Bozkırdan Gelen Işık: KÖY
ENSTİTÜLERİ
Günümüz siyaset arenasında suyu bulandıran, günbegün
allanıp pullanarak insanımızın gözüne, aklına sokulan, halkımızın %47’sinin
belleğine sinmiş, “havada, karada asla sönmez” bir siyasal erk algısı var. Bu
yanılsamasının nedeni, şu an için parlayan -sahte- yıldız, heterojen yapısında
kendisine özgü dengeler kadar, farklı ve uzlaşmaz çelişkiler taşıyan AKP’nin
malum siyasal gücü, başka bir deyişle, onun vahşi ve spekülatif oligarşik
diktatörlüğüdür.
Söz konusu egemenlikle ilişkilendirilerek yapılan “
Yaşadığımız coğrafyanın Moğol istilasından bu yana böylesi bir talanı ve
yıkımı görmediği ” abartılı benzetmesi, abartılı olmasına karşın bir o
kadar da çarpıcı ve ironik… Bu çarpıcı yakıştırmaya -soruna bakışıma
ve espri anlayışıma uygunluğundan- tüm samimiyetimle katılmakla birlikte,
emeğin ve emek mücadelesinin tarihine, kültürümüze, birikimlerimize, toplumsal
belleğimize ve mücadele geleneğimize de fazlaca haksızlık etmememiz gerektiğini
söylemeden geçemem.
Anadolu’nun geçmişinden bu gününe, işçi sınıfının ve ezilen halklarının
ufkumuzu açan, yüzümüzü ağartan olaylarının, sisteme ve statükaya teslim olmayan
onurlu insanların da bulunduğunu anımsayarak biraz olsun kendimizi
rahatlatabilir, umutlandırabiliriz. Türkiye her taşın altında faili belli bir
cinayet ve toplu mezarın bulunduğu, her fabrikada ve her işçi havzasında emek
gaspının, işçi sağlıksızlığının, iş güvensizliğinin, iş cinayetlerinin olduğu talihsiz bir ülkedir. Genç
insanlarınınsa geleceklerinin ve umutlarının bitirildiği, kadınlarınınsa her
yönden taciz ve istismar edilmesi, sömürülmesi biçiminde özetlenebilecek ucuz
ama ağır bir kabus filmine dönüştürüldüğü görüldüğünde, bu toplumun ne kadar
morale, sağduyuya ve geleceğe dair umutlara, mutlu / huzurlu düşlere
gereksinimi olduğu anlaşılacaktır.
Tam da burada yarım kalmış şarkılar gibi kesintiye uğramış, önlerine set çekilmiş,
ama insanlık tarihine can alıcı notları düşmeleri de engellenememiş önemli
toplumsal olaylar, ışık saçan örnek insanlar hep moral ve esin kaynağımız,
gurur kaynağımız olmuştur:
· 1917 Ekim Devriminden sonra, ezilen dünya haklarına
yol gösteren gelişmelerden saydığımız ve fiilen 9 Eylül 1922 tarihinde sona
eren Anadolu halk hareketi bir…
· Yaşadığı zaman diliminde ve sonrasında, her zeminde
koşulda yargısız infaza kurban gitmiş, sakıncalı ve vatan haini ilan edilmiş,
onca kara propagandaya ve demagojiye karşın, horlanan, ötekileştirilen ve
yoksul bırakılmış, sömürülen insanlığın kalbinde, ruhunda ve bilincinde sonsuz uykusuna yatmış olan Nazım Hikmet iki…
· Emperyalizmin güdümünde gelişen dışa bağımlı çarpık
kapitalizme ve ona bağlı yarı feodal yapısının tutucu, gerici ve bağnaz
yapısına karşın, Anadolu’nun bağrında yeşererek çiçek açan Köy Enstitüleri
deneyimi üç…
Tarihin motoruna hız veren, bir başka deyişle egemenlerin çarkına çomak sokarak
fincancı katırlarını ürküten, böylece içimizi açan, içimizi aydınlatan bu
önemli kilometre taşlarını, yaşanan, yaşatılan karanlıklara, karabasanlara inat
bıkmadan çoğaltabiliriz. Biz bu gerçekten hareketle sözü uzatmadan, içinde
bulunduğumuz nisan ayının da çağırışım yaptırması nedeni ile bu
saydıklarımızdan üçüncüsüne değinelim dedik.
. . .
Kurtuluş sonrası Cumhuriyet tarihinin eğitim alanındaki en önemli ve en anlamlı
olayı, “Eğitmen Kursları”nın 1936 yılında TBMM’nce çıkarılan bir yasayla
kurulmuş olmasıdır. Eğitmen Kursları 1940 yılına dek, bilinen derslerin
yanında, çevre, tarım, inşaat, sağlık, kültür ve sanat çalışmalarını da, yine
Milli Eğitim Bakanlığının belirlediği plan ve program çerçevesinde
sürdürmüştür. Bu kurslar, ileriki süreçte kitaba deftere dayalı
geleneksel, ezberci öğretimin, biat kültürünün yerine, yaparak öğrenilen,
çocuğun bilgi, deneyim ve özgüvenini geliştirecek, beceri ve yaratıcılığını
ortaya çıkaracak Köy Enstitüleri’nin temelini oluşturacaktır.
17 Nisan 1940 tarihinde, 3803 sayılı “Köy Enstitüleri Yasası” TBMM’ce
kabul edilir. Bu yasa, yıllar boyu ümmet toplumunun geleneksel baskıcı anlayış
ve alışkanlıkları ile gerici-yobaz eğitimine tutsak edilerek cehaletin dipsiz
bataklığına terk edilmiş Anadolu insanı için umut ışığıdır. Ne ki, bu
gerçek daha sonra anlaşılacaktır. Kuruluş amacına uygun olarak: " Köyleri çok kısa sürede öğretmene kavuşturmak, köyün gereksinim duyduğu diğer uğraş elmanlarını yetiştirmek, yine köyü tarım, hayvancılık, sağlık, kültür ve sanat yönlerinden kalkındırmak." için aynı yıl ülke genelinde on enstitü birden açılır.
Okullar, öğretmenlerin de bizzat çalıştığı imece ortamında, köylüyle birlikte
yapılır. Yer belirlemede bölgenin tarıma uygunluğu, doğal kaynaklarının konumu ve
sosyo-ekonomik gereksinimleri göz önünde bulundurularak; insanlarının etnik
kökenlerine ve farklılıklarına bakılmaksızın, hiçbir ayırım yapılmaksızın eşit ve dengeli
bir dağılım hedeflenir. Derslerin %50’si temel örgün öğretimi, %25’i çağa uygun
uygulamalı tarımı, geriye kalan bölümü ise teknik eğitimi (ziraatçılık,
balıkçılık, arıcılık, sağlıkçılık, demircilik, kooperatifçilik, yapıcılık,
çatıcılık, marangozluk.) içerir.
Derste, işlikte, tarlada, günlük
yaşamın her anında ve her alanında katılımcılık, paylaşım ve dayanışma esastır. Eğitim edimi iş eğitimi ile birlikte, hayatın bizzat içinde, üretim
ilişkileri ve sürecinde gerçekleşir. Öğrenmede, öğretim programlarında ezber
yoktur. Dersler işlikte, bahçede,
bozkırın ortalık yerinde uygulamalıdır. İşte bu nedenledir ki bilginin, öğrenilenlerin
unutulması, işe yaramazlığı, yaşamla, pratikle örtüşmemesi olası değildir.
Her Köy Enstitüsü’nün kendisine
ait –öğrencilerin sorumluluğunda- bahçe bölümleri, tarlaları, bağları, arı
kovanları, besi hayvanları ve farklı dallarda atölyeleri vardır.
Her yeni gün sporla, birlikte
çalınıp oynanan yöresel oyunlarla başlar. Bedensel faaliyetlerin ve folklorik
oyunların dinlenme aralarında bile, saz, dümbelek, gitar, mandolin ve başka
müzik aletleri çalınır, şarkılar,
maniler, türküler söylenir. Burada
sıraladığımız günlük eğitsel, kültürel çalışmaların yanı sıra, serbest okuma, tartışma ve düşünme saatlerine
önem verilir. Ayrıcalıksız her
öğrencinin, bir yıl içinde yirmi beş adet klasik dünya yapıtı okuma, not alma
ve aktarma(anlatma) zorunluluğu vardır. Her biri, mandolin, saz, akordeon gibi
en az bir gibi en az bir müzik aletini iyi derecede çalar. Medrese, tekke,
tarikat, mahalle mektebi, cuma hutbeleri tabu ve kültüründen gelen kadim
topraklarda, -Cumhuriyet tarihinde- ilk kez, kız ve erkek öğrencinin birlikte
okuduğu karma eğitim bu okullarda
uygulanmıştır.
Hafta sonları, okul alanında müdüründen
aşçısına, okulun ekmeğini yiyen herkesin katıldığı tartışma, söyleşi ve
değerlendirme toplantıları yapılır. Merkezinde insanın, üretimin, ortak çıkarların
bulunduğu, gelenek haline getirilen bu toplantılardaki değişmeyen tek
yöntem yöntem, eleştiri, özeleştiri ve ikna yöntemidir. Geleneksel klasik ezberci eğitim sisteminde
geçerli olduğu gibi kesin ve mutlak erk olan, tartışma serbestliği,
eleştiri özgürlüğü tanımayan yaptırımlardan, duvarda asılı duran cam çerçeve
içindeki kuru ve soğuk talimatlardan öteye gidemez; zaten bunlar demokratik de
değillerdir. Enstitülerde geçerli kılınan işleyişte ise, okul müdürü sadece
görevi gereği oradadır. Genel müdür
Tonguç baba da… Sadece ve sadece kendisine verilen görev gereği o masada
oturmaktadır. Üzerinde bolca kitap ve
not bulunan o mütevazi masa, bir paye, bir m akam, bir güç ve gösteriş, bir
ayrıcalık aracı değildir.
Eleştirmeyen, sorgulamayan ve düşündüğünü
paylaşmayan insan özgür olamaz. Hak etmediği sözü duyan Enstitü’lünün sınıfına
gelen müfettişe nasıl çıkıştığı ya da çat kapı il milli eğitim müdürüne çıkıp
haklarının peşine düştüğü belge ve anılarda saklıdır. Anadolu’nun ıssızlığından, bilisizliğinden,
ezikliğinden gelen, ürkek, suskun ve
utangaç çocuk, böylece varlığının, bilincinin, düşünme ve üretme gücünün
şaşırtıcı ve inanılmaz ayırımına varır.
Yaşamın içinde ve işe dayalı geçen her eğitim
gününde, daha çok düşünür, anladıkça da, sorguladıkça da
öğrenir. Özgürleşir… O okulu bittiğinde köyüne dönecek, öğrendiğini yine
uygulamalı olarak öğretecek, bağnaz hocanın, şıhın ve toprak ağasının köylünün
kafasında ördüğü örümcek ağlarını sabır ve hoşgörü ile teker teker
temizleyecektir. Öyle de olur. Köylünün Enstitülü’den öğrendiği, kul olmadığı,
bir başına düşünebilen, birlikte yapabilen, birbiri ile paylaşabilen,
dayanışabilen, uzun zamanlar boyunca alışılmışa, boyun eğilene karşı çıkabilen
özgür bir birey, evrensel hakları olduğunun bilincinde bir yurttaş olduğudur.
Başarı
ile birlikte umutlar da güçlenir; ilerleyen yıllarda Enstitü sayısı 21’e
çıkarılır. Anadolu’nun bozkırında, yaz dinlencesinde Enstitü’lerden gelen
öğrencilerce inşa edilen Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, Enstitü’lerde eğitim
verecek öğretmenleri yetiştirecektir. Artık ülke insanının haklı olarak
övünebileceği bir köy üniversitesi vardır. Kuşkusuz burada da eğitimin
üretim için olduğu, yine eğitimin iş içinde, sınanarak kazanıldığı ve
uygulanarak sağlamlaştırıldığı programlar uygulanır. Sonuçları da kısa
sürede alınır. Ülke tarihinde ilk kez, öğrenciler bir anfi tiyatro yapar; orada
saz, keman, piyano konserleri verir, Mozart’ın ünlü yapıtlarını seslendirir.
Cehov’un, Moliere’nin ve de Gogol’un oyunlarını sergiler. Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından, ilk kez dilimize çevirisi yapılan dünya
edebiyatının klasikleri, yine bu okulun sıralarında okunmuş, okutulmuştur.
Anadolu’nun kırsalındaki bu eğitim ve üretim
seferberliği, 1919 yılının mayıs ayında başlayan Anadolu ulusal hareketinin
halkçı, köycü, devletçi, ilerici ve aydınlanmacı yönü ile, başka deyişle
Kemalist ideolojinin o günkü, yaşanılan koşullara göre ilerici, cumhuriyetçi ve
ulusal demokratik ruhu ile birebir örtüşmektedir. Kemalist düşünceye göre, yeni bir toplumun
inşası olan “ Değişim ve kalkınma köyden başlamalıydı. Köylü yurdun efendisi” idi. Ne ki, emperyalizme karşı kalkışmadan zaferle çıkan Anadolu ulusal
hareketinin amaç, ilke ve hedefleri içinde kapitalizm öncesi üretim
ilişkilerini tasfiye etmek, yarı feodal güçlerin egemenliğine son vermek gibi
bir devrimci program yoktu, olamazdı. Bırakın böylesi bir programı, mevcut düzenin
devamlılığı, dayandığı ve üzerine oturduğu feodal payandaların sağlamlığı ile
doğrudan ilgiliydi. Gerçek böyle olunca, köye devrimci tarzı, aydınlık bakışı
ve kafasındaki demokrasi kültürü ile gelen enstitülü genç öğretmenle yıldızı
barışmayan, böyle olunca da cadı kazanlarının altındaki ateşi vakit geçirmeden
körükleyen ağa, sesini siyasi erke tez
duyurur.
Faşizmin Avrupa ülkelerinde ortalığı kasıp
kavurduğu, binlerce insanı katlettiği, militarist, ırkçı ve savaş rüzgarlarını
ülkemize dek ulaştırdığı yıllardır. Bu
konjonktürün etkisinde bulunan ülkemizin o günkü politik, sosyal ve kültürel
koşulları, insanının bilinç düzeyi dikkate alındığında, halktan yana,
aydınlanmacı eğitim seferberliği gerçekliğinin Ankara’daki siyaset arenasının
elitlerine çarpıtılarak tam bir kara propaganda mağrifeti ile ulaştırılması,
tutucu vekillerce felaket senaryoları, “komünist” komplo teorileri üretilmesi,
bunların meclis oturumlarında ortalığa saçılmasındaki pervasızlık pek doğaldır.
CHP içindeki gerici, eşraf ve feodal
mütegallibe takımının bu siyasi komploya ve linç girişimine çanak tutması sonun
başlangıcı olmuştur. Enstitü’lere ön ayak olanlar, onay verenler bu haksız
suçlamalar, kara çalmalar karşısında suskundur. İhanet oyununu İsmet İnönü,
yakın çevresi, hatta ilerici, solcu geçinenler bile, tam bir ölüm
sessizliği içinde izlemekle yetinir. Bu arada emperyalistler arası İkinci
Paylaşım Savaşı’nda yolun sonuna gelinmiştir. Nazizm yenilmek üzeredir. Milli
Şef’in önderliğindeki CHP yönetimi 1946 seçimlerinde DP karşısında hatırı sayılır
bir oy kaybına uğramış ve “her ne olursa olsun iktidarını muhafaza etme”
derdine düşmüştür. Bu “derdin” içince
elbette Enstitü’lerin feda edilmesi, hayata geçirilmeye çalışılan kıyıma göz
yumulması da de vardır. Yurt içinde “oy” derdi ve toprak ağalarının, gerici,
bağnaz kesimlerin baskıları, dışarıda Truman Doktrini adı altında gelecek olan
Amerikan yardımının güvence altına alınması telaşı, iki önemli baskı unsurudur.
Truman yardımı elbette karşılıksız
yapılmayacaktı!.. Yürürlükte olan prosedürler, masa başında boyun bükülmüş,
gerdan kılınmış prensip anlaşmaları, baştan kabullenmeler vardır. Teminat olarak: En kısa sürede serbest
seçimlere gidilecek, beş yıllık kalkınma planları ve Köy Enstitüleri gibi
“ Sovyet özentili uygulamalara ”, “ Komünizm özenmelerine ” son verilecektir. CHP
iktidarda olduğu sürece korunacağına, kollanacağına, geliştirileceğine ilişkin
söz verilen, ülke tarihinde eşi benzeri olmayan bu aydınlanmacı ve ilerici
hamle için sona gelinmiştir. Nato'cu antikomünist zorlamalarla dinselleşme uygulamalarına göz yumulmaya, laiklik ilkelerinden ödünler verilmeye başlanmıştır. Bunun adı, dinsel politikalarda popülizmdir. Özellikle de, CHP'nin 1947'deki Yedinci Kurultayı, din-devlet ilişkilerinde geriye dönüşler anlamında, Köy Enstitüleri için sonun başlangıcıdır. Halkçı ve aydınlanmacı uygulama,
çıkarılan yönetmenlik ve yasalara dayandırılarak yapılan gerici atamalarla
aşama aşama, giderek yozlaştırılır. Okul müfredat programlarına ilk kez seçmeli din dersleri eklenir ve imam hatip kursları açılır.
CHP'deki sağcı/ muhafazakar damarın tekrar güçlenip hayat bulmasının sonucu, gerici girişimlerin önü açılır, sol ve aydınlanma karşıtlığı yükselir. İlericilik, laiklik, kamuculuk, bağımsızlıkçılık düşmanlaştırılır. Köy Enstitüleri "komünist yuvası/ fuhuş yuvası" olmakla suçlanıp, kapatılmaları için cadı kazanları kaynatılır. Daha henüz CHP iktidarken, 1946 yılında aydınlanmanın öncülerinden,
uygulayıcılarından Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Okulları
Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, sorgusuz sualsiz görevlerinden
alınır. Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine atanır.
1947 yılında çıkarılan yasa ile öğretmene
eğitim ve üretim amaçlı verilen topraklar geri alınır. Öğretmen yapıcı ve
üretici olmaktan çıkarılıp sadece okuma yazma öğreten, ders ezberleten, eli cetvelli,
bakanlığın direktiflerine biat eden, tek kelime ile salla başı al maaşı
türünden sıradan bir bürokrata dönüştürülür. Aynı yıl, Köy Enstitüleri
katarında marşandiz konumunda olan, yönetici kadrosunu üreten ve Enstitülere
öğretmen yetiştiren Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır.
Yine 1947’de çıkarılan bir yönetmelikle,
öğrencilerin okul yönetimine katılmaları engellenir. Müfredat programındaki
serbest okuma ve tartışma saati, hafta sonları okul alanında yapılan eleştiri
toplantıları iptal edilir. Yine aynı yıl çıkarılan bir genelgeyle, karma eğitime
son verilerek, kız ve erkek öğrencilerin aynı çatı altında okumaları
engellenir.
1948 yılı sonunda çıkarılan bir başka cinayet genelgesiyle dünya klasiklerinden
yapılmış çeviriler Enstitü’lerin yatakhanelerinden, kütüphanelerinden tek
bir tanesi bile bir yastık, bir sıra altında, bir dolap köşesinde unutulmamacasına
toplattırılarak yakılır, yok edilir. Aynı yılın sonlarına doğru,
öğretim programında köklü değişikliklere gidilir, “İş Eğitimi” ilkeleri
kaldırılarak Enstitüler kitaba deftere dayanan, ezberden medet uman eski, klasik
mekteplere dönüştürülür.
Ne acıdır ki, -DP iktidara gelmesine bir yıl vardır- 1949 yılında, İsmail Hakkı Tonguç Ankara Atatürk Lisesi Resim-İş öğretmenliğine atanarak tamamen etkisizleştirilerek itibarsızlaştırılır. Gericiler avuçlarını ovuşturur; keyiflerine diyecek yoktur. Yobazların, DP'lilerin kafasından geçenleri CHP'liler yapmaktadır. CHP tüm bunları yapar da, 1950'de gelen DP'nin ilk işi Tonguç'u bakanlık emrine alarak öğretmenlikten de uzaklaştırmak olmaz mı?
1954 yılında da zaten gerçek işlevinden
uzaklaştırılmış olan Enstitü’ler, bu kez DP tarafından “Öğretmen Okulları”na
dönüştürülerek tamamen kapatılır.
Spartaküs’ün Güneş Devleti’nin, Bedreddin’in
Ortak Düzeni’nin, Paris Komünü’nün “ sınıfsız-sömürüsüz düzen özlemi ” nin
başına gelen ne ise, Köy Enstitü’lerinin başına gelen de odur. Egemenlerin
Kerim Devlet’inin Börklüce’nin, Pir Sultan’ın, Deniz’lerin ve Mahir’lerin
çıplak boynunda sallanan palası, daha yenice Sümerbank’ın, Seka’nın, Tekel’in
işini bitirmiş, halen de iş, ekmek, hürriyet yolundaki emekçi halkın derleyip
toparlanacağı endişesiyle İşçi sınıfının ensesinde “Torba Yasa”lar v.s. olarak
parlamaktadır.
İnsanoğlunun dünyaya bakışını, yaşam
biçimini değiştiren, geleceğini belirleyen önemli olayların, -akademik
metinlerin, politik yorumların düzeyine erişemese de- basit ve sıkıcı gibi
gelen anlatılarla anımsanması, anımsatılması insanın belleğini tazeler. Emek mücadelesinden çıkan dersleri günceller,
canlı tutar. Yenilenen bellek canlı kalır, unutmaz; kavga bilincini ve
eylem adımlarını güçlendirir.
Yeni bir “1 Mayıs”, işçi sınıfının ve emekçi halkların yazgısını
değiştirecek yepyeni bir mayıs ayı ve 12 haziran seçimleri yaklaşırken, bu
güçlenmeye, umutları yeşertmeye ve de yeniden inanç tazelemeye önceki günden,
dünden çok, çok daha fazla gereksinim var
Hasan Oğuz Bilgen, 17 Nisan 2011, Bornova Belediyesi Fen İşleri Şantiyesi.
Yazılar Telif Hakları Yasası'nca
Korunur.
Yazı İçeriğindeki Yasal
Sorumluluk Yazara Aittir.
Yazarın Diğer Yazıları: Özgür
Medya-Site İçinde-Arşiv
Haber Tarihi : 4/16/2011
Haber Editörü : Özgür Medya
Haber Kaynağı : Özel
Bu Haber, 10.12.2011... 9177 Kez
Okundu.
Haber Arşivim
Bu haberi arşivime eklemek
istiyorum
Bu haberi arkadaşlarınıza tavsiye
edin
Bu haberi yorumlayın
Telif Hakları Yasasınca Korunur
Yazarın Diğer Yazılarından....
Yitik Zamanlar,
Boduri,
Kuyumcular
Çarsısında Bir Gün,
Dileğimdir,
O, Bir "Köy Enstitülü"
İdi,
Moğollar ve Türkücü,
Hoşçakal Gözüm,
Bir Anma Konuşması
Zafer'in Anısı,
Devrimin 50.Yılı ya da İkon
Fotoğraf,
Emperyalizmin 3.Genel Bunalımının
2009 Krizi,
Yüzyılın Son Amerikan İlüzyonu,
Gringo Küba'ya Pardon mu Diyecek,
Arka Bahçenin Yeni Haramileri,
Bir Duvar, Bir Çift Ayakkabı, Bir Dosya.
. . .
Haber Arşivim Bu haberi arşivime
eklemek istiyorum.
Bu haberi tavsiye edin Bu haberi
arkadaşlarınıza tavsiye edin.
Haberi Yorumlayın Bu habere
yapılmış bir yorum bulunmamaktadır.
WebRepOverall rating
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder