17 Kasım 2016 Perşembe

FAŞİZM GÜNLERİNDE ANNA SEGHERS’İ YENİDEN OKUMAK...

EY ZALİM!.. BİZİM DE SÖYLENECEK, PEŞİ SIRA GİDECEĞİMİZ BİR ÇİFT SÖZÜMÜZ VAR UMUDA DAİR…
(FAŞİZM GÜNLERİNDE ANNA SEGHERS’İ YENİDEN OKUMAK...)
Faşizmin yakıcı günlerinde hiç aşık olunur mu?
İlk bakışta absürt gelebilecek, bu beklenmedik sorunun yanıtı, sevgili ülkemin hiç de tekin olmayan alaca karanlığında, bir çırpıda yapıştırılacak kolaycı bir “elbette”nin çok ötesinde olmalı… Yani sırılsıklam aşık olunmalı, olunabilmeli.
Hem de ısrarcı, kararlı, usanmaz/uslanmaz bir aşık gibi, umutsuz-güçlü bir sevdanın yakasına yapışabilmeli. Onca keyfilik, hoyratlık ve her türden biçimiyle despotluk hayatlarımızın her alanında paçalarımıza, eteklerimize karaçalı örneği dolandıkça daha çok, kıskanılacak biçimde umutlanmalı. Binbir özveri, yaşanan acılar ve emekle açılacak aralıktan sızacak sarı sıcak ışığın, savunmasız yalnız yaşamlarımızı, yarına dair düşlerimizi ısıtacağı unutulmamalı. İşte, -cılız da olsa- o ışığın, zaman zaman umutsuzluğa kapılabilen insanlarımıza ulaşması için çıkar yollar, çareler aramaktan asla vaz geçmemeli.
Fırtına günlerinde yangın yerlerinin yakıp kavuran alevlerinin işe yaramazlığına ve umuda dair düşüncemizi içeren yazımızın, Birgün gazetesinden Ayça Söylemez’in eşsiz ve etkileyici makalesi ile çakışıp “pişti” olması kesinlikle tesadüfi ve şaşılacak bir durum değil…
Saltanatın zulmü, bildik sorgulardaki “söyle kurtul” söylemini çağrıştıran “diz çök, itaat et, rahat yaşa” dayatması karşısında yılışıp gevşemeyen, asla boyun eğmeyip (sıcak yuvalarında, mutlu mesut torun torba arasında pembe bir yaşam sürme fırsatı varken) zor ve tehlikeli yolu seçenler, direnmenin, karşı çıkmanın, itiraz etmenin ne denli haklı ve meşru olduğunun bilincindeler.
1940’larda Almanya coğrafyasını titreten, işkence ve ölüm meleği Gestapo’nun karşısında eğilip bükülmeden karşı durmayı bilenler, 2000’li yılların Türkiyesi’nde aynı engebeli, dolambaçlı ve sarp yolu aşmanın, güneşin sofrasına ulaşmanın çabası içindeler.
Ne ironiktir ki, pes etmedikçe, teslim olunmadıkça “Yedinci Haç”ın hiçbir zaman doldurulamayacağını, umudu tüketmedikçe hep boş kalacağını, “kimsenin el uzatamayacağı, sarsamayacağı” bir direnme sembolü olarak faşizmin burçlarında çürüyüp paslanacağını çok iyi biliyorlar.
Güneşin balçıkla sıvanamayacağı kadar açıktır ki, tam da bu nedenle Anna Seghers’i tekrar okuyorlar, boş kalan/boş kalacak olan “Yedinci Haç”ı, yılmaz mücadeleleriyle, vazgeçmeme kararlılıklarıyla unutmuyorlar, unutturmuyorlar.
. . .
“Nasyonal Sosyalizm” maskesi altında kara bulutların çöktüğü 1937 sonbaharının Almanya’sı…
Yer, başta komünistlerin, ileri aydın, düşünen insanların tıkıştırıldığı Westhofen Kampı…
Halk düşmanlarının, faşistlerin emekçilerin, eşitlik, adalet ve de aydınlıktan yana insanların önüne ördüğü barikat, dünyanın hiçbir yerinde aşılamaz değildir.
Bunu, bir kez daha doğrularcasına kamptan gözü pek yedi tutuklu kaçar.
Kamp celladı Fahrenberg, yedi “bozguncu”nun da en geç yedi gün içinde, ölü ya da diri yakalanıp, yine kamp alanı içinde olan yedi çınar ağacında çarmıha gerilmesini emreder.
“ Kamp komutanı Fahrenberg, her gece olduğu gibi, bu gece de, son kaçağın bulunur bulunmaz hemen telefonla haber verilerek, uyandırılmasını emretmişti… “
. . .
“ Dışarıdan gelen en ufak sese kulak kabartıyordu… Beklediği haber, beklediği haber, beklediği haber… “
Ne var ki, “beklediği haber” gelmeyecek, gelmeyecek, gelmeyecekti… Yedinci çınar ağacındaki yedinci haç sonsuza dek dolmayacak, insan aklı, baskı altında tutulmaya çalışılan büyük insanlığın inancı, umudu, direnci var oldukça hep boş kalacaktı.
. . .
Faşizm günlerinde Anna SEGHERS’i yeniden okumak ve dahi “Yedinci Haç’ı yeniden anlamak ve anımsamak umudu çoğaltmak, yaşama ve insanlığın evrensel değerlerine daha sıkı tutunmaktır.
Soluk aldığımız, yaşama tırnak geçirmeye çalıştığımız her alanda, yaşamın sadece soluk alıp vermek olduğuna inandırmak, böylesi bir onur kırıcı yönetilme ve sürü içgüdüsüyle güdülmeyi, süründürülmeyi kabul ettirmek isteyen zulmün ve paranın saltanatı, günbegün üzerimize üzerimize geliyorken, bize ise, faşizmin yaşamı teslim alamayacağını, bizi dize getiremeyeceğini inanmaktan başka bir seçenek bırakmıyor.
Hasan Oğuz Bilgen, 17.11.2016, Soğukkuyu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder