sahip çıkan saklayan da o, anlamında... Yine ustanın “Topraktan öğrenen, kitapsız bilen” dediği insanlarından yaşlı adam sürdürüyor olanca saflığını:
“Ne rafı? Senin marangoz atölyendeki...?” diyecek oluyor.
Yiğidi öldür hakkını yeme, zeki adam Rıdvan amcam! Bir koca çamı devirmek üzere olduğunun ayırtına varıyor ayak üzeri... Susuyor hemen.
*
* *
Şairin “Ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım.” dediği yerde, bir bakıma da ortalık yerde kalakalmış gibisiniz o an. Ulrike, Daniela ve diğerleri adına yakalamaya çalışıyorum ellerini… Kaçırıyor. Öptürmüyor.
“Ah bir gelseydi fakirhaneme. Paylaşırdık aşı, ekmeği... Oralarda ne yer, ne içer? Nerede yatar?!” diyor, başka bir şey demiyor. Dalıp gidiyor. Berlin'e, Daniela'nın hücresine gitmediği kesin.
Aklı fikri dağda. Yıllardır birlikte emek verdiğimiz, o iki koca kayanın arasından kaynayan pınarın başında saatler boyu yarenlik ettiğimiz o izbe, o kem gözlerden uzak zeytinliğinde.
Açık Mektup. 08
Mart 2024. Ekşisu Dağı-Yeni Foça
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder