17 Ocak 2016 Pazar

FAŞİZMİN ÖLÜMÜNE DE, SITMASINA DA HAYIR.

                                FAŞİZMİN ÖLÜMÜNE DE, HAYIR SITMASINA DA 

Atilla İlhan’a göre “…bir bilmecedir. Bir telefondan diğerine atlar.”  İlki, tarihin hangi sayfasında yer alır bilinmez… Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’in mavi kara derinliklerine gömülmesinde çok çarpıcı ve trajiktir.

Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un burjuva anlamda bile olsa aydınlanma ve toplumsal uyanış hareketinin başlatılmasından çok değil altı yıl sonra, son verilmesinin öğretmenlerin ve öğrencilerin yüzlerine yansıyan gölgeleri hüzünlüdür.

En son anayasa oylamasında “Yetmez ama Evet” tutumu üzerinden özgün bir politik kimliğe bürünmesi, var olan Türkiye solu ve demokrasi mücadelesi içindeki dinamikleri ve dengeleri üzerinde etki gücü olan geleneksel Kemalist anlayışın, bizlere bıyık altından sırıtmasından başka bir şey değildir.

Baskın sınıfın ya da Egemen sistemin yasaları, kuralları, kolluk kuvvetleri kadar, devletçi ideolojisinin Türkiye solu üzerindeki yıkıcı, sindirici ve kafa karıştırıcı etkisi, yepyeni bir “1 Mayıs'a, kuvvetli olasılıktır ki, yeni yeni oluşumlara, yeniden siyasal biçimlenmelere, belki de
kırılmalara gebe 12 Haziran Genel Seçimlerine doğru yürüdüğümüz şu sayılı günlerde de yakamızı bırakmıyor.              

Kemalizm 1970’li yıllara varıncaya kadar, Türkiye Devrimci Hareketinin iflah olmaz alın yazısı, muhalif aydınlarını, sosyalistlerini boğan, soluk aldırmayan, onları tekelci burjuvazinin dalavukçuluk ve kuyrukçuluk siyasetinin oportünist çukurlarına gömen ölü toprağı idi. İşte 1970’lere değin, solu tekelci sermayenin izin verdiği siyasi sınırlar içindeki sığ sularda yüzmeye mahkum eden, onu etkisiz durumda tutan, güdükleştiren, yorucu girdaplara sokan bu geleneksel yazgı hiç ama hiç değişmedi.              

1971 yılı ile birlikte Türkiye solunda yeni soluklar, yeni soluk boruları arayışları görürüz. Bu yeni devrimci politikalarla ekonomik, demokratik, politik mücadeleye canlı ve farklı ivmeler gelmiş devrimci ufuk genişlemiştir. O güne dek oportünist lafızlarla evelenip gevelenen devrim ve sosyalizm in gerçek ve mümkün olduğunu gösteren, savaşçı çizgileri ile Türkiye halklarına gerçek ve nihai kurtuluşlarının olabilirliğini kanıtlayan bu örgütler olmuştur. Politik mücadelenin silahlı aksiyon metodları ile sürdürülmesi demek olan silahlı propagandayı hayata geçiren siyasal hareketler, bu değişmez, “haşa el kalkmaz” gibi görünen statükoya karşı durulabileceğini göstermiştir..  

Bu anlamda 1970 yılı, devrim ve sosyalizm güneşinin nereden, nasıl, hangi sınıf ittifaklarları ile ışıyacağının, hangi devrimci araç ve propaganda yöntemleriyle doğum yapacağının -oligarşinin onca zulmüne karşın-  gözler önüne serilmesi bakımından bir milattır.  Bu dönüm noktasının perspektifleriyle, beklentileriyle örtüşen 1971 Devrimci hareketi de, Kemalist düşünce tarzının oportünist, pasifist ve teslimiyetçi etkilerinin göreceli de olsa kırılmasının mihenk taşı olarak yakın siyasi tarihimize önemli ve can alıcı notlar düşmüştür. 1972 yılının 30 mart’ına ve 6 Mayıs’ına gelindiğinde ise, bu politikleşmiş askeri hesaplaşmanın sonucu bellidir.  Doğru saptaması fiziksel, ama geçici bir askeri yenilgi olarak  yapılabilecek silahlı mücadelenin galibi oligarşik diktadır. 1972 Mayısı’nın son sabahına Nurhak’lara gelindiğinde de oligarşik yapı, emekçi halkın ve onun devrimci öncülerinin karşısında yine tek siyasal mali erk, tek fiziksel güç olduğunu kanıtlamış muzaffer bir komutan edasındadır.    
         
Devrimcilerin imhası ile zafer sarhoşluğunun zirvesine ulaşan bu kanlı ve muzaffer gücün 30 Mart KIZILDERE ile, 6 Mayıs’la, 18 Mayıs Kaypakkaya,  Mayıs’ın son şafağında Nurhak'ta Sinan’larla kana doymayacağı gün gibi aşikardı…         
   
Aynı  “Muzaffer Komutan” 2000’li yıllara akan zaman tüneli içinde, kendisini onlarca kez göstermiştir:  1 Mayıs 1977’de Taksim’de, 1979’da Sivas’ta, Maraş’ta, 1982’de Diyarbakır Cezaevi’nde, 1990’larda kayıplarda ve yargısız infazlarda, yakın tarihte 19 Aralık devrimci insanların yaşamlarını söndürme operasyonlarında… Şimdilerde toplu KCK tutuklamalarına, henüz basılmamış kitapların yasaklanmasına talimat,  onlarca, yüzlerce baskı, gözdağı, şiddet eylemine, kontra operasyonuna fetva veriyor,  üstüne üstlük bizzat bu sinsi, pervasız planların, kanlı-alçak eylemlerin planlayıcısı, uygulayıcısı oluyor.
       
Değişik yer ve zamanlarda belirtildiği ve altı çizildiği üzere egemen sistemin sürdürülmesi adına, işçi sınıfına ve emekçi halka ışık tutan muhalif hareketlerin etkisiz duruma getirilmesi operasyonlarında vaz geçilmeyen klasik yöntem, gerçeklerin istismar edilmesi ve demogojiye boğulması, manipüle edilip çarpıtılması olmuştur. Bilinçsiz, örgütsüz halkın yedeklenmesine, etkisizleştirilip itibarsızlaştırılmasına, halkla oligarşik yapılanma arasında yapay dengeler kurulmasına, var olan kurulu  “suni denge” lerin güçlendirilmesine yönelik anti-demokratik ve hiç de adil olmayan eylemlere onlarca örnek vermek olası…  En son olarak, oligarşinin AKP hükümetinin duyarlı yurtsever halkımıza  “ Kazan çömlek patladı ” dedirtip sokaklara döken “Veto” fiyaskosu, buraya kadar anlatılmaya çalışılan faşist ve militarist politikaların gelenekçi senaryosunun küçük bir parçasından başka  bir şey değildir.
.  / .  .

Bilindiği üzere “ Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu ” adaylarının, meclise girmesini, emekçilerin gözü, kulağı, sesi olmasını engellemeye yönelik olan “veto kararı” başından beri politik, keyfi ve hukuksuz bir karar, egemenlerin her daim uyguladığı, bundan sonra da başvuracağı yüzlerce, binlerce engellemeden, etkisizleştirme girişiminden birisiydi.  Diğer yasaklar, baskı ve demagojiler gibi de içi boş, kof mu kof ve ciddiyetten de hayli uzaktı.     
     
Adil olmadığı için de, halktan gerekli yanıtı  (aslında onların anladığı dilden demek daha doğru olur) aldı ve halkın barış-ekmek ve demokrasi istemlerine doğrultulan silah sahibinin suratına tepti.  Bazen egemenlerin bu tür ciddiyetsizliklerine, sınıfın ciddi bir iletisini gönderebilmek, bunca olumsuzluklar içinde kendimize moral yükleyebilmek için, 1 Mayıs’ta da 12 Haziran’da da “Al sana veto !” diyebilmek, emek, demokrasi ve özgürlük taleplerini daha gür dillendirebilmek, halkımızı AKP - CHP ikilemi ve kısır döngüsünden kurtarabilmek gerekir.  

Elbette bu da yetmez:  Türkiye Devrimci Hareketinde -abartısız  on yıllardır- Lazı, Çerkezi, Kürdü, Türkü ile, onların öncüleri, sosyalistleri, aydınları, sanatçıları ile ilk kez yakalanmıştır.  Ayrılıklarda değil de, aynılıklarda ortaklaşarak, ortak bir dil ve ortak bir akıl kullanılarak gerçekleştirilen  “BLOK”  tavrının,  seçimlerden sonra da  ( Elbette siyasal konjonktürdeki olası değişiklere göre biçimlendirerek )  sürdürülmesi gerekir. İlk bakışta biraz kaba bir üslup gibi gelse de, daha çarpıcı bir dille söylersek:  TEK YOL DEVRİM diyen ve hedefe ulaşmak için farklı yollar, farklı aksiyon metodları deneyen Türkiye Devriminin değişik renkleri, sınıf kavgasına güç ve katkı veren politik yoğunlukları, örgütleri, devrimci öncüleri bu güne dek ne yazık ki başaramadılar...  

Başaramadık !.

Şöyle arkasına, yakın geçmişine bakacak olan her devrimci örgüt, oluşturulan birliklerin, ittifakların v.s. çoğunlukla burjuvazinin yarattığı barajlı engelli, bol yanılsamalı, gözdağı ve şantaj dolu seçim ortamlarında, ama hep seçimler öncesinde oluşturulduğunu, oligarşinin yalan rüzgarları geçip ortalık durulduğunda da, genellikle bu birlikteliklerin, dayanışmaların heyecanını, esprisini yitirdiğini, günlük yaşamın tekdüze ve kısır hayhuyuna yenik düşüp dağıldığını, unutulduğunu anımsayacaktır.     

Özellikle de son tümcenin altını çizmekte yarar var: Devrimci mücadelede yeni ufuklar, kısır döngülerin ve yararsız polemiklerin belirsizliklerinde yeni soluk boruları ve yeni çıkış tünelleri yaratabilmek için, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu mutlaka ama mutlaka sürdürülmelidir. Bloğun bileşenleri işin bu boyutunda durmalı, düşünmeli, tam da burada yoğunlaşmalıdır. Bu anlamda ileriye dönük, bağlayıcı ilke kararlar almalıdır.

Ne ki, bu yazıda ele alınan konu "Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu"nun sonrasına ve geleceğine dair olmadığından sözü tekrar egemenlerin siyasal partilerinin ve sözcülerinin kısacası mevcut düzenin geleneksel marifetlerine getirmekte yarar var.       

Mevcut devlet aygıtının zengin olanaklarını kullanarak, türlü göz boyama yöntemleriyle, insanların olaylara düz mantığın at gözlükleriyle bakmasını sağlamak, sermayenin ve onun siyasal partilerinin öteden beri başvurdukları klasik bir yöntemdir.  Emekçi halkımız böylesi bir düzenbazlığı  “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek “ gibi özlü bir sözle anlatır. Bu yüzden, belirgin olarak Karaoğlan’lı yıllardan bu yana, sıkça başvurulan o ünlü  “ Laiklik, Cumhuriyet elden gidiyor!  Aman sol oyları bölmeyelim! ” ince yanılsaması ve bellek yanıltması hemen her seçimde belirleyici olmasa da çoğunlukla tutmuştur.    
          
12 Haziran seçimlerinin öncesi oynanan oyun da, yapılan laf ebeliği de yine aynıdır. Siyasi arenada sadece iki  “kurtarıcı melek”,  iki sihirli değnek varmış gibi, yine bu meleklerin süslü lafızları, bilinçli olarak dillere ve akıllara pelesenk ettirdikleri saçma sapan projeleri gözlere, akıllara, duygulara lanse edilip durulmaktadır.  Tıpkı kırk katır mı kırk satır mı özdeyişinde olduğu gibi, ya AKP ya da CHP biçiminde sunulan ikilem, sermaye çevrelerinin Anadolu’da yaşayan emekçilere,  yoksul halklara on yıllardır dayattığı, artık çürümeye ve kokuşmaya, foyası ortaya çıkmaya başlamış ( Ne ki, halk indinde henüz ayırtına varılamayan ) bir seçim klasiğidir.        
       
“Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu”, siz ister Bizans, ister Osmanlı oyunu diye düşünün,
bu madrabazlık, bu utanmazlık, bu adaletsizlik oyununu Türkiye halklarının desteğini alarak
-Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Alevisi, Sünnisi ile- bu kez, bozacak, foyasını ortaya çıkaracak güç ve kararlılıkta görünmektedir.

Türkiye halkları, özellikle de Türkiyeli sosyalistlerin özveri ve katkıları, davayı anlatışı ve de omuzlanışı ile önlerine konulan bozulmuş yemeği ters yüz etme sağduyusunu gösterecektir, göstermelidir. Yoksullar, üretenler, emekçiler, işsizler, “baldırı çıplaklar”  ve gençler tarihinin hiçbir yerinde ve hiçbir döneminde ölüme ya da sıtmaya tutsak değildi; bu kez de olmayacaktır.  Ne ki, bunu anlatmak, açıklamak, ikna etmek, bu gün itibari ile başta ezen ve ezilen ulus sosyalistleri olmak üzere, tüm blok bileşenlerinin, bu omuzlaşan, ortak akıl, ortak tavır üreten örgütlerin öncülerinin, emekçilerinin, neferlerinin, devrimcilerinin ve aydınlarının tarihsel görev ve sorumluluklarındandır. 
        
Uzun sözün kısası şimdi eylem, devrimci çalışma zamanı... Haydi oylar, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğunun bağımsız, sosyalist adaylarına…
     
Oyum, ironik de olsa KIZILDERE’nin bayrağını mecliste görebilmek, işçilerin, emekçilerin, gençlerin, devrimcilerin sesini meclis kürsüsünden duyabilmek için Ertuğrul KÜRKÇÜ’ye.
      

                               Hasan Oğuz BİLGEN, 01.01.2011, hasanoguzbilgen@yahoo.com.tr.

Haber Tarihi: 5/1/2011
Haber Editörü: Özgür Medya
Haber Kaynağı: Özel

Yazarın diğer yazıları
Özgür medya-Site İçinde-Arşiv
Bu haber 10.12.2011... 1280 kez okundu

Haber Arşivim
Bu haberi arşivime eklemek istiyorum
Bu haberi tavsiye edin
Bu haberi arkadaşlarınıza tavsiye edin
Haberi Yorumlayın
Bu habere yapılmış bir yorum bulunmamaktadır

İlişkili Haberler
İlişkili haber bulunmamaktadır
Yayınlanan Yazılar Telif Haklari Yasası'nca korunur
Yasal sakıncalardan site yönetimi sorumlu değildir 

++Özgür Medya++


Web Rep Overall rating

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder