“ÇİN MALI BÜYÜME"
Mİ ? KORTİZON TEDAVİSİ Mİ ?
Çok zaman
çok yerde konunun uzmanları, Birgün’den, Gündem’den, Evrensel’den yazar
dostlar, Türkiye toplumunun ne denli okuma gibi bir alışkanlığı olmayan,
belleği zayıf, hatta belleksiz geniş bir kitleyi içinde yaşattığı gerçeğinin
-haklı olarak- altını çizerler. Bu
gerçeği bilim insanları, akademisyenler kaleme aldıkları makalelerde ve
yayınladıkları bildirilerde bilimsel kanıtlarla besleyip destek verirler.
Böylesi
acı ve çarpıcı bir sosyolojik olguyu dikkate almak, gözden/akıldan uzak
tutmamak ayrı bir şey, bu olgunun ışığı altında bilinen şeyi, gündemdeki
konuları günbegün yineleyip durmak ayrı bir şey… İkincisini yapmamak adına,
gündemi izleyip, bekleyip, bir konuyu sonra tekrar açmanın, göz önüne sermenin,
unutma özürlü, okuduğunu kaydetmeyen ya
da silen belleklere daha kalıcı olarak yerleşmesinde, ya da en azından
anımsanmasında yararı olacağına inananlardanım.
AKP, 1980
sonrası Özal’ın ölümü ile yarım kalan emperyalizmin “yeni-düzen, yeni-insan” mühendisliği,
özellikle toplumun ekonomik-politik-sosyal yaşamı üzerine her koşulda gölgesi
düşen geleneksel-tabulaşmış askeri vesayetin alıştırılarak, tedrici olarak
kaldırılması, sivilleşme adı altında siyasallaşmış orta şekerli İslam
projesinin sürdürülebilir son halidir.
AKP,
uluslararası tekelci kapitalizmin-emperyalizmin ideologlarının icat ettiği,
bayatladıkça yer ve zaman koşullarına göre, geri bıraktırılmış yeni sömürge
ülkelerin halklarının önüne ısıtıp ısıtıp sürdükleri temcit pilavından başka
bir şey değildir. Başta DNA yapısı olmak
üzere tüm etik dünyası ve dahi kimyası ile oynanmış, insani ve vicdani
değerleri tamamen değiştirilmiş bir “HYBRİD”dir. Yediği haltlara, kabahatlere, devirdiği çamlara, bilumum uygulamalarının
bütününe bakıldığında kötü bir ilüzyon oyunu, ahlaksız bir yanılsamadır.
Her ne
kadar İlüzyonizmin, izleyenlerinin gözünde
var olanı değişik göstermesi, bir yere kadar sağlıklı işleyen belleği kavrama ve
algılama bozukluğuna itmesini insan
iradesinin engelleyememesi anlamına gelse de, hiçbir ilüzyon ustasının buz dağının su altındaki,
o görünmeyen bölümü -sanatını, hünerini ne denli iyi icra ederse etsin- ortadan
kaldırması, yok etmesi olası değildir.
Böylesi
bir detay üzerinden anlatılmak istenen şudur:
Su
üzerindeki görünenin tepe noktasında “İleri Demokrasi”, “Reform” ve “Büyüme”
yazan kapitalizmin buz dağına yakından daha dikkatli bakıldığında, devasa
ölçüsü ile ürküten bu alt bölümünde olanca yalınlığı ile “cari açık”
gerçeğinin, sisteme taze kan pompalayan sıcak para akışının sırıttığı
görülecektir.
Buz
dağının ayırtına varılamayan su altındaki bu utangaç, kızarık yüzü tekelci kapitalizmin
gözlerden, belleklerden uzak tutmaya, gizlemeye çalıştığı tipik bir “kral
çıplak” durumudur. Geçtiğimiz ay, oligarşinin
borazanı yazılı ve görsel basının yere göğe sığdıramadığı “ Ülke ekonomisinin
% 8.8’lik büyümesi” haberinin perde arkasında bu realite vardı.
İçeriye
ve dışarıya üstün başarı olarak lanse edilmeye çalışılarak böbürlenilen söz
konusu bu “ 8.8’lik büyüme ” efsanesi, üretimden
gelen ve yaratılan zenginliğin adil bölüşümünden mi, ya da iş ve aş, üretim ve
istihdam sunan sanayi yatırımlarından mı kaynaklanmaktaydı?
Ya da, yine bu “büyüme tevatürü” sorunlu
ekonominin sağır sultanlarca duyulan malum “cari açığı” ile, bir avuç haraminin daha da semizlenmesi, aşırı
tüketim, yani insanların henüz
kazanmadığı parayı harcaması gerçeği ile mi örtüşmekteydi?
Emperyalizme
ve onun IMF reçetelerine bağımlı, geri bıraktırılmış ülke ekonomisine çok
uluslu sermayeden gelen sıcak para girdisi sürdükçe, oligarşik dikta yapılanmanın
bakanı, başbakanı, sözcüsü, tellalı “şu
kadar büyüdük”, " bu kadar büyüdük" deyip şişinmeye de devam
edecek. Böyle olunca da, basın
açıklamalarında, meclis konuşmalarında üfürmeler her zaman “ İthalat patlıyor”,
“Dövizin ateşi geçici olarak düşüyor, cari açık ters orantı ile büyüyor” biçiminde
olacak. Bu yanıltıcı kısır döngü, dipsiz
kuyu içinde, elbette dışarıya ne kadar ucuz mal satılıyordur, hangi meblağlarda
pahalı mal alınıyordur bilinmez.
İktisat
literatüründe de buna “Yoksullaştırıcı Büyüme” denir. İşbu ahlaksız “büyüme” de, ülkem insanının
akıl ve beden sağlığı üzerinde, ağır bir lokal enfeksiyon olarak seyrediyor. Bu
tablonun tıp dünyasındaki değişmeyen reçetesi ise, antibiyotik ve kortizon
tedavisidir.
Tıp dünyasında geçerli ve doğru olan bu tedavi yöntem,
AKP’nin takunyacı akıl hocaları ve ekonomistlerince kurulu sisteme
uygulandığında ne olur? Gözlerimizin
önünde işte… Şu oluyor: Her fırsatta gıptayla anılan ve de abartılan ülke
serbest ekonomisi, içeriğinde yüksek dozda kortizon bileşikleri bulunan bir
serumla büyüyor. Hasta yatağından kalkamıyor. Ama sadece doğrulabiliyor. O
kadar. Yataktan çıkamıyor, aşağıya inemiyor. Emperyalizmin vahşi kapitalizminin
ulaştığı sömürü düzenine uygun, talan, ucuz iş gücü pazarlarından Malezya, Güney Kore, Türkiye bu duruma uyan, tipik
yatalak hasta örneklerdir.
Yıl 2001…
Vizyonda olan, ışıklı neonlarla allanıp pullanan film GEGP… Büyük kurtarıcı
Kemal
Derviş beyefendinin peltek ağzıyla “Güçlü
Ekonomiye Geçiş Projesi”…
Yıl 2011…
Bu kez izlettirilmeye çalışılan filmin adı “Ulusal İstihdam Projesi”… Başrolde
Kasımpaşa’lı Recep Tayyip.
. . .
Anlık bir
saflıkla adına bakıldığında, ufukta iyimser bir gelecek, umut vaat eden bir
hava görmemek elde değil. Ne ki, sistemin 2001 yılında yaptığı 2011 yılında
yapacağının kanıtı gibi. On yıl önce yoksul halka, emekçilere yaşatılan
açlık, yoksulluk ve de işsizlik, bu gün dayatılan, ilerleyen günlerde artan dozda dayatılacağı
çok bariz görülebilecek olan açlık, yokluk ve yoksulluktan ne biçim ne de
nitelik olarak farklı olmayacaktır.
Üstüne
üstlük son proje, işçi sınıfının, emekçilerin daha güvensiz ve geleceksiz bir
çalışma ortamında daha fazla baskı-cendere altına alınması, bir işçiye modern
kapitalizmin yürüyen ve giderek hızlanan fabrika bandı mantığının çok ötesinde
birden fazla işin verilmesidir.
Ülkemin
ve ülkem insanının içini karartan, görünen yüzü ile sermayeden, savaştan yana
söylem ve uygulamaların eksik olmadığı ikinci buz dağı da umutsuz sularda
gezinmekte. Görünmeyen bölümünde Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkların savaşsız,
sömürüsüz bir dünya özlemi, geleceğe dair umutları, elbette haklı beklentileri…
Neyse ki
bu kez, bu güne dek “biz yaptık oldu”, “dediğim dedik çaldığım düdük” diyen
düzen yanlıları, savaş tacirleri için pabuç hayli pahalı…
Mecliste
Türkiye halklarının gözü, kulağı, dili olma görev ve sorumluluğunu üstlenmiş,
bağımsız, sosyalist vekiller var.
Dileriz
ve umut ederiz ki, kabak tadı veren ezber bozulsun… Umutlar
çoğalsın.
Hasan Oğuz Bilgen, 04.10.2011, Bornova
hasanoguzbilgen@yahoo.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder