30 Haziran 2020 Salı

BİRLİKTE YÜRÜMENİN GEREKLİLİĞİ ÜZERİNE (3) (SON)

YA DA HİÇBİR ŞEY YAŞANMAMIŞ GİBİ ("MIŞ"gibi) YAPMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ.

Önceki yazıdan ( 2'den ) devamla:  1976 Lice Depreminin sonrasında yapılan çok uzun miting/yürüyüşte yolun çetin ve dahi sonucun 'muhteşem' olduğu yazıldıysa da...

Diyarbakır'ın Dağkapı alanına girdiklerinde 'esmer-sert' gençlerle, ülkenin batısından gelmiş 'narin-kibar' devrimcilerin adeta etle tırnağa benzedikleri, Dağkapı'nın birlikte başarmanın tadının çıkarıldığı bir bayram yerine döndüğü ve sonuçta finalin görkemli olduğu filan söylense de...
.  .  .

Lice-Surkent yolunda yaşananlar, yürürken tartışmanın zorluklarının yanı sıra, olması gerektiğini de, bir arada olmanın aciliyetini de kanıtlar gibidir. Surkentin Seyrantepe girişinde coşku dorukta, adımlar tabanların şişmişliğine inat daha bir kuvvetlidir.

O anda olan olmuş, "Bağımsız Türkiye" sloganı atılmıştır.  Ortalık bir anda buz keser. Söz de yerini bulmuştur. Esmer gençler onay vermez, daha da sertleşir. Öyle ya, içinde bulunulan bölge mevcut "Misak-ı Milli" sınırları içinde bir "sömürge"dir.

Böyle olunca slogan da yanlıştır! Yeri değildir! Ancak aklın yolu da birdir. Yazgı birliği yapmanın, omuz vermenin töresi, siyasi terbiyenin gereğindendir. Aslolan hedefe, Dağkapı'ya varmaktır. Başarırlar da. Alandaki heyecanlı kucaklaşmanın bir yerinde, o güne dek, o topraklarda hiç duyulmamış "Mahir, Hüseyin, Ulaş" belgisi ortalık yere bir ses bombası gibi düşer. İlginçtir. Tarihseldir. Tanıkları yaşıyordur. Ve ne enternasyonel bir durumdur. Gür sesin sahibi Siverek'li Davut, namı-diğer Şirin adında cesur mu cesur, tabusunu yıkmış lakin esmer bir gençtir.

Bölgede alışılmadık şiar, öncekinden daha soğuk rüzgarları estireceği yerde kabul görür. Böylece bir şey daha başarılmıştır'Ayrı'yı bahane etmeden, aynı yanları öne çıkararak, aynı yolu adımlamanın zorunluluğu.
.  .  .

1976'nın Lice'sinde, kesseniz kendi doğrularından ödün vermeyen, her daim sert esmer gençlerle başarılanın, 2020 yılında başarılamaması manidardır. Şaka değil, aradan kırk beş yıl gibi yabana atılamayacak, hatırı sayılır bir zaman geçmiş. Sözü edilen destanımsı bir güzelleme, ağlak bir sol melankoli değil. Değişime, dönüşüme karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu. Geçmiş seviciliği. Eskiyi kutsama. Ya da gündedün (romantikler nostalji diyor) hiç değil.

Şimdilerde, karaçalı misali paçamıza yapışmış ve yakamızı bırakmayan handikapın epeyce derinlere, kılcallarına giden köklerinde, aynı hoşgörünün, olayları, sorunları birbirinden ayırma ve adil yargılama gücünün, doğru ve akla uygun yargılara varma yeteneğinin olmayışı var.

Ha, bir de.  En sıradan ve en basit bir aile şirketinin bile her mali yılın sonunda yaptığı muhasebenin zerresinin dahi yapılamamış olması... Neredeyse inatla, yaşana yaşana, bile bile yapılmamış olduğu gerçeği var ki... Zehir zemberek... "Kibar-narin" delikanlılar bunu hiç ama hiç yapamadı.  İşin kötüsü, bitmek tükenmek bilmeyen ve çözümsüz sanal polemiklerini daha uzun süre sürdürmekte kararlı görünüyorlar.

Durum böyle olunca, hiçbir şey yaşanmamış gibi, hiçbir şey olmamış gibi, "mış" gibi yapmak, üstüne üstlük 'işler' oluyor rahatlığı, kervan yürüyor ruh hali içinde olmak dayanılmaz, kabul edilemez bir hafiflik; biraz da pişkinlik oluyor.

Böyle olunca, bırakalım ortak paydayı önemseyip ayrılıkları ötelemeyi... Şu güzelim ülkenin endüstriyel tarlalarında, kimyasallara maruz kalmış en iddiasız bir arpanın sürdüğü, önemsiz ve çok küçük boyu kadar bile bir yol alamamak, kendini yineleyip durmak... Gündeme uygun düşecek benzetmeyleHalkın oyları, iradesi ile 'Meclise' gelmiş vekillerin enselerinden bastırılıp rehin alınması kaçınılmaz oluyor.

'Zaman aşımı' statükonun, TCK'nın ayıbıdır. Savunup geldiğimiz. Çözemediğimiz, çözmediğimiz sürece de sürgit ayaklarımıza dolaşacak olan eleştiri-özeleştiri-ikna sorununda zaman aşımından söz edilemez. Kendimizi tekrarlayıp durmak, eski bir ilk gençlik hastalığımız. Ne diyordu, Bedrettin'in hocası İbn Haldun "İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şey atmazsanız, kendi kendini öğütür."

Resmi tarihin pek sözünü etmediği Haldun öğretmen, sözü dolandırmadan, daha iyi anlamak ve anlatabilmek için, kitabın orta yerinden konuşuyor. Değirmene zamana uygun yeni şeyler atmak gerek. Uzaklara filan gitmeye gerek yok. Oturduğumuz binada, iş akti yönetici tarafından gerekçesiz, tam bir keyfiyetle feshedilen güvenlik görevlisinin ya da bahçıvanın yanında olalım yeter. Sorun, elbette bunu yaparken, gelir-gider hesabımızı denkleyip, muhasebemizi de tutturabilmekte.

Sorun, yeri geldiğinde Siverek'li esmer genç Şirin gibi cesaretli ve dahi kucaklayıcı, "Hemen gidelim... Yolda tartışırız" diyen, "Batı'dan gelmiş" narin ve tıfıl delikanlı gibi sağduyulu ve çözüm ortağı olabilmekte.

Hasan Oğuz Bilgen, 01.07.2020, Y. B 4, Buca Bölge C.evi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder