12 Temmuz 2020 Pazar

AYASOFYA'NIN GÖLGESİNDE KIDEM TAZMİNATI

AYASOFYA'NIN GÖLGESİNDE KIDEM TAZMİNATI

Öğretmen sadece ders verir. Daha ortaokul sıralarında, "Çocuklar, tarih bir ileri-geri kavgasıdır" derken, her daim geçerli bir evrensel ders, fukara halinden başka da verebileceği bir şeyciği olmadığını kanıtlar gibidir.
Geçenlerde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), işgücü-işsizlik-istihdam üçgeninde ortak veri tabanının, gelinen/yaşanılan koşullarda yeniden değerlendirilip 'revize' edilmesi gerektiğini rapor etti. Rapora göre, gerçek iş ve işgücü yitimindeki ölçüt, kişi (-nicelik) değil, işbaşında, yani bizzat şantiyede tezgah başında geçirilen süre olmalıydı. TÜİK, bu ciddi yönergeyi duydu duymasına da, bu uyarının havai fişek patlamalarına karışıp güme gitmesi, onun da işine geldi.  (Ah Sakarya! Temmuzda yine yandık. Yetmedi. Göyüzüne saçıldık. Paramparça.)

DİSK-AR, "Ayasofya önü kutlamalarında dua edip tekbir getiren insan sayısı"nı değil, yüzde 40'lara gerileme eğilimindeki  istihdam verilerini ölçü alıp, ILO'nun önerdiği güncellemeyi yaptı Ortalık yere saçılan yüzyılın işsizlik rekoruydu! Geciktirmeksizin gelen, DİSK-AR açıklaması çok açık ve netti: "TÜİK yönetiminin kafası ile, iş / işgücü yitiminin gerçek boyutlarını anlamak olası değil. TÜİK'in işsizlik saptama tekniği, Covid-19 gibi bir salgın döneminin etkilerini yansıtmaktan uzaktır."
.  .  .

Öğretmenin ders verdiği tarihi konuda saflar çok ama çok net. Yakınmalarını, artık mırıldanmaktan öteye, sokağa, alanlara taşıyan, taşırmakta da kararlı kalabalıklar. İşsizlikteki, iş ve kadın cinayetlerindeki rekor artışı, çoklu baroyu, savunmanın neden yürüdüğünü, ekonomideki yere çakılışı, derdest edilen vekilleri, hapisteki gazetecileri ve de hiç edilmeye çalışılan işçinin kıdem tazminatını konuşalım diyen kalabalıklar... Öte yanda, siz lobilerden yana mısınız, milletten yana mı? diye soran, "Ayasofya'yı namaza açtık daha ne istiyorsunuz?" diyen egemenler...
.  .  .

Kıdem Tazminatı, Türkiye işçi sınıfının tarihsel bilincinden, yüreğinden, dilinden düşürmediği, hep birlikte yıllardır söylediği sınıf türküsüdür. Kıdem tazminatı, tesisatçı Davut'un, demirci Özgür'ün, inşaatçı Mustafa'nın sazının bam telidir. Çok uzun bir süredir, sermaye çevrelerinden gelen 'umumi istek' üzerine bu emektar sazın akordu ahlaksızca bozulmaya çalışılmakta.

Hak-İş'in dışındaki, sendika konfederasyonlarının sermayenin bu son topyekun saldırısının karşısında "kırmızı çizgimizdir" ortak paydasında buluşması elbette kayda değerdir. Düne dek, fon konusunun ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmesi, işçinin nabzının tutulması, sendikaların tansiyonunun izlenmesi anlamında idi. Haliyle işçi hemen dikiliyordu: "Alanları ısıtırız!"

Son 18 yıl, böyle nabız yoklamalarla geçti denebilir. An itibari ile, durum artık öyle değil. Beştepe'den gelen son "Fon yasasının sosyal taraflarda artık mutabakat koşulu aranmaksızın çıkarılacağı" buyurması, pek sevdikleri işverenlerin kulağına kar suyu kaçırırken, işçi sınıfının yüzüne okunan bir ölüm fermanı, açıktan bir tehdit, bir meydan okuma anlamına geliyor.

Durum böyle olunca, emeğin var olan haklarını korumada, "meşruiyet" sınırları içine hapsolmuş, sadece "elde olanı koruma gayreti" gibi geleneksel sendikal mücadele hattı yeterli olmuyor. Son günlerde, emek ve emek dostu örgütlerinin sanayi havzalarını, şantiye alanlarını, meydanları ısıtıp, kıdem hakkı gaspına itiraz etmeleri çok önemli. Dahası, bu mücadelenin çoğaltılarak/ sıklaştırılarak sürdürülmesi gereklilikten öte bir zorunluluk...

Özellikle sendika şube yönetimleri günlük yaşamın canlı alanlarında, çarşıda, pazarda, insan hakkının önemini, emeğin değerini anlatan, yaratıcı, öğretici, zekice, dikkat çeken eylemler, etkinlikler düzenleyebilmeli. Kısa ve açıklayıcı bildiriler dağıtabilmeli... Salt sanal paylaşımlar ya da görsel açıklamalar ile yetinmemeli. 1991'deki "Madenci Yürüyüşü"nün, maden işçisinin derdini evlerimizin sofralarına dek nasıl getirip oturttuğu belleklerde tazeliğini korumaktadır.

İşçi sınıfının kendi sınıfından ve topyekun emekçi dünyasından başka dostu yoktur. Tarih, kendi gücünden başka bir güce bel bağlayanların hüzünlü yenilgileri ve acılı düş kırıklıkları ile doludur. Üç maymunların fütursuzca Ayasofya'yı körükleyerek, haklı çığlıkların değersiz kılınmaya, hatta ötekileştirilmeye çalışıldığı şimdilerde, işçiler, işçi önderleri daha da uyanık olmalı. Yıllardır, kendisine dikte edilenin tersini okumalı, tersini düşünmeli. Alışılmışın ötesini denemeli. Belki de ezberini bozmalı. İşçisiyle, sendikacısıyla ezberleri zorlamalı...

Yıllar var, dost bilinen, bel bağlanan düzen politikacıları, muhalafetçileri var. İşçi sınıfının bu gönülsüz, bu iştahsız, tercihini bir türlü yapamayan bu heyecansız destekçilerini, Ayasofya'da kılınacak ilk cuma namazında, iktidarla aynı safta görebileceğimiz şu yanılsamalı, vefasız günlerde, daha da dikkatli olunmalı. Sözün özü, Demirci Özgür Usta misali, ola ki eylem gömleğini herkes ters giymeli... Gömleği ters giyenlerin çoğalıp alanları daha da ısıtması, klasik sendikacılık anlayışına da ironik ama manidar bir ileti olmalı.

Büyük insanlığın, "ayaktakımı"nın, baldırı çıplakların kendilerinden başka, gündüzleri işsiz gezenlerden, geceleri aç yatanlardan başka dostu yoktur.

Ve dahi olmayacaktır.

Hasan Oğuz Bilgen, 12/07/2020, Ulamış-Ekoköy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder