2 Temmuz 2020 Perşembe

TEMMUZ AYINDA İNSAN YANAR MI?

TEMMUZ AYINDA İNSAN YANAR MI?

Parkta orta yaşlı iki insan... Gölgedeki banka oturmuşlar. Kadının elinde yelpaze. Yanındakine "Çok sıcak" diyor. "Dayanılacak gibi değil." Adam ter içinde. Konuşmaya hali yok. Başını sallıyor sadece. Marketin önünde insanlar. Yaşları farklı olsa da, yakınmaları aynı: "Çok sıcak, çok. Yanıyoruz..." Durakta geciken otobüse sinirlenenler... Sorsanız, hepsi "Yanıyor"dur. Dokunsanız bir, "o başına taş düşecise şöfer; kim bilir hangi cehennemde çay-sigara içiyor"dur! 

Temmuz ayında insan yanar mı? Üstün bir güç, bir sihirli değnek olsa. Parktaki ablaya anlatabilse. "Madımak yangınını?!  Din adına vahşetin çağrısını yapanları... Şer çağrıya uyularak yakılan oteli. Otuz üç aydın, sanatçı, güzel insanı... Sıcaktan bunalmış ablam. Yelpazesini gizlemeye çalışır mıydı ?
.  .  .

Yıl 1966. Temmuz. Yine sıcak bir gün. Çocuk henüz on yaşında. Köy Enstitülü babasının okuduğu  gazetenin sayfalarında gezinir. Bir karikatür. Anlamaya çalışır. Gün ışığını ve gecenin rengini ifade eden siyah ve beyaz bölümleri ortalarından kalın bir çizgiyle ayırmış iki kare.

İlk kare: Temiz giyimli kravatlı adam. Şalvarlı, sakallı birini, elinden tutmuş aydınlığa çıkarmaya çalışmakta.

İkinci kare: Sakallı adam ellerini, temiz giyimlinin ellerinden kurtarmış !.. Kurtarmakla kalmamış, kravatından kavramış, geldikleri yöne, karanlığa sürüklemekte.

Çocuk bir şey anlayamamıştır. Ne var ki, kafası da epeyce karışmıştır.
Akşam olur... Sofrada babasına sorar. Baba yine dersini verir: Tarih, aslında bir ileri-geri kavgasıdır. Gün ışığına koşanlar. Gecenin karanlığında uyuşmuş uyuyanlar... Işığa yürüyenler, el verip gönül tutmak ister. Sakallıların gözleri koşanların ayaklarındadır. İlk fırsatta çelme takmak isterler.

Yaşamının onuncu yılındadır. Dünyanın olayları, olup bitenler oyun gibidir. Ancak, insana-dünyaya bakışı da o karikatürle şekillenecektir.
.  .  .

Yine bir temmuz. Madımak yangını ve katliamından on yıl önce. 1983 yılının yazı. Genç yaşına karşın, o güne dek binlerce kez işittiği hatta kullandığı "yangın yeri", "zindan gibi" sözcüklerinin ne anlama geldiğini, tıkıştırıldıkları dar koğuşta anlar. Temmuzdur... Otuz kişilik koğuşta altmış kişidirler. Dayatılan "Tek Tip Elbise" baskısına karşı başlatılan direniş eylemi nedeni ile, koğuşun havalandırma avlusuna bakan pencereleri tuğla ile örülür. Onca insan, onca sıcağa ve havasızlığa karşın, yirmi dört saat boyunca kırk watlık ampullere mahkum edilmiştir. Dokuz aydır görüş, mektup, banyo dahil her şey yasaktır. Sıkış tepiş, şort atlettirler.

Mazoşist olduklarından elbette değil. Hiçbirinin aklına "Çok sıcak, çok...Yanıyoruz" demek gelmez. Havalandırmaya da çıkarılmadıklarından, on metrelik yemekhane bölümünde sırayla volta atarlar. Temmuz ayıdır... Bunaltıcı sıcaktan birbirlerine değmemeye özen gösterdikleri koğuşun suları "güvenlik" gerekçesi ile, gecenin bir vakti yarım saat kadar, o da sıçankuyruğu gibi akar.

Ol nedenle şimdilerde, temmuz ayı geldiğinde ve malum yakınmalar başladığında, "16.Koğuş"daki devrimci tutsakların yataklarında yatamadığını, gece yarıları sınırlı dakikalarda, hiç acele etmeden ve asla birbirinin sırasına saygısızlık etmeden, paylarına düşen iki tas su ile, sadece koltuk altlarını ve de apış aralarını yıkadıklarını anımsar.
.  .  .

2020, mevsim yaz. Aylardan yine aynı o ay. 1993 Temmuzunda Sivas' Madımak Oteli'nde katledilen otuz üç canın içindeki Behçet Aysan'ın dizeleriyle: "Değişen bir şey yok. Ölüm hariç. Aynı gökyüzünün altında, aynı kederle." yaşayıp gidiyoruz işte.

Sıcak aynı sıcak, karikatür aynı karikatür, ölüm aynı ölüm...

Hasan Oğuz Bilgen, 03.07.2020, Koğuş 16, Şirinyer-İZMİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder