17 Ocak 2016 Pazar

ÇİN MALI BÜYÜME Mİ, KORTİZON TEDAVİSİ Mİ?

“ÇİN MALI BÜYÜME" Mİ ?  KORTİZON TEDAVİSİ Mİ ?

Çok zaman çok yerde konunun uzmanları, Birgün’den, Gündem’den, Evrensel’den yazar dostlar, Türkiye toplumunun ne denli okuma gibi bir alışkanlığı olmayan, belleği zayıf, hatta belleksiz geniş bir kitleyi içinde yaşattığı gerçeğinin -haklı olarak- altını çizerler.  Bu gerçeği bilim insanları, akademisyenler kaleme aldıkları makalelerde ve yayınladıkları bildirilerde bilimsel kanıtlarla besleyip destek verirler.

Böylesi acı ve çarpıcı bir sosyolojik olguyu dikkate almak, gözden/akıldan uzak tutmamak ayrı bir şey, bu olgunun ışığı altında bilinen şeyi, gündemdeki konuları günbegün yineleyip durmak ayrı bir şey… İkincisini yapmamak adına, gündemi izleyip, bekleyip, bir konuyu sonra tekrar açmanın, göz önüne sermenin,  unutma özürlü, okuduğunu kaydetmeyen ya da silen belleklere daha kalıcı olarak yerleşmesinde, ya da en azından anımsanmasında yararı olacağına inananlardanım.

AKP, 1980 sonrası Özal’ın ölümü ile yarım kalan emperyalizmin  “yeni-düzen, yeni-insan” mühendisliği, özellikle toplumun ekonomik-politik-sosyal yaşamı üzerine her koşulda gölgesi düşen geleneksel-tabulaşmış askeri vesayetin alıştırılarak, tedrici olarak kaldırılması, sivilleşme adı altında siyasallaşmış orta şekerli İslam projesinin sürdürülebilir son halidir.

AKP, uluslararası tekelci kapitalizmin-emperyalizmin ideologlarının icat ettiği, bayatladıkça yer ve zaman koşullarına göre, geri bıraktırılmış yeni sömürge ülkelerin halklarının önüne ısıtıp ısıtıp sürdükleri temcit pilavından başka bir şey değildir.  Başta DNA yapısı olmak üzere tüm etik dünyası ve dahi kimyası ile oynanmış, insani ve vicdani değerleri tamamen değiştirilmiş bir “HYBRİD”dir.  Yediği haltlara, kabahatlere,  devirdiği çamlara, bilumum uygulamalarının bütününe bakıldığında kötü bir ilüzyon oyunu, ahlaksız bir yanılsamadır. 

Her ne kadar İlüzyonizmin,  izleyenlerinin gözünde var olanı değişik göstermesi, bir yere kadar sağlıklı işleyen belleği kavrama ve algılama bozukluğuna itmesini  insan iradesinin engelleyememesi anlamına gelse de,  hiçbir ilüzyon ustasının buz dağının su altındaki, o görünmeyen bölümü -sanatını, hünerini ne denli iyi icra ederse etsin- ortadan kaldırması, yok etmesi olası değildir.

Böylesi bir detay üzerinden anlatılmak istenen şudur: 
Su üzerindeki görünenin tepe noktasında “İleri Demokrasi”, “Reform” ve “Büyüme” yazan kapitalizmin buz dağına yakından daha dikkatli bakıldığında, devasa ölçüsü ile ürküten bu alt bölümünde olanca yalınlığı ile “cari açık” gerçeğinin, sisteme taze kan pompalayan sıcak para akışının sırıttığı görülecektir.

Buz dağının ayırtına varılamayan su altındaki bu utangaç, kızarık yüzü tekelci kapitalizmin gözlerden, belleklerden uzak tutmaya, gizlemeye çalıştığı tipik bir “kral çıplak” durumudur. Geçtiğimiz ay, oligarşinin borazanı yazılı ve görsel basının yere göğe sığdıramadığı  “ Ülke ekonomisinin % 8.8’lik büyümesi” haberinin perde arkasında bu realite vardı.

İçeriye ve dışarıya üstün başarı olarak lanse edilmeye çalışılarak böbürlenilen söz konusu bu  “ 8.8’lik büyüme ” efsanesi, üretimden gelen ve yaratılan zenginliğin adil bölüşümünden mi, ya da iş ve aş, üretim ve istihdam sunan sanayi yatırımlarından mı kaynaklanmaktaydı?  

 Ya da, yine bu “büyüme tevatürü” sorunlu ekonominin sağır sultanlarca duyulan malum  “cari açığı” ile,  bir avuç haraminin daha da semizlenmesi, aşırı tüketim,  yani insanların henüz kazanmadığı parayı harcaması gerçeği ile mi örtüşmekteydi?

Emperyalizme ve onun IMF reçetelerine bağımlı, geri bıraktırılmış ülke ekonomisine çok uluslu sermayeden gelen sıcak para girdisi sürdükçe, oligarşik dikta yapılanmanın bakanı, başbakanı, sözcüsü, tellalı  “şu kadar büyüdük”, " bu kadar büyüdük" deyip şişinmeye de devam edecek.  Böyle olunca da, basın açıklamalarında, meclis konuşmalarında üfürmeler her zaman “ İthalat patlıyor”, “Dövizin ateşi geçici olarak düşüyor, cari açık ters orantı ile büyüyor” biçiminde olacak.  Bu yanıltıcı kısır döngü, dipsiz kuyu içinde, elbette dışarıya ne kadar ucuz mal satılıyordur, hangi meblağlarda pahalı mal alınıyordur bilinmez. 

İktisat literatüründe de buna “Yoksullaştırıcı Büyüme” denir.  İşbu ahlaksız “büyüme” de, ülkem insanının akıl ve beden sağlığı üzerinde, ağır bir lokal enfeksiyon olarak seyrediyor. Bu tablonun tıp dünyasındaki değişmeyen reçetesi ise, antibiyotik ve kortizon tedavisidir.

Tıp dünyasında geçerli ve doğru olan bu tedavi yöntem, AKP’nin takunyacı akıl hocaları ve ekonomistlerince kurulu sisteme uygulandığında ne olur?  Gözlerimizin önünde işte…  Şu oluyor:  Her fırsatta gıptayla anılan ve de abartılan ülke serbest ekonomisi, içeriğinde yüksek dozda kortizon bileşikleri bulunan bir serumla büyüyor. Hasta yatağından kalkamıyor. Ama sadece doğrulabiliyor. O kadar. Yataktan çıkamıyor, aşağıya inemiyor. Emperyalizmin vahşi kapitalizminin ulaştığı sömürü düzenine uygun, talan,  ucuz iş gücü pazarlarından Malezya,  Güney Kore, Türkiye bu duruma uyan, tipik yatalak hasta örneklerdir.

Yıl 2001… Vizyonda olan, ışıklı neonlarla allanıp pullanan film GEGP… Büyük kurtarıcı
Kemal Derviş beyefendinin peltek ağzıyla  “Güçlü Ekonomiye Geçiş Projesi”…

Yıl 2011… Bu kez izlettirilmeye çalışılan filmin adı  “Ulusal İstihdam Projesi”…  Başrolde Kasımpaşa’lı Recep Tayyip.
.  .  .

Anlık bir saflıkla adına bakıldığında, ufukta iyimser bir gelecek, umut vaat eden bir hava görmemek elde değil. Ne ki, sistemin 2001 yılında yaptığı 2011 yılında yapacağının kanıtı gibi. On yıl önce yoksul halka, emekçilere yaşatılan açlık, yoksulluk ve de işsizlik, bu gün dayatılan,  ilerleyen günlerde artan dozda dayatılacağı çok bariz görülebilecek olan açlık, yokluk ve yoksulluktan ne biçim ne de nitelik olarak farklı olmayacaktır.

Üstüne üstlük son proje, işçi sınıfının, emekçilerin daha güvensiz ve geleceksiz bir çalışma ortamında daha fazla baskı-cendere altına alınması, bir işçiye modern kapitalizmin yürüyen ve giderek hızlanan fabrika bandı mantığının çok ötesinde birden fazla işin verilmesidir.

Ülkemin ve ülkem insanının içini karartan, görünen yüzü ile sermayeden, savaştan yana söylem ve uygulamaların eksik olmadığı ikinci buz dağı da umutsuz sularda gezinmekte. Görünmeyen bölümünde Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkların savaşsız, sömürüsüz bir dünya özlemi, geleceğe dair umutları, elbette haklı beklentileri…

Neyse ki bu kez, bu güne dek “biz yaptık oldu”, “dediğim dedik çaldığım düdük” diyen düzen yanlıları, savaş tacirleri için pabuç hayli pahalı…

Mecliste Türkiye halklarının gözü, kulağı, dili olma görev ve sorumluluğunu üstlenmiş, bağımsız, sosyalist vekiller var. 

Dileriz ve umut ederiz ki, kabak tadı veren ezber bozulsun… Umutlar çoğalsın.
                                 

                                  
                                                                            Hasan Oğuz Bilgen, 04.10.2011, Bornova

                                                                                    hasanoguzbilgen@yahoo.com.tr



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder