FAŞİZMİN ÖLÜMÜNE DE, HAYIR SITMASINA DA
Atilla
İlhan’a göre “…bir bilmecedir. Bir telefondan diğerine atlar.” İlki, tarihin hangi sayfasında yer alır
bilinmez… Mustafa Suphi ve yoldaşlarının
Karadeniz’in mavi kara derinliklerine gömülmesinde çok çarpıcı ve trajiktir.
Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı
Tonguç’un burjuva anlamda bile olsa aydınlanma ve toplumsal uyanış hareketinin
başlatılmasından çok değil altı yıl sonra, son verilmesinin öğretmenlerin ve
öğrencilerin yüzlerine yansıyan gölgeleri hüzünlüdür.
En son anayasa
oylamasında “Yetmez ama Evet” tutumu üzerinden özgün bir politik kimliğe
bürünmesi, var olan Türkiye solu ve demokrasi mücadelesi içindeki dinamikleri
ve dengeleri üzerinde etki gücü olan geleneksel Kemalist anlayışın, bizlere
bıyık altından sırıtmasından başka bir şey değildir.
Baskın sınıfın ya da Egemen
sistemin yasaları, kuralları, kolluk kuvvetleri kadar, devletçi ideolojisinin
Türkiye solu üzerindeki yıkıcı, sindirici ve kafa karıştırıcı etkisi, yepyeni
bir “1 Mayıs'a, kuvvetli olasılıktır ki, yeni yeni oluşumlara, yeniden siyasal
biçimlenmelere, belki de
kırılmalara gebe 12 Haziran Genel
Seçimlerine doğru yürüdüğümüz şu sayılı günlerde de yakamızı
bırakmıyor.
Kemalizm 1970’li yıllara
varıncaya kadar, Türkiye Devrimci Hareketinin iflah olmaz alın yazısı, muhalif
aydınlarını, sosyalistlerini boğan, soluk aldırmayan, onları tekelci
burjuvazinin dalavukçuluk ve kuyrukçuluk siyasetinin oportünist çukurlarına
gömen ölü toprağı idi. İşte 1970’lere değin, solu tekelci sermayenin izin
verdiği siyasi sınırlar içindeki sığ sularda yüzmeye mahkum eden, onu etkisiz
durumda tutan, güdükleştiren, yorucu girdaplara sokan bu geleneksel yazgı hiç
ama hiç
değişmedi.
1971 yılı ile birlikte Türkiye
solunda yeni soluklar, yeni soluk boruları arayışları görürüz. Bu yeni devrimci
politikalarla ekonomik, demokratik, politik mücadeleye canlı ve farklı ivmeler
gelmiş devrimci ufuk genişlemiştir. O güne dek oportünist lafızlarla evelenip
gevelenen devrim ve sosyalizm in gerçek ve mümkün olduğunu gösteren, savaşçı
çizgileri ile Türkiye halklarına gerçek ve nihai kurtuluşlarının olabilirliğini
kanıtlayan bu örgütler olmuştur. Politik mücadelenin silahlı aksiyon metodları
ile sürdürülmesi demek olan silahlı propagandayı hayata geçiren siyasal
hareketler, bu değişmez, “haşa el kalkmaz” gibi görünen statükoya karşı durulabileceğini
göstermiştir..
Bu anlamda 1970 yılı, devrim ve
sosyalizm güneşinin nereden, nasıl, hangi sınıf ittifaklarları ile
ışıyacağının, hangi devrimci araç ve propaganda yöntemleriyle doğum yapacağının
-oligarşinin onca zulmüne karşın- gözler önüne serilmesi bakımından bir
milattır. Bu dönüm noktasının
perspektifleriyle, beklentileriyle örtüşen 1971 Devrimci hareketi de, Kemalist
düşünce tarzının oportünist, pasifist ve teslimiyetçi etkilerinin göreceli de
olsa kırılmasının mihenk taşı olarak yakın siyasi tarihimize önemli ve can
alıcı notlar düşmüştür. 1972 yılının 30 mart’ına ve 6 Mayıs’ına gelindiğinde
ise, bu politikleşmiş askeri hesaplaşmanın sonucu bellidir. Doğru
saptaması fiziksel, ama geçici bir askeri yenilgi olarak yapılabilecek silahlı
mücadelenin galibi oligarşik diktadır. 1972 Mayısı’nın son sabahına Nurhak’lara
gelindiğinde de oligarşik yapı, emekçi halkın ve onun devrimci öncülerinin
karşısında yine tek siyasal mali erk, tek fiziksel güç olduğunu kanıtlamış
muzaffer bir komutan edasındadır.
Devrimcilerin imhası ile zafer
sarhoşluğunun zirvesine ulaşan bu kanlı ve muzaffer gücün 30 Mart
KIZILDERE ile, 6 Mayıs’la, 18 Mayıs Kaypakkaya, Mayıs’ın son şafağında
Nurhak'ta Sinan’larla kana doymayacağı gün gibi aşikardı…
Aynı “Muzaffer Komutan”
2000’li yıllara akan zaman tüneli içinde, kendisini onlarca kez
göstermiştir: 1 Mayıs 1977’de Taksim’de,
1979’da Sivas’ta, Maraş’ta, 1982’de Diyarbakır Cezaevi’nde, 1990’larda kayıplarda
ve yargısız infazlarda, yakın tarihte 19 Aralık devrimci insanların yaşamlarını
söndürme operasyonlarında… Şimdilerde toplu KCK tutuklamalarına, henüz
basılmamış kitapların yasaklanmasına talimat, onlarca, yüzlerce baskı, gözdağı, şiddet
eylemine, kontra operasyonuna fetva veriyor, üstüne üstlük bizzat bu sinsi, pervasız
planların, kanlı-alçak eylemlerin planlayıcısı, uygulayıcısı oluyor.
Değişik yer ve zamanlarda
belirtildiği ve altı çizildiği üzere egemen sistemin sürdürülmesi adına, işçi
sınıfına ve emekçi halka ışık tutan muhalif hareketlerin etkisiz duruma
getirilmesi operasyonlarında vaz geçilmeyen klasik yöntem, gerçeklerin istismar
edilmesi ve demogojiye boğulması, manipüle edilip çarpıtılması olmuştur.
Bilinçsiz, örgütsüz halkın yedeklenmesine, etkisizleştirilip
itibarsızlaştırılmasına, halkla oligarşik yapılanma arasında yapay dengeler
kurulmasına, var olan kurulu “suni denge” lerin güçlendirilmesine yönelik
anti-demokratik ve hiç de adil olmayan eylemlere onlarca örnek vermek olası… En son olarak, oligarşinin AKP hükümetinin
duyarlı yurtsever halkımıza “ Kazan çömlek patladı ” dedirtip sokaklara
döken “Veto” fiyaskosu, buraya kadar anlatılmaya çalışılan faşist ve militarist
politikaların gelenekçi senaryosunun küçük bir parçasından başka bir şey
değildir.
.
/ . .
Bilindiği üzere “ Emek, Demokrasi
ve Özgürlük Bloğu ” adaylarının, meclise girmesini, emekçilerin gözü, kulağı,
sesi olmasını engellemeye yönelik olan “veto kararı” başından beri politik,
keyfi ve hukuksuz bir karar, egemenlerin her daim uyguladığı, bundan sonra da
başvuracağı yüzlerce, binlerce engellemeden, etkisizleştirme girişiminden
birisiydi. Diğer yasaklar, baskı ve demagojiler gibi de içi boş, kof mu
kof ve ciddiyetten de hayli uzaktı.
Adil olmadığı için de, halktan
gerekli yanıtı (aslında onların anladığı dilden demek daha doğru olur)
aldı ve halkın barış-ekmek ve demokrasi istemlerine doğrultulan silah sahibinin
suratına tepti. Bazen egemenlerin bu tür ciddiyetsizliklerine, sınıfın
ciddi bir iletisini gönderebilmek, bunca olumsuzluklar içinde kendimize moral
yükleyebilmek için, 1 Mayıs’ta da 12 Haziran’da da “Al sana veto !” diyebilmek,
emek, demokrasi ve özgürlük taleplerini daha gür dillendirebilmek, halkımızı
AKP - CHP ikilemi ve kısır döngüsünden kurtarabilmek gerekir.
Elbette bu
da yetmez: Türkiye Devrimci Hareketinde -abartısız on
yıllardır- Lazı, Çerkezi, Kürdü, Türkü ile, onların öncüleri, sosyalistleri,
aydınları, sanatçıları ile ilk kez yakalanmıştır. Ayrılıklarda değil de, aynılıklarda
ortaklaşarak, ortak bir dil ve ortak bir akıl kullanılarak gerçekleştirilen “BLOK” tavrının, seçimlerden sonra da ( Elbette siyasal konjonktürdeki olası
değişiklere göre biçimlendirerek ) sürdürülmesi
gerekir. İlk bakışta biraz kaba bir üslup
gibi gelse de, daha çarpıcı bir dille söylersek: TEK YOL DEVRİM diyen ve hedefe ulaşmak için
farklı yollar, farklı aksiyon metodları deneyen Türkiye Devriminin değişik
renkleri, sınıf kavgasına güç ve katkı veren politik yoğunlukları, örgütleri,
devrimci öncüleri bu güne dek ne yazık ki başaramadılar...
Başaramadık !.
Şöyle arkasına, yakın geçmişine
bakacak olan her devrimci örgüt, oluşturulan birliklerin, ittifakların v.s.
çoğunlukla burjuvazinin yarattığı barajlı engelli, bol yanılsamalı, gözdağı ve
şantaj dolu seçim ortamlarında, ama hep seçimler öncesinde oluşturulduğunu,
oligarşinin yalan rüzgarları geçip ortalık durulduğunda da, genellikle bu
birlikteliklerin, dayanışmaların heyecanını, esprisini yitirdiğini, günlük
yaşamın tekdüze ve kısır hayhuyuna yenik düşüp dağıldığını, unutulduğunu
anımsayacaktır.
Özellikle de son tümcenin altını
çizmekte yarar var: Devrimci mücadelede yeni ufuklar, kısır döngülerin ve
yararsız polemiklerin belirsizliklerinde yeni soluk boruları ve yeni çıkış
tünelleri yaratabilmek için, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu mutlaka ama
mutlaka sürdürülmelidir. Bloğun bileşenleri işin bu boyutunda durmalı,
düşünmeli, tam da burada yoğunlaşmalıdır. Bu anlamda ileriye dönük, bağlayıcı
ilke kararlar almalıdır.
Ne ki, bu yazıda ele alınan konu "Emek,
Demokrasi ve Özgürlük Bloğu"nun sonrasına ve geleceğine dair olmadığından
sözü tekrar egemenlerin siyasal partilerinin ve sözcülerinin kısacası mevcut
düzenin geleneksel marifetlerine getirmekte yarar
var.
Mevcut devlet aygıtının zengin
olanaklarını kullanarak, türlü göz boyama yöntemleriyle, insanların olaylara
düz mantığın at gözlükleriyle bakmasını sağlamak, sermayenin ve onun siyasal
partilerinin öteden beri başvurdukları klasik bir yöntemdir. Emekçi halkımız böylesi bir düzenbazlığı
“Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek “ gibi özlü bir sözle anlatır. Bu yüzden, belirgin
olarak Karaoğlan’lı yıllardan bu yana, sıkça başvurulan o ünlü “ Laiklik,
Cumhuriyet elden gidiyor! Aman sol oyları bölmeyelim! ” ince yanılsaması
ve bellek yanıltması hemen her seçimde belirleyici olmasa da çoğunlukla
tutmuştur.
12 Haziran seçimlerinin öncesi
oynanan oyun da, yapılan laf ebeliği de yine aynıdır. Siyasi arenada sadece
iki “kurtarıcı melek”, iki sihirli değnek varmış gibi, yine bu
meleklerin süslü lafızları, bilinçli olarak dillere ve akıllara pelesenk
ettirdikleri saçma sapan projeleri gözlere, akıllara, duygulara lanse edilip
durulmaktadır. Tıpkı kırk katır mı kırk satır mı özdeyişinde olduğu gibi,
ya AKP ya da CHP biçiminde sunulan ikilem, sermaye çevrelerinin Anadolu’da
yaşayan emekçilere, yoksul halklara on
yıllardır dayattığı, artık çürümeye ve kokuşmaya, foyası ortaya çıkmaya
başlamış ( Ne ki, halk indinde henüz ayırtına varılamayan ) bir seçim
klasiğidir.
“Emek, Demokrasi ve Özgürlük
Bloğu”, siz ister Bizans, ister Osmanlı oyunu diye düşünün,
bu madrabazlık, bu utanmazlık,
bu adaletsizlik oyununu Türkiye halklarının desteğini alarak
-Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi,
Alevisi, Sünnisi ile- bu kez, bozacak, foyasını ortaya çıkaracak güç ve
kararlılıkta görünmektedir.
Türkiye halkları, özellikle de
Türkiyeli sosyalistlerin özveri ve katkıları, davayı anlatışı ve de omuzlanışı
ile önlerine konulan bozulmuş yemeği ters yüz etme sağduyusunu gösterecektir, göstermelidir.
Yoksullar, üretenler, emekçiler, işsizler, “baldırı çıplaklar” ve gençler tarihinin hiçbir yerinde ve hiçbir
döneminde ölüme ya da sıtmaya tutsak değildi; bu kez de
olmayacaktır. Ne ki, bunu anlatmak, açıklamak, ikna etmek, bu gün itibari
ile başta ezen ve ezilen ulus sosyalistleri olmak üzere, tüm blok
bileşenlerinin, bu omuzlaşan, ortak akıl, ortak tavır üreten örgütlerin
öncülerinin, emekçilerinin, neferlerinin, devrimcilerinin ve aydınlarının tarihsel
görev ve sorumluluklarındandır.
Uzun sözün kısası şimdi eylem, devrimci
çalışma zamanı... Haydi oylar, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğunun bağımsız,
sosyalist adaylarına…
Oyum, ironik de olsa
KIZILDERE’nin bayrağını mecliste görebilmek, işçilerin, emekçilerin, gençlerin,
devrimcilerin sesini meclis kürsüsünden duyabilmek için Ertuğrul KÜRKÇÜ’ye.
Haber Tarihi: 5/1/2011
Haber Editörü: Özgür Medya
Haber Kaynağı: Özel
Yazarın diğer yazıları
Özgür medya-Site İçinde-Arşiv
Bu haber 10.12.2011... 1280 kez
okundu
Haber Arşivim
Bu haberi arşivime eklemek
istiyorum
Bu haberi tavsiye edin
Bu haberi arkadaşlarınıza tavsiye
edin
Haberi Yorumlayın
Bu habere yapılmış bir yorum
bulunmamaktadır
İlişkili Haberler
İlişkili haber bulunmamaktadır
Yayınlanan Yazılar Telif Haklari
Yasası'nca korunur
Yasal sakıncalardan site yönetimi
sorumlu değildir
++Özgür Medya++
Web Rep Overall rating
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder