OSMAN GÜN' DÜ... BİZİM "İNEKÇİ OSMAN" IMIZDI.
"Bilinenin yinelenmesi cesur söylemlerimiz ve iddialı sloganlarımız anlamına geliyorsa" dedik ya bir kez. Durum böyle olunca, yazılı/ görsel basında yeterince yazanı/ yorumcusu bulunan, ülkemizin ekonomiden politikaya, çalışma yaşamına ilişkin yerinde analizleri, ciddi yorumları konunun uzmanına bırakıp belleğimizin bekçileri olan, sözlü tarihimizi, vicdanlarımızı canlı tutan yaşananları anımsamayı sürdürelim. Umarız, ortak bir dille yazılmayı bekleyen yazılı tarihimizin ve yazılı belleğimizin temel taşlarını oluştururlar. O mutlu ana dek, şimdilik az da olsa moral bulma, gönlümüzü ferah tutma ve de içimize soğuk sular serpme adına...
Yoksa, yaşanan zamanlar öyle böyle değil, sözcüğün gerçek anlamı ile tam bir karabasan. "Üreticinin zarar etmediği" söylenebilen, neredeyse "Ekmek yoksa pasta" önerilen şu kahrolası düzende, tutuklamalar AKUT'a, ölüm meleği yeni doğan bebeğe, biber gazı "işimi istiyorum, başka bir şey değil" diyen Polonez işçisine ve oy verip seçtiği belediye başkanına sahip çıkan halkım insanına ulaşınca, halkımızın "Ar damarı çatlamak" ve "Gemi azıya almak" gibi, güzel özdeyişlerini anımsıyoruz ister istemez.
* * *
" Önce siz ateş edin mösyö burjuvazi" demişti Karl Marks... Yer ve zaman koşulları değişse de, söylemimiz de eylemimiz de örtüşür ve eş anlamlıdır; para babalarının günahları kadar sevmedikleri sakallı adamla. Şimdi acının hakikatlisini çeken biziz. Başka anavatan yok, hiçbir yere gitmiyor hiçbir yere kaçmıyoruz. Elinizde sayılırız bir bakıma; içerde dışarda. Buyurun, ateş edin! Yarından sonra kimin ağlayacağı, kimin kaçacak fare deliği arayacağı belli olmaz. Hele bir, bizim İnekçi Osman'ın "mengene kerpeten" hareketinin tek çıkar yol, tek kurtuluş seçeneği olduğu bir anlaşılsın! Asla özeleştiri yapmayıp, temelinde sınıf mücadelesinden sıvışmak yatan, "Bu halktan bir şey olmaz" kolaycılığı, çok eski bir "solcu" ve kronik aydın hastalığıdır. Halkın size güvenmesini istiyorsanız, siz de halkınıza güveneceksiniz.
Bu halkın ayranı bir kabarmaya görsün... Bu topraklar, ayak sesleri başkentten duyulan fincancı katırlarını ürkütüp, egemenlerin tatlı uykularını kaçırtan, görkemli diklenmelere de, coşkulu kalkışmalara da tanık olmuştur. Konuyu azıcık karıştıranlar; 15-16 Haziran'ı da, Sungurlar/ Kavel direnişlerini de, Taksim'de 'Yüz Bin Emekçi'yi de, Madenci Yürüyüşü'nü de, daha nicelerini de görecektir. Hani dudak büküp "amele takımından" dedikleri, o "baldırı çıplaklar"... Ebedi tokluğu fethedecek olan ezeli açlar. O muhteşem final hareketini yapmaya karar versinler. Tek Yol Mengene/ Kerpeten desinler bir... Kim yerlerde, bizim Osman'ın cüssesini aratan emekçilerin altında "sekiz çizer" ve de kim olduğu yerde "tespih böceğine döner" hep birlikte görürüz.
* * *
Bizlere, daha dün Narin'in şahsında, 'yenidoğan' servislerinde çektirdikleri acılara benim diyen dayanamasa da... İnsanız ya sonuçta. Sığınacak bir yoldaş sıcaklığı, içimizi ısıtacak bir dost anısı arıyoruz. İkisi de. Dahası da var, ellerimizi erken bırakıp giden arkadaşlarımızda. Osman salt bir örnek, bir sıra neferidir. Ne var ki, anlatılmaya da bilinmeye de değerdir.
Hayvancılığın yanı sıra, gereksinimini ve harçlığını çıkaracak kadar bağ-bahçe işleri ile de uğraşır. Şimdilerde, sevgili oğulları Semih'le Kadir'in yaptığı ölçüde yapmasa da, dikip suladığı fideleri bakar büyütür; evine gelenlerin torbalarını, arabalarının bagajlarını itirazlarını dinlemeksizin tıka basa doldurur. Onun itirazsız paylaşım ısrarı, savunduğu dünya görüşü gereğidir. Yer ve koşullar her ne olursa olsun, adımları aklının ve politik düşüncesinin izinde gider. En darda, en zorda olduğunda dahi vicdanı ile cüzdanı arasına asla sıkışıp kalmaz. Her daim dik duran omurgalı arkadaşlarımızdandır. Eğilip bükülmez, el etek öpmez...
Onun eğilip bükülmezliğinin kökleri lise yıllarına, yani devrimcilerle tanışmasına gider. Yokluktan denmişti ya okuyamamışlığı... Öyle değil elbette. Doğrusu, 'dik duruşundan, okuldaki devrimci arkadaşları ile, her daim birlikte dayanışma içinde oluşundan' olacaktı. Osman arkadaşları ile birlikte, doğruları söyler, savunur. Gerici saldırılara göğüs gerer, yere sağlam basar, sağlam durur. Ne ki, eyleminin de duruşunun da bedelini öder. Diğerleri ile birlikte okuldan atılırlar. Her biri değişik liselerde bitirmek zorunda kalır.
* * *
Osman Gün aklı, inandığı bilim ve siyasi görüşü ile adımları birlikte gitsin ister. Plansızlığa, ilkesizliğe tahammül edemez. Yapılan her iş ve girişilen her üretim planlı programlı, hesaplı kitaplı olmalıdır. Kötü niyetli olmasa da düşülen bir hesap hatasında asla sessiz kalamaz. Yakını da olsa -mahcup olması pahasına- doğruyu söylemekte sakınca görmez. Öylesi anlarda, kısık ve bulanık gözlerinde o ana dek görülmeyen kızgınlık ve itiraz kıvılcımları uçuşur.
İlerleyen yıllarda görme yeteneğini iyiden iyiye yitirir. Göz kapakları kısılır. Değişmeyen ise, sinirlendiğinde o sönen gözlerde öfke ve itiraz şimşeklerinin çakması, birlikte yaşadığımız duygu yoğunluklu anlarda yine sadece bizlerin ayırtına varabildiği, yüreğinin yufkalığını ele veren buğulanmalardır.
O gün bu gün, o onurlu gözlerdeki sorgulamaların, itirazların ve isyan kıvılcımlarının nedeni olan baskın sınıfın egemen anlayışı halen iktidarda.
Hayatında bağ bahçe tozu görmemiş Tarım Uzaktan Bakanı, ülkede zarar eden üretici olmadığını söylüyor. Suça ve adaletsizliğe göz yummayan, düzenin sorumlusu acı reçetelere ortak olmayan hemen herkese çemkiren suç işleri bakanı, suça karşı çıkana, hak-hukuk ve adalet arayana parmak sallıyor. Tehdit ediyor. Açıkladığı enflasyon oranı rakamları, yine bizzat kendilerine bağlı bir kurum olan İŞKUR tarafından yalanlanan TÜİK'e göre "istihdam" artarken, işsizlik oranı da haliyle düşüyor(!)
* * *
Osman Gün, siyasal geleneğine bağlı, dünya görüşüne uygun en ciddi analizleri oturup yazan, doğru siyasal analizler yapanlarımız -bir çoğumuz- gibi ilkeli ve kuralcıydı. Sorunlarımızın karmaşıklaştığı yerde ayağa kalkar, ilkelere uymamızı anımsatıp ve ortaklaştığımız kurallara işaret ederdi.
Bırakın örgütlü bir insan oluşunu, Camiönü Albayrak mahallesinden sıradan bir birey olarak en küçük, kendi deyimi ile üç kuruşluk bir haksızlığa bile tahammülü yoktu. Ola ki, böylesi bir durumda yanıtı, çok sert olabilirdi. Tanıkları yaşıyor; olmuştur da...
* * *
Bu gün, yakın geçmişimizde hiçbir şey olmamış ve hiçbir şey yaşanmamış gibi davrandığımız 2024 Türkiye'sinde yaşıyor olsaydı. Hala muhasebesini yapmamış ve yapamamış, hala geçmişi, hala yapıp ettikleri ile, yanlışları ve eksiklikleri ile yüzleşememiş bizleri "mengene-kerpeten" hareketine uygun görür müydü? En iyimser tahminle sorumlumuzu, sorumsuzumuzu kara tahtaya kaldırıp, sözlü sınava çekerdi. Orası kesin. Ancak, yine de hoşgörüsünü ve iyimserliğini yitirmez, yine o Lada'da olduğu gibi eğlenir, her şeye karşın bizlerle birlikte olmanın tadını çıkarırdı.
* * *,
1990'lardan bu yana, "bebek katili" diye diye, halkımızı şaşırtıp şaşı baktıranlar, bu kara propagandanın bilgi kirliliğinde oy devşirenler, sistemin çürümüşlüğünü ortalığa saçan "Yenidoğan" rezilliğinde, topu malum hastanenin başhekimine atıp, suçu "üç beş kişilik çete" ye havale etmeye çabalıyorlar.
On yıllardır anlatmaya çalıştığımız vahşi kapitalizm, ekonomisinden çalışma yaşamına, eğitimden sağlığa, kokuşmuş pul pul dökülüyor. Ağızlara sakız yapılan "bebek katili", ticarileştirdikleri, kendi deyişleri ile "şirket yönetimi" ne çevirdikleri sağlık sistemleri imiş. Bilinç ve farkındalık durumlarımıza göre davranışlarımızı ve yaşam biçimlerimizi etkileyen ya da belirleyen, emekçi kitlelerle egemen oligarşik yapı arasında kurulmuş suni denge emekten yana bozulmadıkça: Yenidoğan servisinde bebek, madende- inşaatta işçi, Bağlar"da Narin, SEDES'te öğrenci- işçi, evde- sokakta kadın kıyımı sürecek.
* * *
Sevgili dostum, o yumuk gözlerinde eksik olmayan öfke ve heyecan, şefkat ve hoşgörü gülümsemeleri, yaşadığımız şu alaca karanlık günlerimizde de bizlere cesaret veriyor, içimizi açıyor. Hep vardınız. Her daim de oralarda bir yerlerde, yüreklerimizin bir köşesinde, hep var olacaksınız. En sevdiği "Ay Karanlık" şiirini okuyan sevgili Zafer'imizin omuzuna dokunan o dost elinin sıcaklığı ve içtenliği omuzlarımızdan hiç eksik olmayacak. Bilesin.
Sana hoşça kal demeden önce, seninle sembolleşen şu 'mengene' hareketinin hakkını verelim. Sevgili Osman, sen yıllar önce, sözü uzatıp dolandırmadan, kısa yoldan sloganı belirlemişsin. Bizler, o günlerin koşuşturmacası içinde bunun ayırtına varamamışız:
Tek Yol Mengene/ Kerpeten. Bunun başka yolu yok...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder