25 Temmuz 2020 Cumartesi

CUMARTESİ ANNELERİNİN 800.HAFTASINDA DİDAR ŞENSOY'U ANMAK...


"BENİM ANNEM CUMARTESİ" OLSUN.

Dün, 'hayırlara vesile olma' inancına göre hayırlı gündü. Yüzyıllar boyunca hiçbir ayrım yapmaksızın insanları kucaklamış İstanbul sokaklarından, kılıç kalkan seslerine karışan şer-i hilafet naraları geldi. Öyle ya, günlerden cuma idi. Yer, müslümanlığın miladından iki yüzyıl önce kilise olarak inşa edilmiş, inançların kültür mirası Ayasofya. Ülke sınırları içinde olan bir yer, nasıl olmuşsa tekrar fethedilmiş ve zaptedilmişti!  Ol nedenledir ki, elbette "hayırlara vesile"ydi.

Asıl konu bu günün ertesinde. Cumadan sonra gelen günde. Cumartesinde...

Bu gün cumartesi... Sıradan, sıcak bir temmuz günü gibi; ama değil!  Bu sabah, sevgili ülkemin kimi insanları erkenden, biraz tedirgin, biraz sinirli uyandı. Her birinin ruh hali, acıyla hüznün dirençle harmanlanıp umuda dönüştüğü bir ruh haliydi. Cumartesiydi. Üstelik sekiz yüzüncü cumartesiydi...

Bir günün sekiz yüzüncüsü olur mu? Nobranlığın, hoyratlığın yeni bir insan tipine dönüştüğü absürt bir ülkede yaşıyorsanız olur. Oluyor!  Toplum biliminin alanına giren klinik durumun açıklamasını uzmanına bırakıp, mizah üzerinden açıklamaya çalışalım:
Onca copa karşın "İstanbul Sözleşmesi Yaşatır" pankartını yere düşürmeyen kadınlar, polisin Battal Gazi'yi aratmayan üstün performansı karşısında helak olmuştur. Coplar havada ve hep bir ağızdırlar. Karikatür bu ya. Muhtemelen bir kadını katletmekten içeri girmiş biri, parmaklıklar ardından, olup biteni, yerlerde sürümeleri zevkle izlemektedir. Yetmez, "Geliim mi amirim!? Karnına vur karnına!" diye bağırması karikatürize edilmiştir.

Sanatçısına yukarıdaki karikatürü çizdirten, çizdirtebilen ülke, tek sözcükle absürt bir ülkedir. Absürt ülkenin klişeleşmiş/absürt sözü: "Sözün bittiği yer"dir!.. Söz bitsin, soru sorulmasın. Sorun sürdükçe söz niye bitsin?  Cumartesi Anneleri tam 800 haftadır, egemen güçlerin devlet olanaklarını fütursuzca kullanıp baskı ve şiddeti arttımasına karşın, gözaltında kaybedilen evlatlarını arıyor. Takvim dilinde, sekiz yüzüncü cumartesi sekiz yüz haftaya denk düşer. Ve ilk güne, 27 Mayıs 1995'e gidilir. Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini öğrenmek için bir araya gelen ailelerin ilk buluşmasına.

Ne var ki, aslolan acının kökleri 1980'in baskı/şiddet günlerine gider. Siyasi tutuklu haklarının dille getirilmesi ve cezaevi koşullarının iyileştirilmesi mücadelesinin başlatıldığı zorlu yıllara. O yalnız, savunmasız günlerde, cezaevi kapılarında, Meclis kapılarında Didar ablayı, Didar Şensoyu görürüz. O beyaz giysileri içinde, diyabetli haliyle, birilerinin düğme iliklediği muktedirlerin kapılarını çalan, soru soran, imza toplayan, toplu dilekçe veren İHD kurucusu Didar Şensoy'dur.

Bu ülkede, birlikte görünmekten çekinen tutuklu yakınlarını bir araya getirip, en temel insan hakları için harekete geçiren Didar abla ve yol arkadaşları/tutuklu yakınlarıdır. İnsan hakları aktivisti ve İHD kurucusu Didar Şensoy, cezaevlerindeki baskılara dikkat çekmek amacıyla 1 Eylül 1987'de İstanbul'dan Ankara'ya yapılan yürüyüşte polis müdahalesi sonucu şeker komasına girerek yaşamını yitirir.

Yüreklerindeki yakan kavuran fırtınaları bir nebze olsun dindirebilmek için, yıllardır kapanıp ağlayabilecekleri isimsiz bir mezar taşı arayan kayıp yakınları... Onların yılmak bilmeyen onurlu mücadelesini, Didar ablanın dimdik duruşundan, ödün vermeyen kavgasından ayrı düşünmek tarihimizin belleğini eksik okumak, yakın tarihimize eksik bakmaktır. Birlikte yürürken tartışmanın, tartışırken yürümenin olmazsa olmazlarından, kırmızı çizgilerinden biri de budur.

Cumartesi Anneleri'nin, yakınlarının akıbetini açığa çıkarma kavgasının sekiz yüzüncü haftasında Elmas Eren'lere, Anik Can'lara, Berfo Ana'lara ve de Didar Abla'ya selam olsun... Aşk olsun...

Hasan Oğuz Bilgen, 25/07/2020, Ulamış-Ekoköy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder