İKİ
KERE İKİ HÜZÜN, ELDE VAR HÜZÜN…
İlk
tanışmaların, o güne dek hiç karşılaşmadığınız insanlarla beklenmedik yer ve
zamanlarda ilk kez merhabalaşmalarınızın, birbirine göre çeşitleri, farklı
derinlikleri, incelikleri olmalı. Hem biçim hem içerik olarak… Kimi tanışmalar vardır, insanın yüreğinde de, belleğinde de o an ya da
ondan sonra, ilerleyen zamanlarda hiçbir iz bırakmaz. Hayhuyla geçen bir gün içinde, aniden oluveren,
gerçekleşiveren sıradan tanışmaların yaşam süresi, tokalaşma için harcanan
zamandan fazla değildir.
Öğrenilenler,
yaşamın canlı pratiğindeki deneyimlerdir çoğu kez… Avucunuzdaki o insanın
elinden kalan göreceli sıcaklık son bulduğunda, tanışıklığınızın, niyetlenilen
arkadaşlığınızın ömrü de sona ermiştir.
* * *
Tükettiğimiz,
ellerimizden kurtulup giden hayat, kimi
sapaklarda çılgınca, uzun vadilerde
sessiz, sakin, derinlerden akan ırmakların süzülüşüne benziyor. Akıp giden nehirlerce akıp giden hayatlar… Ahdedilen,
bir dayanışmadan, paylaşımdan öte hesapsız/çetelesiz, ama’sız keşke’siz bir
imeceyse… Nehir, akıntılarına girdaplarına karşı birlikte çabaladığınız,
birlikte boğuştunuz nehirse, üzerinde durulmaya değer oluyor.
* * *
Omuzlandığınız
beraberliğin avuçlarınızda küllenen ateşinin, yaklaşık otuz yıl sonra, kederli
ve loş bir hastane odasında ellerinizi tekrar yakıp kavuracağı, çok sevdiğiniz
birisi tarafından kulağınıza fısıldansa, o an ne derdiniz?
Üstüne
üstlük, aynı ses “ Otur, bir de, rüzgara karşı birlikte yürüdüğünüz o dost
insanı yaz.” diye sürdürseydi fısıltısını!?
Ne yazardınız?
Kayda
değer zenginlikte yaşanmış, her daim doluya vurulmuş bir hayata dair neler
yazılır? Beklenen şarkının muhteşem güftesini yazı dilinde hangi sözcükler
taşır? Ya, kararlı bir yaşama, direnmeyi
bırakmayan insana dair, bir uzun öykünün dizeleri hangi sayfalara sığar?
Tüm
zamanların harika bestesi nasıl yapılır?
* * *
Uzun
otobüs yolculuğunun verdiği tatlı yorgunlukla, açık olan kapısının eşiğinde dikilip
kalakaldığımda, beyaz çarşaflar içinde sırtüstü yatmış uyukluyordu. Çok kısa ve
dahi çok uzun bir andı…
Sonra,
avuçlarımdaki o sıcaklığı duyumsamış gibi, adeta bedenini saran “eski bir
gençlik telaşı” ile uyanıveriyor. Uyanmasıyla göz göze gelmemiz bir oluyor. Yattığı
yerden inmek için zorlanarak hamle yapıyor. Hemen atılıyorum, “Ne yapıyorsun?”
diyorum. Doluyor, gözlerime bakakalıyor.
Belli ki o da, o an, çok kısa ve çok uzun bir zaman eşiğini yaşıyor.
Sarılıyoruz
sımsıcak, sıcaklığı yakıyor… Ayakucuna ilişiyorum; içimde esen rüzgarlarla, bir yerlerimde
yemyeşil bahar dalları kırılıyor.
* * *
Sözün
bittiği, tükendiği yerde, tekrar sarılıyoruz birbirimize… Damar yolu açılmış
elinin içi ile sırtımı patpat’lıyor, dertlenme dercesine. Gözlerime bakıyor, mahcup… Eskiden de öyle yapardı, öyle her konuda uzun
uzadıya konuşmazdı. Tartışmalarda, kararlarda kestirir atar gibi yapardı.
Çoğumuza göre sert mizaçlıydı, onun bu yönünü severdim, ama söylemezdim. Bu kez
söylüyorum. Gülüyor. Önüne bakıyor, yorumsuz, iddiasız.
Kimler
yoktu ki, sendikal mücadelemizde… Zamanın sendika şube başkanı Musa Çam…
Güzelyalı Troleybüs atölyesinden lastikçi Kani Beko… Artık aramızda olmayan,
kaynakçı ustası Kadir Pehlivan… Bakışları bulutlanıyor yattığı yerde, her ne
yaşanmışsa yaşansın, öldür Allah arkadaşlarına “laf” söyletmez! Bunca zaman sonra, içimden onun bu yönünü haklı
bulurken yakalıyorum kendimi…
* * *
Dönüş saati
yaklaştıkça huzursuzlanıyorum. O, bu
durumumun ayırtında olmaktan uzak, çok yorgun, ara ara dalıyor, kestiriyor…
Benim içimi bir şeyler kemiriyor. Söyleyemediklerim, anlatamadıklarım çekilmez
bir yük gibi omuzlarımdan bastırıyor. Sağlığı için yapamadıklarımız,
beceremediklerimiz, başaramadıklarımız için ondan çok özür, çok çok özür
diliyorum, uykuya yenik düşmüş bedenine bakarken…
* * *
Apansız
uyanıyor. “Hani, öyle bir eğreti yatışın var ki” diyorum “ bir kurtulsan şu
serumun hortumundan, yine insanlara örgütlülüğün ne denli gerekli olduğuna
inandıracak, yine yeni üyeler kazandıracaksın sendikaya…” Yine suskun, gülümseyerek yanıt veriyor
takılmama.
* * *
Odanın
orta yerinde, ayakta vedalaşmamız, birbirimizin kucaklamamız zaman alıyor. Eşi Cennet hanım bizi izliyor. Kızı, güzeller
güzeli Güldeniz, her zaman olduğu gibi sıra dışılığı anlamaya, yakalamaya
çalışıyor…
Adımlarımı
hızlandırırken, belki de ilk kez, ne gözlerinin içine ne de arkama bakıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder