FARE
ISIRIĞI AKP’DEN TEHLİKELİ MİDİR ?
Nazım usta bir zamanlar, dünyanın çarkını çeviren
ve onca işini derdini omuzlayan “ayak takımı”nın gözüne, sistemin hangi
sihirbazlık araçları ile at gözlüğü takılmak istendiğini nasıl da yüzümüze
çarpmıştı. Anımsanacaktır; “Bütün taşlar gibi vekarlı” sözü ile başlayan, “antenler
yalan söylüyorsa” biçiminde süren şiir, “bu zulüm bitmesin diyedir.” dizesiyle
bitiyordu.
Nazım Hikmet onca itilip kakılmaya,
vatansızlaştırmaya, sürgüne karşın şanslıydı(!) O, alacakaranlığın 2016 diliminde,
savaş atının sırtında gemi azıya almış doludizgin karanlığın labirentlerinde
koşan bir Türkiye’de yaşamadı…
Koca şair sevgili yurdumun, insanının aynı anda
yüzlercesinin toprağa gömüldüğü, bir gecede onca zeytininin kesildiği, kiralık işçiliğin, köle ticaretinin
yasalaştırıldığı, kentlerinin, mahallelerinde sivillerinin topa tutulduğu, sokaklarında kadınlarının boğazlandığı,
çocuklarının beyinlerinin, bedenlerinin ırzına geçildiği halini görmedi, yaşamadı.
Yaşasaydı, sayıp döktüğü yalanlar içinde, emeğimizden
alınterimizden yükselen, gökleri delen kuleler de, kuytuluklarında bıyık altı
sırıtan imam kılıklıların ninniler söylediği şen şakrak AVM’ler de olacaktı. Ensar’ı, “Torba Yasası” ve elbette “Boşanma
Komisyonu”da… Yani yalana dair; sistemin içinde, torbasında ruhunda ne varsa.
Ne var ki yalan sürüyor… Olanca hızı, hoyratlığı ve fütursuzluğu ile. Düzenlerinin her ahırında, ahırlarının Genel Kurul’larında, komisyonlarında, monarşik hükümet programlarında…
Ne var ki yalan sürüyor… Olanca hızı, hoyratlığı ve fütursuzluğu ile. Düzenlerinin her ahırında, ahırlarının Genel Kurul’larında, komisyonlarında, monarşik hükümet programlarında…
Parababalarının istek ve ihtiyaçlarına göre
düzenlenen, son yalan/riya programında, “ İstihdam oluşturan, ihracatı artıran
bir ülke olma yolunda reel sektörü daha güçlü, daha rekabetçi yapacağız”
ağzından çıkan bakla şudur: Özel
İstihdam Bürolarını ve kiralık işçilik yasasını boşuna çıkarmadık!.. Sıcak para elbette ucuz işgücü cennetine
akacaktır.
Hal böyle olunca, yalan da son monarşik programla birlikte istismara dönüşüyor… Aslında, her şey söylendiği, küfredildiği (…biz bu milletin…), sövüp sayıldığı mecrada sürüyor. “Ülkemizin insan kaynağını çağdaş dünya ile rekabet edebilir donanıma kavuşturacağız” itirafı, bir çeşit taciz/tecavüz ruh hali... “Ben yasamı çıkarmışım, düzenlemelerimi yapmışım. Ağlamak yok, istediğim an öper, dilediğim an döverim. Bundan böyle, güvencesiz, sendikasız ve de sahipsiz çağdaş kölelerimsiniz. Sosyal destek (siz sadaka okuyun) sunacağım ihtiyacı olana; tabi ki yoksulluğa son vermek için…”
Paranın diğer yüzü gibi, yalan-dolan dünyasının
bir başka yerlerinde çok ciddi bir şeyler oluyor; “kazın ayağı öyle değil!” dedirtecek türden
bir şeyler…
Zonguldak’ta Balçınlar Madencilik işçileri,
oldubittiye getirilip kapatılmaya çalışılan madene sahip çıkıyorlar. “Taleplerinin salt biriken ücretleri
olmadığını, iş güvencesi de istediklerini” söyleyen işçiler, kendilerini ve
sermayelerini ‘işin-aşın-ekmeğin’ tek seçeneği olarak yutturmaya çalışan
patronları kızdıracak “tehlikeli” laflar ediyorlar : “Bu madeni bize verin, biz
işletelim. Bu ocaklar kapanmasın, şirketin
borçlarını dahi üstlenmeye hazırız. Sadaka istemiyoruz. ”
Öyle sözler vardır ki, “gerisi ahmağa söylenir” İnsanın alnının terinden ve kollarının
gücünden para kazanmasını bilen patronlar, siyasi elitler, hiç de ahmak filan
değiller. Bu, ağızdan çıkan “hazırız” sözünün ne anlama geldiğini, gerisinde ne
olduğunu çok iyi biliyorlar. Nicelik
olarak pek kıymeti harbiyesi yokmuş, öyle aman aman dikkate alınmıyormuş, duyulmuyormuş ve kimselerin pek de aldırış
ettiği filan yokmuş gibi davranılsa da, arif
olan kişi, bir halkın ayranı kabardığında neler olduğunu ve neler olacağını iyi
bilir. Öyle çok uzaklara, Paris Komünü’ne filan
gitmeye gerek yok. Bu toprakların Alpagut beldesinde "Alpagut Olayı" diye bilinen egemen sınıfları ve onların çok bilmiş sözcülerini şaşkın ördeğe çeviren bir olay var. İşte bu beldenin linyit ocağında, 13
haziran 1969 / 17 temmuz 1969 tarihleri arasında olup biteni anımsamak, bellek
tazeleme konusunda yararlı olabilir.
* * *
Ha, bir de, Zonguldak Balçınlar Madencilik’te an
itibari ile on -10- gününü dolduran açlık grevine dair, üzerinde durmayı
unuttuğumuz bir iki küçük, hiçbir kayda değer önemi olmayan bazı ayrıntılar
var: Günlük “iaşe derdi” ve de “internet meşgalesi” ile haşır-neşir olan bir
çoğumuzun umurunda olmayan açlık grevinde yaşanan soğuk ve solumak zorunda
kalınan zararlı gazlar gibi…
Unutmadan, bir de grevci işçilerle birlikte açlık sorunu yaşayan, hayli irice fareler vardı, söz konusu maden ocağının galerilerinde...
Unutmadan, bir de grevci işçilerle birlikte açlık sorunu yaşayan, hayli irice fareler vardı, söz konusu maden ocağının galerilerinde...
Yolu Buca Bölge Cezaevi’nden geçenler çok iyi
bilirler. Yani, havalandırma saati bitip beton bahçeler ıssızlaştığında, benim diyen insanı ürküten heybetli farelerin
nasıl ortaya çıkıp voltaya başladıklarını ve dahi bitmek tükenmek bilmeyen
gecelerde bu mahlukların taciz olasılığı ile nasıl tavşan uykusuna yatıldığını…
O beton bahçeleri ve de o bitimsiz geceleri görmüş geçirmiş bir çift göz, o garibim
“kader mahkumu” farelerinin tek bir tutukluyu bir kez olsun ısırıp taciz
ettiğini görmüş olmasa da, idarenin eli sopalı ve işgüzar gardiyanlarınca günde
üç -3- posta sopalandıklarının canlı tanığıdır.
* * *
Eğilip bükülmeden, sözü dolandırmadan ne diyordu Balçınlar
Madencilik işçileri? “Biz Hazırız…”
Kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanan, rant ve
ihale arsızı, paranın padişahı aslında sözüm sanadır, ancak alttan ısıtmalı
deri koltuklarda uyuklayan sendikacı
-sakıncası yok- sen de üstüne alabilirsin:
Biz Hazırız! Ya Siz ?
Biz Hazırız! Ya Siz ?
Hasan Oğuz Bilgen, 27.05.2016, Naldöken Şantiyesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder