26 Ocak 2023 Perşembe

"GİTARCI"YI YAZMAK, TEK SÖZCÜKLE BOYNUMUZUN BORCUDUR (1)

 


Omuzdaşı, taşıyanı, vefalı insan, enternasyonalist Lamprini'ye ve elbette biricik oğlulcuğu Yorgo Özgür Georgie'ye...

* * *

Yaşamın gerçeği öyle anları dayatır ki... "Susmak erdemdir" bilge sözü bir anda ters yüz olur. Tam da o kırılma anında "konuşmama kararı"ndan esnediğini, ödün vermediği sivri yanları ile bir inceden çatıştığını, kaba deyişle o yanları usulca, biraz da hüzünlenerek törpülediğini görür insan. 

Artık Hasan'ı, bizim ele avuca sığmaz, gönül kuşu çapkın Gitarcı'yı yazmak, inceden inceye sızlanan kırılmış gönül bir yana, tek sözcükle boynumuzun borcu olmuştur. Onu yazmak, bir dönemin eleştiri ve öz eleştirisini de yapmak gibi bir anlam, sorumluluk gerektiren derin ve karmaşık bir içerikle de yüklüdür. Konuşmama kararınızı sorgulamanıza neden olan belirleyici etken, ağırlıklı olarak bu güne dek çözümlenememiş yapısal sorunun tam da bu boyutudur.

* * *

On beşindedir. Fiziği ile, gitarı ile kızların 'esas oğlanı'dır. Düğünlerde çalar, çokta para kazanır. Öğrenci evinin kirasını bile öder. Oldu olası uçarılığından, başına buyrukluğundan"ilke"lere sığmadı, disipline gelmedi. Varsın gelmesindi, göz-gez yapamasın, attığını vuramasındı!  O coşkulu, delişmen halleri sınırlanmasaydı, çokta kötü şeyler olmazdı hani. Öldür allah beceremediğimiz yazılı belleğimizin, belki de şimdilerde onur duyduğumuz parlak bir müzikal sayfası olurdu Hasan. 

Bu karabasan, bu alaca karanlık, her birimizin kendi güvenli sularında yüzdüğü, kendi sakin limanlarında saklandığı günlerimizde, içimizi açan bizim de bir "Grup Yorum"umuz olsaydı fena mı olu rdu a dostlar?!  Çok değil, daha iki yıl önceydi: Konu bu kadarıyla bile açıklanıp onunla paylaşıldığında -bu inceden, bu mahcup öz eleştiri bile onun için yeterli olmuş ve de nasıl da gülleri açmıştı çakırkeyf yüzünde.

Ne var ki, yakın politik geçmişte çok az siyasal yapıya nasip olacak, sevaplarıyla günahlarıyla, çocukluk hastalıklarımızın sıtma nöbetleriyle yüklü, dolu dolu hikayemizi, olayımıza vakıf onca usta kalemimiz varken, -ortak bir dille- sözlü tarihten yazılı tarihe dönüştüremedik. 

Hesabı görülmemiş, muhasebesi yapılmamış, kalıcı ve dahi yazılı bir belleğe dönüştürülememiş bir geçmiş... Ama bedeli de sıvışıp yılışmadan, el etek öpmeden ödenmiş, aslanlar gibi. Ama asla abartılacak ve üzerinde gereksiz güzellemeler yapılacak bir durum olmayan. Ne var ki muhteşem bir hikaye... Öyle, öylece, ortalık yerde, kendi halince... Kimsesiz, sahipsiz durup duruyor.

* * *

1977. Bir ağustos sıcağında, Manisa İstasyon Garı'nda. Gitarcı, ablası Hülya ve Sivas'tan 'çıkmış' gelmiş, 'soğuk nevale' bir genç adam. Hasan her zamanki gibi pür neşe; güldürüyor oradakileri. Ballandırıyor, cilalıyor yüzü gülmeyen adamı; aklınca ara yapacak, ara bulacak. Yiğidi eleştir, hakkını yeme. Bilememişiz. Ah, ne çok gereksinimimiz varmış; bardağın dolu yanına ve dahi engin hoşgörüye. Uzun sözün kısası ve özü, hoşgörü/iyi niyet konularında epeyce sabıkası vardır. 

Ne var ki, her ne yaptıysak, ne denli uyarıp eleştirdiysek...  Deli fişek zıpırı, ilkelerimiz doğrultusunda bir düzene sokamadık, doğrularımıza çekemedik. Olmadı işte... Örgütsel yaşam biçimimize sığmadı gitti. Açıkçası, bir çoğumuz için geçerli olan ve de kaçınılmaz olumsuz sonuçlarını o günlerde öngöremediğimiz sorunun, yabancı deyişle bir "istihdam" konusu olduğu kabul edilemedi, görülemedi.   

Bir konu daha var ki, devrimcilerin nereli olduklarıyla anılmaması gerektiği ile ilgili... Çok talihsizdir ve dahi çok acıdır. Yere göğe koymadığımız Guevara'mız, Arjantin'li olduğunu söylememeye bilinçli olarak özen gösterir. Enternasyonel olmakla sevdalı yoldaşlarımızın "Gasabalı" lı olmakla anılması ne talihsizlik ve de ne acıdır. Bu konu bir sözcük oyunu ya da bir "teferruat" olarak görülmesin. Sorun, o kadar basit değil. Sosyal olayları ve tarihsel kişilikleri, bir zamanların Tercüman gazetesi'nin "Pehlivan Tefrikaları"na indirgeyip anlatmakta toplum biliminin diyalektiğine ve evrensel ilkelerine ters düşer. 

Tam da burasıdır. Bizi var eden devrimci geleneğimizin eleştiri ve özeleştirisinin püf noktasıdır. Kısadan, bizim Gitarcı "Gasabalı" değil, Gözlet köylüsünün ve Soma'lı maden işçisinin "Soma"lı diye andığı, sözü özü bir Soma'lı Hasan'dır.

* * *

Nasıl bir kişilik özelliğidir ki, yıllar sonra yurda gelişiyle yaşamımızı değiştiren olayın etkileyen nedeni de, sonsuzluğa gidişin final sahnesinde de baş aktörü olunur?! 

* * *

Uğurlar ola, onca "12 Eylül firarisi"ne evini, olmayan olanaklarını ve de Lavrion kapılarını açan, bizimse 'çirkin ördek yavrusu' yerine koyduğumuz gitarcı çocuk. Beni daha iki yıl önce, küplere bindiren patavatsız sözünü, Sosyalizmin Alfabesi kitabını hep birlikte okuduğumuz, teneke sobalı öğrenci evindeki kız oğlan kız halini gözümün önüne getirerek duymazdan gelebilseydim...

"Susmak erdemliliktir" ata sözünden sonra, "Bağışlamak büyüklüktür" sözünde de, bir kez daha önyargılarını yadsıdığını, alışıla gelmiş, kanıksanmış kalıplarını kırdığını görür insan.

Fazla söze gerek yok. Son yıllarda özlemi ve düşüncesi ile emek verdiğimiz, yazılı ve kalıcı bir bellek oluşturma ereğimiz gerçekleştiğinde, 'Gitarcı' öyküsünün tüm detayları orada okunacak, adı anılan ya da anılmayan, pakette kalan son 'Birinci' cıgarasını paylaştığımız gül kokulu, hüzünlü yoldaşlarımıza ilişkin tüm yaşanmış anılarımız orada yazılacaktır.  

Uğurlar ola ey şarkı sevdalısı Gitarcı. Emsallerimizin en yakışıklısı. Genç kızarın en güzel, en renkli, en çekici rüyası. Kural tanımaz, başına buyruk, eleştiriye/disipline gelmez, zıpır mı zıpır, sözünü esirgemez patavatsız çocuk...

Hasan Oğuz Bilgen. 26.Ocak.2023. Dachau- Münih.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder