3 Ocak 2016 Pazar

BOZKIRDAN GELEN IŞIK: KÖY ENSTİTÜLERİ

                

               Bozkırdan Gelen Işık:  KÖY ENSTİTÜLERİ

               Günümüz siyaset arenasında suyu bulandıran, günbegün allanıp pullanarak insanımızın gözüne, aklına sokulan, halkımızın %47’sinin belleğine sinmiş, “havada, karada asla sönmez” bir siyasal erk algısı var. Bu yanılsamasının nedeni, şu an için parlayan -sahte- yıldız, heterojen yapısında kendisine özgü dengeler kadar, farklı ve uzlaşmaz çelişkiler taşıyan AKP’nin malum siyasal gücü, başka bir deyişle, onun vahşi ve spekülatif oligarşik diktatörlüğüdür. 

               Söz konusu egemenlikle ilişkilendirilerek yapılan “ Yaşadığımız coğrafyanın Moğol istilasından bu yana böylesi bir talanı ve yıkımı görmediği ” abartılı benzetmesi, abartılı olmasına karşın bir o kadar da çarpıcı ve ironik… Bu çarpıcı yakıştırmaya  -soruna bakışıma ve espri anlayışıma uygunluğundan- tüm samimiyetimle  katılmakla birlikte, emeğin ve emek mücadelesinin tarihine, kültürümüze, birikimlerimize, toplumsal belleğimize ve mücadele geleneğimize de fazlaca haksızlık etmememiz gerektiğini söylemeden geçemem. 

               Anadolu’nun geçmişinden bu gününe, işçi sınıfının ve ezilen halklarının ufkumuzu açan, yüzümüzü ağartan olaylarının, sisteme ve statükaya teslim olmayan onurlu insanların da bulunduğunu anımsayarak biraz olsun kendimizi rahatlatabilir, umutlandırabiliriz. Türkiye her taşın altında faili belli bir cinayet ve toplu mezarın bulunduğu, her fabrikada ve her işçi havzasında emek gaspının, işçi sağlıksızlığının, iş güvensizliğinin, iş cinayetlerinin olduğu talihsiz bir ülkedir. Genç insanlarınınsa geleceklerinin ve umutlarının bitirildiği, kadınlarınınsa her yönden taciz ve istismar edilmesi, sömürülmesi biçiminde özetlenebilecek ucuz ama ağır bir kabus filmine dönüştürüldüğü görüldüğünde, bu toplumun ne kadar morale, sağduyuya ve geleceğe dair umutlara, mutlu / huzurlu düşlere gereksinimi olduğu anlaşılacaktır.

               Tam da burada yarım kalmış şarkılar gibi kesintiye uğramış, önlerine set çekilmiş, ama insanlık tarihine can alıcı notları düşmeleri de engellenememiş önemli toplumsal olaylar, ışık saçan örnek insanlar hep moral ve esin kaynağımız, gurur kaynağımız olmuştur:            

·        1917 Ekim Devriminden sonra, ezilen dünya haklarına yol gösteren gelişmelerden saydığımız ve fiilen 9 Eylül 1922 tarihinde sona eren Anadolu halk hareketi bir…      
·        Yaşadığı zaman diliminde ve sonrasında, her zeminde koşulda yargısız infaza kurban gitmiş, sakıncalı ve vatan haini ilan edilmiş, onca kara propagandaya ve demagojiye karşın, horlanan, ötekileştirilen ve yoksul bırakılmış, sömürülen insanlığın kalbinde, ruhunda ve bilincinde sonsuz uykusuna yatmış olan Nazım Hikmet iki…  
·        Emperyalizmin güdümünde gelişen dışa bağımlı çarpık kapitalizme ve ona bağlı yarı feodal yapısının tutucu, gerici ve bağnaz yapısına karşın, Anadolu’nun bağrında yeşererek çiçek açan Köy Enstitüleri deneyimi üç…   

               Tarihin motoruna hız veren, bir başka deyişle egemenlerin çarkına çomak sokarak fincancı katırlarını ürküten, böylece içimizi açan, içimizi aydınlatan bu önemli kilometre taşlarını, yaşanan, yaşatılan karanlıklara, karabasanlara inat bıkmadan çoğaltabiliriz. Biz bu gerçekten hareketle sözü uzatmadan, içinde bulunduğumuz nisan ayının da çağırışım yaptırması nedeni ile bu saydıklarımızdan üçüncüsüne değinelim dedik.
.   .   .

               Kurtuluş sonrası Cumhuriyet tarihinin eğitim alanındaki en önemli ve en anlamlı olayı, “Eğitmen Kursları”nın 1936 yılında TBMM’nce çıkarılan bir yasayla kurulmuş olmasıdır. Eğitmen Kursları 1940 yılına dek, bilinen derslerin yanında, çevre, tarım, inşaat, sağlık, kültür ve sanat çalışmalarını da, yine Milli Eğitim Bakanlığının belirlediği plan ve program çerçevesinde sürdürmüştür. Bu kurslar, ileriki süreçte kitaba deftere dayalı geleneksel, ezberci öğretimin, biat kültürünün yerine, yaparak öğrenilen, çocuğun bilgi, deneyim ve özgüvenini geliştirecek, beceri ve yaratıcılığını ortaya çıkaracak Köy Enstitüleri’nin temelini oluşturacaktır.                

               17 Nisan 1940 tarihinde, 3803 sayılı “Köy Enstitüleri Yasası”  TBMM’ce kabul edilir. Bu yasa, yıllar boyu ümmet toplumunun geleneksel baskıcı anlayış ve alışkanlıkları ile gerici-yobaz eğitimine tutsak edilerek cehaletin dipsiz bataklığına terk edilmiş Anadolu insanı için umut ışığıdır.  Ne ki, bu gerçek daha sonra anlaşılacaktır. Kuruluş amacına uygun olarak:  " Köyleri  çok kısa sürede öğretmene kavuşturmak, köyün gereksinim duyduğu diğer uğraş elmanlarını yetiştirmek, yine köyü tarım, hayvancılık, sağlık, kültür ve sanat yönlerinden kalkındırmak."  için aynı yıl ülke genelinde on enstitü birden açılır.

               Okullar, öğretmenlerin de bizzat çalıştığı imece ortamında, köylüyle birlikte yapılır. Yer belirlemede bölgenin tarıma uygunluğu, doğal kaynaklarının konumu ve sosyo-ekonomik gereksinimleri göz önünde bulundurularak; insanlarının etnik kökenlerine ve farklılıklarına bakılmaksızın,  hiçbir ayırım yapılmaksızın eşit ve dengeli bir dağılım hedeflenir. Derslerin %50’si temel örgün öğretimi, %25’i çağa uygun uygulamalı tarımı, geriye kalan bölümü ise teknik eğitimi (ziraatçılık, balıkçılık, arıcılık, sağlıkçılık, demircilik, kooperatifçilik, yapıcılık, çatıcılık, marangozluk.) içerir.

                Derste, işlikte, tarlada, günlük yaşamın her anında ve her alanında katılımcılık, paylaşım ve dayanışma esastır. Eğitim edimi iş eğitimi ile birlikte, hayatın bizzat içinde, üretim ilişkileri ve sürecinde gerçekleşir. Öğrenmede, öğretim programlarında ezber yoktur.  Dersler işlikte, bahçede, bozkırın ortalık yerinde uygulamalıdır. İşte bu nedenledir ki bilginin, öğrenilenlerin unutulması, işe yaramazlığı, yaşamla, pratikle örtüşmemesi olası değildir.

                Her Köy Enstitüsü’nün kendisine ait –öğrencilerin sorumluluğunda- bahçe bölümleri, tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları ve farklı dallarda atölyeleri vardır.  

                Her yeni gün sporla, birlikte çalınıp oynanan yöresel oyunlarla başlar. Bedensel faaliyetlerin ve folklorik oyunların dinlenme aralarında bile, saz, dümbelek, gitar, mandolin ve başka müzik aletleri çalınır, şarkılar, maniler, türküler söylenir.  Burada sıraladığımız günlük eğitsel, kültürel çalışmaların yanı sıra,  serbest okuma, tartışma ve düşünme saatlerine önem verilir.  Ayrıcalıksız her öğrencinin, bir yıl içinde yirmi beş adet klasik dünya yapıtı okuma, not alma ve aktarma(anlatma) zorunluluğu vardır. Her biri, mandolin, saz, akordeon gibi en az bir gibi en az bir müzik aletini iyi derecede çalar. Medrese, tekke, tarikat, mahalle mektebi, cuma hutbeleri tabu ve kültüründen gelen kadim topraklarda, -Cumhuriyet tarihinde- ilk kez, kız ve erkek öğrencinin birlikte okuduğu karma eğitim bu okullarda uygulanmıştır.                 

                Hafta sonları, okul alanında müdüründen aşçısına, okulun ekmeğini yiyen herkesin katıldığı tartışma, söyleşi ve değerlendirme toplantıları yapılır.  Merkezinde insanın, üretimin, ortak çıkarların bulunduğu, gelenek haline getirilen bu toplantılardaki değişmeyen tek yöntem yöntem, eleştiri, özeleştiri ve ikna yöntemidir.  Geleneksel klasik ezberci eğitim sisteminde geçerli olduğu gibi kesin ve mutlak erk olan, tartışma serbestliği, eleştiri özgürlüğü tanımayan yaptırımlardan, duvarda asılı duran cam çerçeve içindeki kuru ve soğuk talimatlardan öteye gidemez; zaten bunlar demokratik de değillerdir. Enstitülerde geçerli kılınan işleyişte ise, okul müdürü sadece görevi gereği oradadır.  Genel müdür Tonguç baba da… Sadece ve sadece kendisine verilen görev gereği o masada oturmaktadır.  Üzerinde bolca kitap ve not bulunan o mütevazi masa, bir paye, bir m akam, bir güç ve gösteriş, bir ayrıcalık aracı değildir.
              
                Eleştirmeyen, sorgulamayan ve düşündüğünü paylaşmayan insan özgür olamaz. Hak etmediği sözü duyan Enstitü’lünün sınıfına gelen müfettişe nasıl çıkıştığı ya da çat kapı il milli eğitim müdürüne çıkıp haklarının peşine düştüğü belge ve anılarda saklıdır. Anadolu’nun ıssızlığından, bilisizliğinden, ezikliğinden gelen, ürkek, suskun ve utangaç çocuk, böylece varlığının, bilincinin, düşünme ve üretme gücünün şaşırtıcı ve inanılmaz ayırımına varır.
   
                Yaşamın içinde ve işe dayalı geçen her eğitim gününde, daha çok düşünür, anladıkça da, sorguladıkça da öğrenir. Özgürleşir… O okulu bittiğinde köyüne dönecek, öğrendiğini yine uygulamalı olarak öğretecek, bağnaz hocanın, şıhın ve toprak ağasının köylünün kafasında ördüğü örümcek ağlarını sabır ve hoşgörü ile teker teker temizleyecektir. Öyle de olur. Köylünün Enstitülü’den öğrendiği, kul olmadığı, bir başına düşünebilen, birlikte yapabilen, birbiri ile paylaşabilen, dayanışabilen, uzun zamanlar boyunca alışılmışa, boyun eğilene karşı çıkabilen özgür bir birey, evrensel hakları olduğunun bilincinde bir yurttaş olduğudur. 

                Başarı ile birlikte umutlar da güçlenir; ilerleyen yıllarda Enstitü sayısı 21’e çıkarılır. Anadolu’nun bozkırında, yaz dinlencesinde Enstitü’lerden gelen öğrencilerce inşa edilen Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, Enstitü’lerde eğitim verecek öğretmenleri yetiştirecektir. Artık ülke insanının haklı olarak övünebileceği bir köy üniversitesi vardır. Kuşkusuz burada da eğitimin üretim için olduğu, yine eğitimin iş içinde, sınanarak kazanıldığı ve uygulanarak sağlamlaştırıldığı programlar uygulanır. Sonuçları  da kısa sürede alınır. Ülke tarihinde ilk kez, öğrenciler bir anfi tiyatro yapar; orada saz, keman, piyano konserleri verir, Mozart’ın ünlü yapıtlarını seslendirir. Cehov’un, Moliere’nin ve de Gogol’un oyunlarını sergiler.  Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından, ilk kez dilimize çevirisi yapılan dünya edebiyatının klasikleri, yine bu okulun sıralarında okunmuş, okutulmuştur.
               
                Anadolu’nun kırsalındaki bu eğitim ve üretim seferberliği, 1919 yılının mayıs ayında başlayan Anadolu ulusal hareketinin halkçı, köycü, devletçi, ilerici ve aydınlanmacı yönü ile, başka deyişle Kemalist ideolojinin o günkü, yaşanılan koşullara göre ilerici, cumhuriyetçi ve ulusal demokratik ruhu ile birebir örtüşmektedir. Kemalist düşünceye göre, yeni bir toplumun inşası olan “ Değişim ve kalkınma köyden başlamalıydı. Köylü yurdun efendisi” idi. Ne ki, emperyalizme karşı kalkışmadan zaferle çıkan Anadolu ulusal hareketinin amaç, ilke ve hedefleri içinde kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini tasfiye etmek, yarı feodal güçlerin egemenliğine son vermek gibi bir devrimci program yoktu, olamazdı. Bırakın böylesi bir programı, mevcut düzenin devamlılığı, dayandığı ve üzerine oturduğu feodal payandaların sağlamlığı ile doğrudan ilgiliydi. Gerçek böyle olunca, köye devrimci tarzı, aydınlık bakışı ve kafasındaki demokrasi kültürü ile gelen enstitülü genç öğretmenle yıldızı barışmayan, böyle olunca da cadı kazanlarının altındaki ateşi vakit geçirmeden körükleyen ağa, sesini siyasi erke tez duyurur.           

                Faşizmin Avrupa ülkelerinde ortalığı kasıp kavurduğu, binlerce insanı katlettiği, militarist, ırkçı ve savaş rüzgarlarını ülkemize dek ulaştırdığı yıllardır.  Bu konjonktürün etkisinde bulunan ülkemizin o günkü politik, sosyal ve kültürel koşulları, insanının bilinç düzeyi dikkate alındığında, halktan yana, aydınlanmacı eğitim seferberliği gerçekliğinin Ankara’daki siyaset arenasının elitlerine çarpıtılarak tam bir kara propaganda mağrifeti ile ulaştırılması, tutucu vekillerce felaket senaryoları, “komünist” komplo teorileri üretilmesi, bunların meclis oturumlarında ortalığa saçılmasındaki pervasızlık pek doğaldır.       
                
                CHP içindeki gerici, eşraf ve feodal mütegallibe takımının bu siyasi komploya ve linç girişimine çanak tutması sonun başlangıcı olmuştur. Enstitü’lere ön ayak olanlar, onay verenler bu haksız suçlamalar, kara çalmalar karşısında suskundur. İhanet oyununu İsmet İnönü, yakın çevresi, hatta ilerici, solcu geçinenler  bile, tam bir ölüm sessizliği içinde izlemekle yetinir. Bu arada emperyalistler arası İkinci Paylaşım Savaşı’nda yolun sonuna gelinmiştir. Nazizm yenilmek üzeredir. Milli Şef’in önderliğindeki CHP yönetimi 1946 seçimlerinde DP karşısında hatırı sayılır bir oy kaybına uğramış ve  “her ne olursa olsun iktidarını muhafaza etme” derdine düşmüştür.  Bu “derdin” içince elbette Enstitü’lerin feda edilmesi, hayata geçirilmeye çalışılan kıyıma göz yumulması da de vardır. Yurt içinde “oy” derdi ve toprak ağalarının, gerici, bağnaz kesimlerin baskıları, dışarıda Truman Doktrini adı altında gelecek olan Amerikan yardımının güvence altına alınması telaşı, iki önemli baskı unsurudur.      
               
                Truman yardımı elbette karşılıksız yapılmayacaktı!.. Yürürlükte olan prosedürler, masa başında boyun bükülmüş, gerdan kılınmış prensip anlaşmaları, baştan kabullenmeler vardır. Teminat olarak:  En kısa sürede serbest seçimlere gidilecek, beş yıllık kalkınma planları ve Köy Enstitüleri gibi  “ Sovyet özentili uygulamalara ”, “ Komünizm özenmelerine ” son verilecektir. CHP iktidarda olduğu sürece korunacağına, kollanacağına, geliştirileceğine ilişkin söz verilen, ülke tarihinde eşi benzeri olmayan bu aydınlanmacı ve ilerici hamle için sona gelinmiştir. Nato'cu antikomünist zorlamalarla dinselleşme uygulamalarına göz yumulmaya, laiklik ilkelerinden ödünler verilmeye başlanmıştır. Bunun adı, dinsel politikalarda popülizmdir. Özellikle de, CHP'nin 1947'deki Yedinci Kurultayı, din-devlet ilişkilerinde geriye dönüşler anlamında, Köy Enstitüleri için sonun başlangıcıdır. Halkçı ve aydınlanmacı uygulama, çıkarılan yönetmenlik ve yasalara dayandırılarak yapılan gerici atamalarla aşama aşama, giderek yozlaştırılır. Okul müfredat programlarına ilk kez seçmeli din dersleri eklenir ve imam hatip kursları açılır.
                 CHP'deki sağcı/ muhafazakar damarın tekrar güçlenip hayat bulmasının sonucu, gerici girişimlerin önü açılır, sol ve aydınlanma karşıtlığı yükselir. İlericilik, laiklik, kamuculuk, bağımsızlıkçılık düşmanlaştırılır. Köy Enstitüleri "komünist yuvası/ fuhuş yuvası" olmakla suçlanıp, kapatılmaları için cadı kazanları kaynatılır.  Daha henüz CHP iktidarken, 1946 yılında aydınlanmanın öncülerinden, uygulayıcılarından Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Okulları Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, sorgusuz sualsiz görevlerinden alınır. Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine atanır.           

                1947 yılında çıkarılan yasa ile öğretmene eğitim ve üretim amaçlı verilen topraklar geri alınır. Öğretmen yapıcı ve üretici olmaktan çıkarılıp sadece okuma yazma öğreten, ders ezberleten, eli cetvelli, bakanlığın direktiflerine biat eden, tek kelime ile salla başı al maaşı türünden sıradan bir bürokrata dönüştürülür.  Aynı yıl, Köy Enstitüleri katarında marşandiz konumunda olan, yönetici kadrosunu üreten ve Enstitülere öğretmen yetiştiren Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır.
              
                Yine 1947’de çıkarılan bir yönetmelikle, öğrencilerin okul yönetimine katılmaları engellenir. Müfredat programındaki serbest okuma ve tartışma saati, hafta sonları okul alanında yapılan eleştiri toplantıları iptal edilir. Yine aynı yıl çıkarılan bir genelgeyle, karma eğitime son verilerek, kız ve erkek öğrencilerin aynı çatı altında okumaları engellenir.         
              
                1948 yılı sonunda çıkarılan bir başka cinayet genelgesiyle dünya klasiklerinden yapılmış çeviriler  Enstitü’lerin yatakhanelerinden, kütüphanelerinden tek bir tanesi bile bir yastık, bir sıra altında, bir dolap köşesinde unutulmamacasına toplattırılarak yakılır, yok edilir.  Aynı yılın sonlarına doğru, öğretim programında köklü değişikliklere gidilir, “İş Eğitimi” ilkeleri kaldırılarak Enstitüler kitaba deftere dayanan, ezberden medet uman eski, klasik mekteplere dönüştürülür. 
                Ne acıdır ki, -DP iktidara gelmesine bir yıl vardır- 1949 yılında, İsmail Hakkı Tonguç Ankara Atatürk Lisesi Resim-İş öğretmenliğine atanarak tamamen etkisizleştirilerek itibarsızlaştırılır. Gericiler avuçlarını ovuşturur; keyiflerine diyecek yoktur. Yobazların, DP'lilerin kafasından geçenleri CHP'liler yapmaktadır. CHP tüm bunları yapar da, 1950'de gelen DP'nin ilk işi Tonguç'u bakanlık emrine alarak öğretmenlikten de uzaklaştırmak olmaz mı?  

                1954 yılında da zaten gerçek işlevinden uzaklaştırılmış olan Enstitü’ler, bu kez DP tarafından “Öğretmen Okulları”na dönüştürülerek tamamen kapatılır.

                Spartaküs’ün Güneş Devleti’nin, Bedreddin’in Ortak Düzeni’nin, Paris Komünü’nün “ sınıfsız-sömürüsüz düzen özlemi ” nin başına gelen ne ise, Köy Enstitü’lerinin başına gelen de odur. Egemenlerin Kerim Devlet’inin Börklüce’nin, Pir Sultan’ın, Deniz’lerin ve Mahir’lerin çıplak boynunda sallanan palası, daha yenice Sümerbank’ın, Seka’nın, Tekel’in işini bitirmiş, halen de iş, ekmek, hürriyet yolundaki emekçi halkın derleyip toparlanacağı endişesiyle İşçi sınıfının ensesinde “Torba Yasa”lar v.s. olarak parlamaktadır.           

                 İnsanoğlunun dünyaya bakışını, yaşam biçimini değiştiren, geleceğini belirleyen önemli olayların, -akademik metinlerin, politik yorumların düzeyine erişemese de- basit ve sıkıcı gibi gelen anlatılarla anımsanması, anımsatılması insanın belleğini tazeler. Emek mücadelesinden çıkan dersleri günceller, canlı tutar.  Yenilenen bellek canlı kalır, unutmaz; kavga bilincini ve eylem adımlarını güçlendirir.

                Yeni bir  “1 Mayıs”,  işçi sınıfının ve emekçi halkların yazgısını değiştirecek yepyeni bir mayıs ayı ve 12 haziran seçimleri yaklaşırken, bu güçlenmeye, umutları yeşertmeye ve de yeniden inanç tazelemeye önceki günden, dünden çok, çok daha fazla gereksinim var
                                                   
                                                                                             
                Hasan Oğuz Bilgen, 17 Nisan 2011, Bornova Belediyesi Fen İşleri Şantiyesi.

Yazılar Telif Hakları Yasası'nca Korunur.
Yazı İçeriğindeki Yasal Sorumluluk Yazara Aittir.
Yazarın Diğer Yazıları: Özgür Medya-Site İçinde-Arşiv                                                    
Haber Tarihi : 4/16/2011  
Haber Editörü : Özgür Medya
Haber Kaynağı : Özel
Bu Haber, 10.12.2011... 9177 Kez Okundu.
Haber Arşivim
Bu haberi arşivime eklemek istiyorum
Bu haberi arkadaşlarınıza tavsiye edin
Bu haberi yorumlayın 
Telif Hakları Yasasınca Korunur
Yazarın Diğer Yazılarından.... 
Yitik Zamanlar,
Boduri, 
Kuyumcular Çarsısında Bir Gün,
Dileğimdir,  
O, Bir "Köy Enstitülü" İdi,  
Moğollar ve Türkücü,
Hoşçakal Gözüm,  
Bir Anma Konuşması Zafer'in Anısı,
Devrimin 50.Yılı ya da İkon Fotoğraf,
Emperyalizmin 3.Genel Bunalımının 2009 Krizi,
Yüzyılın Son Amerikan İlüzyonu,  
Gringo Küba'ya Pardon mu Diyecek,
Arka Bahçenin Yeni Haramileri,  
Bir Duvar, Bir Çift Ayakkabı, Bir Dosya.
.  .  .

Haber Arşivim Bu haberi arşivime eklemek istiyorum.
Bu haberi tavsiye edin Bu haberi arkadaşlarınıza tavsiye edin.
Haberi Yorumlayın Bu habere yapılmış bir yorum bulunmamaktadır.

WebRepOverall rating


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder