5 Haziran 2024 Çarşamba

6 HAZİRAN 1981... METE, TAMER, ERCAN ve DOĞAN CANLARIMIZ. ( 2 )


6 Haziran 1981. Mete Atilla Ermutlu, Ercan Yurtbilir, Doğan Özzümrüt, Tamer Arda. ( 2 )

Doğan Özzümrüt, Diyarbakır-Melik Ahmet Caddesi, gecenin bir vakti, bir orantısız vahşi çatışmadan çizik almadan sağ kurtulup çıkan, o güne dek hiç tanımadığı yalınayak kaçağa öğrenci evinin kapısını açar. Doğan o günlerde, aynı kentin tıp fakültesinin öğrencisidir.

Mutfak dolabında Amed ekmeği, kara zeytin ve kaçak çaydan başka bir yiyeceği olmayan, alışılmış öğrenci evinin yatağında bir kitap açık durur. Bir Stefan Zwig klasiği…

Doğan akşamın o uğursuz geç saatinde, davetsiz konuğu cehennem firarisini sahiplenmekten, kollarının arasına almaktan oldukça rahat, huzurlu, bir o kadar da mütebessim görünür. Ne var ki düşüncelidir. İnandıkları davanın sıcaklığını duyumsadığı, tanımadığı yoldaşının çıplak ayaklarına baka kalır bir süre. Nereden başlasa, nasıl moral/ güç verse?.. Çok geçmez, tıpkı Stefan’ın dilinden, onun ve eşi Charlotte'nin derdinden konuşmaya başlar:

“ Stefan Zwig, yaşamı boyunca Avrupa halklarının birliğine, dirliğine ve mutluluğuna inanmıştı. Bu umutların üzerine, Birinci Dünya Savaşı’nın, daha doğrusu faşizmim kara bulutları çöker. Yaşamı bundan böyle yine barış yanlısı, ama savaş karşıtlığı ile sürüp gidecektir.

Yüreğinde ve bilincinde iyimserlik olduğundan, dünya halklarının barış içinde birlikte yaşayabileceğine, sınıfsız sömürüsüz sınırsız bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyordu. Öylesine iyimser, bilimden, insanlıktan yanaydı ki; uçağın icadını, barış ve kardeşlik için olumlu bir yenilik, ileri bir adım olarak görüyordu. O, bilimin ve de insanlıktan yana yeniliklerin devrimci atılımıyla, insan aklını öğüten yel değirmenlerinin hükmünün son bulacağına inanan bir Don Kişot’tu…

Hitler faşizminin orduları, Viyana’yı işgal edip öz yurdu Avusturya’yı haritadan sildiğinde vatansız bir insandı. Hani şu haymatlos dediklerinden...

Stefan bırakın kıta Avrupası’nı, tüm dünyanın sınıfsız, sömürüsüz ve de sınırsız olmasına umutlanmışken ortalık yerde vatansız kala kalmıştı. Uğruna ölümleri göze aldığı insanlığın celladına aşık olmasını asla kabul edemiyordu. Bu faciaya seyirci kalmaktansa, eşi Charlotte Altmann ile yaşamına son vermeyi tercih ederler. ”

* * *

Dostuna "Stefan umudu/ Charlotte cesareti" vermek amacıyla yaptığı konuşma son bulmuştur. Doğan alabildiğine ciddileşir ve durgunlaşır. Amacı az sonra güvencesiz bir belirsizliğe gidecek olan yoldaşına umut verebilmek, umudunu tazeleyebilmektir. Kaçağın ayakkabısız yol yürümekte altları erimiş ve ayak bileklerine dek sıvanmış çoraplarına bakarak son sözlerini söyler:

“Paran var mı? Para vereyim desem?! Gideceğin yer para istemez, güç dayanıklılık ister. Sen iyisi mi, benim botlarımı al. Sağlamdır. Ayaklarını korur ve sıcak tutar. Yolun, yolların açık olsun. Umutsuzluk olmasın; sen Stefan’nın en son tercihine takılma… Umudunu da yitirme.”

Amed kentinin soğuk ve güvenliksiz gecesi... Vedalaşırlar. O an, kapı eşiğinde ayaküzeri edilen bir çift sözün gerisinde aklında kalan tek ayrıntı, Doğan’ın bir gözünde olan lekenin öne çıkması ve yansıttığı ışıltıdır.

Sarılırlar sımsıcak... Birbirlerinin sırtlarını "Hep yanında olacağım, asla kendini yalnız hissetme!" sıvazlaması yaparlar. O, onca hayhuy ve yangın içinde Stefan okuyan, Stefan umudunu/ Charlotte cesaretini kendisine vermeye çalışan, tıfıl tıp öğrencisinin gözündeki lekeyi öpesi gelir. Ancak; bunu o an, o diken üzeri koşullarda ne söyleyebilir ne de yapabilir.

O günlerde yaşanan sert ve acımasız koşulların, sert çocukları olmak zorundadırlar. Duygusallığın "ne yeri ne de zamanı"dır. Hem üstelik, "duygusallık zayıflık göstermek" değil miydi!? O günlerde gösteremediğimiz, oysa bu duyguyu açığa vurmamız gerekmiş. Hem de ağız dolusu gülmelerle, dolu dolu yaşamamız... Doludizgin günlerde yaşamaya, yaşatmaya fırsat bulamadığımız duygusallıklar bu günlerimize, bu yaşımıza nasipmiş.

Kaçak, kahverengi uzun botların uzun bağcıklarını bağlar ağır ağır... Yanıt vermez, tek söz etmez. Bir teki lekeli, o güzelim, o delikanlı, o cesur yürekli bir çift gözün ne içine ne de ardına bakamadan gecenin karanlığında yiter gider.


Açık Mektup Yazı Kurulu’ndan, 6 Haziran 1981, İstanbul.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder