13 Aralık 2024 Cuma

OSMAN GÜN' DÜ... O, BİZİM "İNEKÇİ OSMAN" IMIZDI. ( 1 )



18 Aralık 2012

OSMAN GÜN' DÜ... BİZİM "İNEKÇİ OSMAN" IMIZDI.

İnsan nasıl olur da kıskanmaz. Öykünmez; gıpta etmez şairi? "Adlarınız geliyor aklıma. Sevdiğim o çiçek adları gibi." Nurettin, Mete Atilla, Kadir, Saner, Sabahat, Doğan, H. Ducan, Mine, Davut, Hatice, Zeki, Bedrettin, Bedir Ali, Tamer, A.Rıza Yerli, İbrahim Levent, Akile, Neşe... Vefalı bellek her daim anımsar, anar: Hoca, Dayı, Patron, Sarı, İşçi, Palu'lu, Alman, Şair, Boyacı, Kıbrıs'lı, Eleman, Kuri, Yumurtacı, İnekçi Osman... Ve daha niceleri. Tıpkı şairin, gıpta ettiği hayranlığını saklayamadığı gibi.

* * *

Şahlanan döviz kuru, kitabı yazılan ekonomi... Dillere pelesenk, kabak tadı veren haberleri dinlemekten, asgari ücret teranelerinden, 'Tek haneli enf.' masallarından bıkmış usanmış durumda burnundan soluyor. Yumuyor gözlerini... Durmaksızın, bir solukta dökülüyor:
"Dışa bağımlılık olgusu, emperyalizmin arka bahçesi olma gerçeği ve geri bıraktırılmışlık değil midir? Sonuç olarak; onca yokluğun, yoksulluğun ve işsizliğin nedeni... Nereden bakarsan bak, hangisini alırsan al iler tutar yanı yok. Değişmiyor! Konu dönüyor dolaşıyor bilinenin tekrarına, ille de adını koyacak olursak, nihai kurtuluşa dek sürgit bir sıcak kavga ve var olan devlet cihazının kırılıp parçalanması, yerine bir ileri devlet biçiminin kurulması anlamına geliyor. Ol nedenle malumu tekrar edip durmaktansa, sen yıllar önce kralın çıplak olduğunu söylemiş güzel insanlarımızdan, onların yarenliklerinden şöyle bir inceden usulca söz et ki, içimiz açılsın. "
Konuya orta yerinden giriş ve de rest çekercesine kestirip atma bir demirci Arif usta klasiği. Öfkesine sual olunmaz. Ne var ki, büyüklerin öğütlerini tutmak, ustaların sözünü dinlemek gelenektendir. Uymak gerek: Osman Gün örneğin. Onun adı sımsıcak sohbetlerin, eğlenceli takılmaların, emek yoğun çalışmanın, yorulmamanın ve yılmamanın adıdır. En çok söylenen adıyla, İnekçi Osman.
Belleğimizin siyah beyaz fotoğraflarından gözlerimizin içine içine bakıp, ağız dolusu gülen gül yüzlü arkadaşlarımızdandır Osman Gün. Bu topraklarda doğmuş, çalışıp üretmeye adanmış yaşamı ile, yine bu toprakların yoksul insanlarındandır. Gönüllü katıldığı yaşam ve mücadele biçiminin sonucu öğrenimini sürdürememiş, doğuştan emekçi celep babası gibi hayvancılıkla geçimini sağlamış, özü bir sözü bir dosdoğru, emek yoğunluklu onurlu bir yaşam sürmüştür.
İlk gençlik yıllarında devrimcilerle tanışmış ve son nefesine dek sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, eşit ve de adil bir dünyanın mümkün olduğuna olan inancını yitirmemiştir. Elbette inanmakla kalmamış. Elinde ne varsa ve elinden ne geliyorsa devrimcilerle paylaşmış, severek katıldığı sınıf mücadelesi içinde bir kez olsun ikirciklenmemiş, yakınmamış, hayıflanmamıştır.
İlerleyen yaşlarda görme sorunu yaşamış, bu rahatsızlığı son yıllarında kalıcı ve engelleyici olmuştur. Tüm çabalara ve onca girişimlere karşın tedavisi yapılamamıştır. Görme zayıflığına karşın, hepimizden güçlü elleri, kendine özgü yumuşacık bir yüreği, eşine az rastlanır, tadına doyulmaz bir yarenliği vardır. Yufka yüreği ile özenle baktığı ineklerin dilinden anladığı gibi, beklenmedik zararlar yaptıklarında da güçlü kolları ile onları yere yatırarak cezalandırması dilden dile dolaşmış, şakalaşmalarda konu olmuştur.
* * *
İnekçi Osman'ın, kendisine takılarak eğlence olsun diye dalgasını geçmeye çalışanlara uyguladığı "mengene/kerpeten" hareketini bilmeyen, daha doğrusu acı kuvvetini tatmayan, yaşamayan yoktur. Onunla yakın mesafedeyseniz, hoşlanmadığı ve keyfini kaçıran bir sözü edip çamı devirdiyseniz eğer, o an orada çok dikkatli olmanız gerekmektedir. Boş bulunup ensenizi ya da elinizi, eline kaptırdıysanız; vay halinize. Yerlerde sekiz çizip tespih böceğine dönmeniz kesindir.
Onun kerpetenine kısan kişi, zayıf çelimsiz biriyse eğer, birkaç dakika havada bayrak gibi dalgalanması olasıdır. Abartı değildir. Böylesi bir olayın acı çekeni de, bizzat tanıkları da halen hayattadır.
* * *
Bir umut yolculuğu: Poyracık.
Henüz sabahın körü denemez. Günün ışımasına daha var. Gediz Köprüsü'nü pürneşe egzoz patlatarak geçiyoruz. Altımızda 90 model, Rus arabası Lada... Kullanan bilir; sürüş "konforu"(!) kara şanzıman bir BMC kamyonunu aratmaz. Arka koltukta büzülmüş uyumaya çalışan, akşamdan kalma Nurettin Karabaş.
"Yavaş be!" deyip ardından sayıklıyor. Ekliyor hemen: "Motoru koparacaksın."
Ön koltukta oturan Osman keyifle kaykılmış. Gülüyor kıs kıs... İnekçinin en çok zevk aldığı, eğlendiği anlardır; yoldaşları ile olduğu ve onlarla geçirdiği saatler. İşte yine birlikte olmanın zevkini sürüyor, keyfine diyecek yok. En büyük eğlencesi onu celallendirmek, sarhoş halinde sataşmaktır. Fırsatını yakaladı mı kaçırmaz, kaşımasa olmaz:
" Rus yoldaşların arabası bu. Bir yeri kopmaz. Sen kendine bak, koca göçmen. Beğenmiyorsan direksiyona geçersin..." Seslice gülüyor. Sabahın alaca karanlığında akıp giden yolu izlemekte zorlanan yumuk gözlerini ovuşturuyor.
Köprünün hemen sonrası asfaltın ikiye böldüğü Yeniköy. Orayı da alelacele geçiyoruz. Elbette köyün çıkışında trafik polisi çeviriyor: " Ehliyet, ruhsat..?! "
Otomobilin içini inceleyen kuşkucu dik bakışlar. Arka koltuktakine alaycı bir gülüş: " Meskun mahalden hangi hızla geçileceğini öğrenemediniz mi?! " Sertleşiyor giderek: " Hadi arkadaki körkütük sızmış uyuyor, anladık. Sen, öndeki..." Adeta heceleyerek: " Kör- mü- sün? ", " Km. saatine bakmıyor musun? Görmüyor musun? Niye uyarmıyorsun? "
Ve ceza...
Gözlerimi yoldan ayırmadan, alaylı biçimde gülme ve makara sırası bu kez bende: "Ulen İnekçi, memur nereden bildi? Nasıl anladı dersin?"
Belli ki, o an söyleyecek söz bulamıyor. Yutkunuyor, sinirli. "İnince görürsün sen!" imasıyla, eliyle o bildik ve o kaçınılmaz acı sonun habercisi "mengene/ kerpeten" işaretini yapıyor.
* * *
İnekçi Osman'ın günbegün sönen/ körelen gözlerini göstermek için kim bilir kaç kezdir, Kınık-Poyracık köyüne yana yıkıla araba sürüşümüz. Ne doktorlar baktı o güzelim dost gözlere. Çekilen filmler, yapılan görme testleri... Kesin olan raporu en son üniversite hastanesi vermişti: " Beyine giden göz sinir sistemi eks olduğundan kalıcı ve nihai tedavisi olanaksızdır."
Osman bu! "Siz de doktor musunuz be" alaycılığı ile asla oralı olmadı. Umut bu ya! Poyracık köyündeki lokman hekim Hasan hoca'yı duymuş eşinden. Zuhal, Osman'ın eşi. Poyracık komşularından, Soma-Süleymanlı'dan. Biz bıkmadık o yolları aşındırmaktan, Lokman hekim kesin bıkmıştır aynı otu vermekten. Umut bu. Daha ne şakalara, ne yarenliklere bahane oldu o umut yolu. Ne bizim İnekçi usandı takılıp onunla uğraşmalarımızdan, ne Nurettin ağabey... Ne o, Rus arabası bıktı kahrımızı çekmekten.
İnekçi Osman yıllar sonra -ölümüne yakın- itiraf edecekti, öldü sanılan gözlerinin ıslandığı akşamın bir vaktinde. Sabahın kör saatinde düşülen Poyracık yollarında derdinin sönmekte olan gözleri olmadığını... Canından çok sevdiği dostları ile birlikte olmasının, yani bizlerle birlikte zaman geçirmesinin en büyük ve en son mutluluğu olduğunu.
* * *
Güzel dostum! Yürekli dostlar! İnanın, umut edin. Biz, yeniden bir araya gelmesini biliriz. Ağız dolusu gülmesini de. Öğrenci evlerinde "İdi Amin" renginde sabahın ilk ışıklarına dek, yine demlik demlik çaylar içeriz. "Gündüz insan, gece hırt." hallerimizle, tekinsiz afişleme, yazılama eylemlerinden yakamızı yine sıyırır geliriz. Yine buluşup sarılır, o tadına doyum olmaz sohbetlere dalarız. Ay karanlık. Ay karanlık! Zafer'imiz gibi aykırı şiirler okur, dağlara vurur firari türküler söyleriz: "Eğilmez başın gibi dağlar bulutlu efem. ", "Ah bir ataş ver gavur sinem ko yansın.", "Kalenin dibinde taş ben olaydım. Gelene gidene yoldaş olaydım."

Açık Mektup Yazı Kurulu. Kınık-Poyracık. 16.12.2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder