6 Haziran 1981. Mete Atilla Ermutlu, Ercan Yurtbilir, Doğan Özzümrüt, Tamer Arda. (1)
* * *
Konunun kimi uzmanlarının, üstyapı kurumu olarak onayladığı kültür; ekonomik/ politik ortam, etnik/ sosyal ve siyasal inançlar, değişik yaşam biçimleri, iklim gibi içinde yaşanılan maddi koşullar ve de bunlara yakın etken faktörlerin mayalanmasıyla oluşup biçimleniyor.
Bu ekonomik, politik ve sosyal dinamiklere bir de, yaşamın doğal akışı içinde yaşananlardan, ayrıca zorlamayla yaşatılanlardan süzülüp gelen toplumsal belleği eklemek gerek. “Anılarımız belleğimizin bekçileridir.” demiştik ya bir yazımızda; ol nedenle anmak ve anımsatmak belleğimizi taze tutar, unutturmaz…
Tarih içindeki olaylar ve onlarla ilişkin anılar, şimdilerde “alzaymır”a yenilen, körelen ve duyarsızlaşan belleğimizin, deyim yerindeyse “vermeye” ve “karşılıksız sevmeye” hazır ve de vefalı gözcüleridir.
Sadece bekçilik ve gözcülük değildir görevleri. Sizi harekete geçirmeye, düşüncelerinizi tazelemeye, yeşertmeye her daim hazır, işte oralarda bir yerlerde sabırla beklerler. Suspus halleriyle, “Yaşadıklarınız, olaylarınız burada duruyor. Siz nerelerdesiniz? Sanal alem gezinmeleriniz doyum mudur, kaçış mıdır, çare midir?” der gibidirler.
Geçmişimizi, belleğimizi canlı tutmanın tek yolu anmak/anımsatmak da değildir. Ahlati’nin “İnsan aklı bir değirmendir. Onun içine yeni bir şey atılmaz, konulmaz ise kendi kendini öğütür durur” sözü, tam da burada gözlerimizin önünde asılı durur. Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedrettin’in hocası olan Ahlati ustamız on yıllar öncesinden, şimdilerde içinde olduğumuz açmaza, unutmamıza neden olan kör kuyuya, içinde dönüp durduğumuz fasit daireye işaret eder, bizleri uyarır gibidir:
“Muhasebenizi yapın, gelir gider hesabınızı denk getirin. Söz uçar yazı kalır. Sözlü tarih unutulur, yazılı tarih kalıcıdır. Kasaba abartıları, güzellemeleri ile, ‘pehlivan tefrikaları’ ile vuslat da, hakikat de ve dahi efsane de olmaz. Bir yazı kurulu oluşturun, tarihinizi ve de sözlü belleğinizi bir kitaba yazın.”
Yakın tarihimizi, yani yaşanan süreci yazarak belleğimizi koruyup, ardımız sıra gelen gençlere, çocuklarımıza yazılı bir belge bırakmak, her ne kadar bu dizeleri yazanın boynunun borcuysa da, tek başına haddini ve de boyunu aşan bir konudur. Doğrusu da, siyasal kökleri geçmişimizden gelen sorun, çoğul ortamda ulu divanın gündemidir.
Onun görev ve sorumluluğundadır.
* * *
Şimdi...
“6 Haziran 1981”. Atilla, Ercan, Doğan, Tamer yoldaşlarımız, oralardan bir yerlerden, her birimizi izliyor ve gözlerimizin içine içine bakıyor. Her birinde aynı dert, aynı burukluk. Aynı can alıcı konuyu işaret ediyorlar.
“A dostlar! 2024 yılına gelmişken neler yapar, hangi işlerle uğraşırsınız? Bizi, ne olduğumuzu ne yapmak istediğimizi anlatan, bir yazılı tarih, bir kalıcı bellek oluşturabildiniz mi?”
* * *
Mete Atilla Kars’lı ve Galatasaraylı’dır. Tıpkı Sinan Cemgil gibi, kendi örgütünün “Hoca”sı ve önderidir. Korkulan o ki, bir İRA bir RAF üyesi gibi tehlikelidir. Ol nedenle, bir Tupac Amaru yerlisi gibi görüldüğü yerde yok edilmelidir. Mete Atilla Ermutlu, sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla profesyoneldir. Normal koşullarda, benim diyen kriminal uzmanın, onun uzattığı kimliğe bakıp ‘tamam geç’ diyeceği doğallıkta, Emre Kongar sakallı tipik bir öğretim görevlisi görünümündedir. Tanımış olanların anlatımı ile, görünümü onun birikimini ve siyasal olgunluğunu ele verir. Atilla bir siyasal profesördür.
Ne var ki, daha karakol kapısından içeri girer girmez, tek bir tokat bile yemeden pişman olmuş itirafçı bir hainin ifadesi, sonun başlangıcı olur. Mete Atilla Ermutlu, 6 haziran sabahının erken bir vakti durdurulan Volkswagen arabasının içinde taranıp öldürüldüğünde silahsızdır. Olayın özeti, devletin yasal kurşunu ile yapılmış yargısız bir infazdır.
* * *
Şemsi Özkan’ın ele verişleri burada kalmayacaktır. İtirafları sürer… Polisin devrimcileri sağ ele geçirmek ve yargılanmalarını sağlamak gibi bir derdi yoktur. Doğan Özzümrüt ve Ercan Yurtbilir kuşatıldıkları evde çıkan çatışmada öldürülürler. Ayşe Hülya Özzümrüt yaralı yakalanır.
İnsan ürkmesi ve insanın korkmuşu, hayvan ürkmesinden beterdir; dur durak bilmez. Polislerin ağızları kulaklarında; “Ver kurtul” derler, “Ver kurtul”… İhanetin sonu yoktur; bir itiraftan bir itirafa atlar.
Ve Tamer Arda… Tüm olup bitenlerden habersizdir. Gün aynı gündür. Olağan bir buluşma saatinde, kararlaştırılan randevu yerine gelir. Mahir Çayan’ın deyişi ile “karanlığın cüceleri” ondan önce gelmiştir. Sırıtarak Tamer’in kollarına girerler. Aynı devletin aynı kurşunları ile, zamanın emniyet müdürü Şükrü Balcı’nın sıktığı onlarca kurşunla oracıkta katledilir Tamer.
. . . Sürecek.
Açık Mektup Yazı Kurulu'ndan, 6 Haziran 1981, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder