“ARKA BAHÇE”NİN YENİ HARAMİLERİ
Canım memleketim “İkili Anlaşmalar”, Marshall Yardımı
ve ardı sıra gelen Dünya Bankası dayatmaları ve de IMF borçlanmaları ile başını
yeterince derde sokmuş bir ülkedir.
Fabrikada, tarlada, devlet dairesinde ve büroda dur
durak bilmeden çalışan insanımızın torunu borçlu doğmaktadır. Kendisini
yenileyen ve sistemi değiştirip yenileyecek bir kurucu irade oluşmadığı,
oluşturulamadığı sürece de, “ torununun torununun borçlu doğması ” ironisi
sadece bir espri olmaktan öte, çarpıcı ve yakıcı bir gerçeklik olarak tarihe
geçecektir. Ne var ki, bu emperyalizm patentli yazgı sadece bizim ülkeye özgü
değildir. Yerküre üzerinde onlarca ülke, söz konusu ABD patentli ilişkilerden
paçasını kurtaramadığı için, şimdilerde klasik anlamının çok ötesinde modern
birer sömürgeye dönüşmeyi becerebilmiştir.
Ülkem için söz konusu emperyalist boyunduruk 1945’li yıllardan, 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra, mevcut devletin zorba oligarşik yapısı ile işçi sınıfı ve
emekçi halkların arasında gerek baskı, şiddet, gözdağı, gerekse yalan, demagoji
ve manipülasyonlarla yapay, yapay olduğu kadar da yıkılması zor
dengelerin kurulduğu örtülü bir tahakküm biçimidir.
Kimi zaman keskinleşerek derinleşen, bilinen krizleriyle kendisini
yıkıcı biçimde duyuran, içinde bulunduğumuz son sürekli ve genel bunalım
döneminin diğer bir önemli karakteristiği de giderek karmaşıklaşan, ama
illa ki kurumsallaşan ilişki ve çelişkiler sonucunda emperyalizmin, dış
dinamiklerin daha fazla belirleyici olduğu bize benzer ülkeler için içsel
bir olgu olma konumuna dönüşmesidir.
Emperyalist yeni sömürgeciliğin kıskacındaki çarpık ama modern görünümlü
yeni tip sömürge ülkelerin mümkün olduğunca dikensiz güllerle kaplı,
emperyalizmin arka bahçelerine dönüştürülmesi gerçeği de, aynı tahakküm
zincirin sistemin bütünü tamamlayan bir başka halkasıdır.
Uslu ve sadık bahçıvanlarının uluslararası tekelci kapitalistlere karşı
dikkatli ve de itaatkar davrandığı arka bahçelerin hedeflenmesinde belli başlı
amaçlar:
1-) Uluslararası tekelci kapitalizmin istekleri doğrultusunda, yeni
sömürgelerin emperyalist politikalara boyun eğmesinin, işbirlikçi egemenlerin
daha rahat, sorunsuz yönetebilmesinin ekonomik, sosyal ve psikolojik
koşullarını yaratmaktır.
2-) Yönetenler ve yönetilenler, sömürenler ve sömürülenler arasında
örülmüş, örgütlenmiş, düzenin var olan kurumlarının güç ve olanakları ile
desteklenmiş suni yani yapay dengeler
marifeti ile emekçi halkın kolay yönetilebilir olmasının zeminini korumaktır…
3-) Çok uluslu tekelci sömürü ve
istismarın, bir başka deyişle yer kürenin canından, kanından damıtılan tekel
karının devamlılığını sağlamaktır...
* * *
Magazin basınında
bile rahatlıkla görülebileceği üzere tüm bunlar, çeşitli pasifikasyon araç ve
yöntemleri ile, başta muhalif kesimler olmak üzere halk korkutulup
sindirilerek, olayların, içleri
boşaltılıp, haberler manipüle edilerek, kitleler taraftar yapılamayanlarsa da
etkisizleştirilerek başarılır.
24 Ocak 1980 tarihi ülkemiz sosyo-ekonomik yaşamı ve geleceği için bir
milat olmuştur. Adı geçen tarihle anılan kararlarla dayatılan reçetelerin, yeni
liberal politikaların uygulanmasına başlanmıştır. Artık arka bahçede geriye
dönüşümü olmayan bir kabuk değişimi yaşanmakta, yeni sömürgecilik gerçeği
yeni sosyal argümanlar ve ekonomik karakterler içeren yeni finans
yapılanmasıyla daha vahşi, daha çarpık, daha bağımlı, daha karmaşık, daha
tüketici ve hatta traji-komik bir duruma evrilmektedir.
Davit Harvey’in “insan refahını en üst düzeye taşımak için
özel mülkiyet haklarını, serbest piyasayı ve serbest ticareti güçlü biçimde
koruyan, kurumsal bir çerçeve içerisinde bireysel girişimcilik özgürlüğünün ve
yeteneğinin ortaya çıkarılması gerektiğini savunan siyasal ekonomik pratikler
teorisi.” dediği kuram, neoliberal serbest piyasa modelinin ta
kendisidir…
Korkut Boratav’a göre, bu kimi
kez “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” deyişiyle de
dillendirilmiş serbest piyasa ekonomisinin “kapsamlı son aşamasının uygulanmasının başlangıç tarihi 1998 yılıdır.”
Yine, Korkut hocaya göre “bu aşama IMF
ve Dünya Bankası gözetimi altında bir dizi anlaşmayla mayıs 2008 yılına kadar kesintisiz sürer. ”
Uluslararası Finans Kapital güdümlü Neoliberal devletler, pazarların
liberalizmin sömürü, rüşvet, talan ve istila mantığının gerektirdiği biçimde
değerlendirilebilmesi ve elde tutulabilmesi için egemen mali çevrelere
pervasızca sınırsız güvenceler verirler, son derece ahlaksız fırsat ve
olanaklar sunarlar…
Malum mantığa göre mevcut pazar kavramının içine hemen her şey girer,
girmelidir. Eğitim, sağlık, gıda, konut, sosyal güvenlik, tarım, hayvancılık,
madencilik, turizm, ulaşım, haberleşme, yazılı-görsel basın, bilişim, toprak,
su, hava ve saire… Sınırsız, kuralsız ve rahat oldukları için ahlaksız ve
arsızdırlar…
Yetindiklerine, doyduklarına tanık olunmamıştır… Liberalizme göre yeni
liberal devlet, bu denli geniş ve denetlenmesi zor pazara tüm gücü ile ( Yasama,
yürütme ve yargı organlarıyla) müdahale etmeli, özelleştirme programının
kesintiye uğramaması için organize olmalıdır. Bu iradi müdahale çokuluslu
sermayenin her üretim ve hizmet alanına, yer altı ve yer üstü kaynaklarına,
yaşamın tüm sosyal alanlarına nüfuz etmesidir.
Tam da burada insanın kanını donduran ve de onuruna dokunan bir
barbarlık, gizleyemedikleri ters bir orantı vardır. Kamusal alan; akla
gelen üretim, tüketim ve hizmet alanlarının halk için, halkın yararına fırsat
ve olanakları daraldıkça, haramilerin sömürü, soygun talan alanları da
artmakta, alabildiğine genişlemektedir.
Nüfuz alanının siyasi ve mali erkten yana büyümesi ve güçlenmesi için,
başvurulan araç ve yöntemlerse; genellikle gözdağı, bilinç-bellek
yanıltmaları, farklı yedekleme ve pasifikasyon taktikleri, özellikle de sokağın
olmazsa olmazlardan basınçlı su, cop, sisleme ve biber gazıdır.
Dış dinamikli, karmaşık, çarpık, kırılgan, vahşi yapılanmalarla
harmanlanmış yeni sömürge ülkelerdeki serbest neoliberal modelin uygulanışında
kontra faaliyetleri, faili meçhuller, kayıplar gibi vahşet fotoğraflarının
sergilenmesinin yanında, at izinin it izine karıştığı Ergenekon, Balyoz davası
örneği kara mizah kareler de çıkar.
Gizli ya da açık, her türden faşizm pratiğinde demagoji, gözdağı, şiddet,
toplumun yanıltılıp manipüle edilmesinde, sisteme yedeklenmesinde etkili
silahlar olduğunu açıklamaya çalışmıştık. Kasımpaşa’lı baş demagog muhalif
aydınların, sanatçıların, işçilerin, sendikacıların “ideolojik davrandığını”
söyleyip, bu tehlikeli silahı halkı hedef tahtasına koyarak denerken,
KİT’leri ve sosyal devleti yok etmekle, havayı, suyu, ormanı, madeni yabancı
şirketlere peşkeş çekmekle bizzat kendisi ideolojik davranıyor, yani
kapitalizmin yeni serbest piyasa ideolojisinin gereğini yapıyordu.
Halkın gereksinim duyduğu her alan ticarileşmeli, piyasanın iştahına
sunulmalıydı. İnsanın en doğal haklarına parayla ulaşması demek,
kapitalistlerin ve onların önünü açan seçilmişlerin semizlenmesi, özelleştirme
-yani satış- komisyonlarından, ihale yolsuzluklarından gelen dolarları yabancı
bankaların çelik kasalarına tıkıştırmaları demekti. Şimdilerde Mübarek
gibilerin milyar dolarlarla açıklanan servetlerinin internet kanalı ile
ortalığa saçılması, buzdağının sadece görünen yüzü olsa gerek.
Şimdi:
Teğet geçtiği söylenen sürekli ve genel bunalımın
malum krizinden sonra, DİSK-AR Ücretler ve İstihdam 2010 Raporu’na
göre, işçilerin, emekçilerin reel ücretleri bir yıl içinde % 8.24 oranında
düşüyorsa, yani gün be gün yoksullaşıyorsak…
T.C Merkez Bankası’nın 2010 yılının ocak ayını ölçü alarak açıkladığı
Ödemeler Dengesi Verileri’ne göre, ocak ayındaki cari açık -yine son bir
yıl içinde- % 91.4 oranında artarak cari işlemler hesabının 5.86
milyar dolar açık vermesine neden olmuşsa…
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun 2010 Ocak ayı hareketli hesap
verileri :
1-) 620 milyarlık mevduatın hemen hemen % 50’sinin, ülkemizin mübarek
milyonerlerinin hesaplarında tutulduğunu,
2-) Bu şaibeli hesaplardaki
mevduatın son yılda 70 milyar artış gösterdiğini,
3-) Milyoner mudi sayısının yaklaşık dört bini bulduğunu gözlerimizin önüne
seriyorsa… Son olarak, bu güne dek intihar eden 4-C mağduru tekel işçisi
sayısı, 12 Mart 2011 günü sınıf kardeşimiz, sevgili Alim APAYDIN ile birlikte
altıya ulaşmışsa…
Elbette kana, alın terine, gözyaşına, insan emeğine doymayan kahrolası
sistemin, 2010 yılında 28 olan milyarder sayısı bu yıl 38 olacak… Elbette
-yine bu sayı sayesindedir ki- Türkiye Ortadoğu ve Afrika ölçeğinde en fazla
milyardere sahip ülke olarak birinci sırada yer alacaktır!
Bu işte bir ters orantı -siz terslik
okuyun- olduğunu söylemiştik ya?!
Hasan
Oğuz BİLGEN, Bornova, Mart 2011
Haber Tarihi: 26.03.2011
Haber Editörü: Özgür Medya
Haber Kaynağı: Özel
Yazar Hakları Telif Hakları Yasası’nca korunur.
Yazar Hakları Telif Hakları Yasası’nca korunur.
Sitede
yer alan yazılar yazarlarını bağlar.
Site
yönetimi yasal sorumlu değildir.
Telif
Hakları Yasası'nca korunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder