23 Nisan 2023 Pazar

“24 NİSAN” KESİTİNDE BELLEK YİNELEMELERİ ve ANIMSAMALAR ( 2 )



“24 NİSAN” KESİTİNDE BELLEK YİNELEMELERİ ve ANIMSAMALAR ( 2 )

*   *   *

Son siyah beyaz fotoğraf:

Resim net; yaşamın kendisi resmi tarihin masalları ve de kahramanlık destanları ile yetişmiş bir insan için anlaşılması zor, karmaşık ve kabul edilemezdir.

Yaşamın gerçekliğidir ki, zıtlıkların ve karşıtlıklarının bir araya gelmesiyle sorun derinleşir, yaşam zorlaşır. Yine de, farklılıklarla bir arada olabilmek, dili, dini, ırkı ve inancı ile insanı olduğu gibi kucaklamak, bizi zenginleştirir, güzelleştirir. Hoşgörü ile gelen barış öğretici olur öğretir;  insanı bilgi, deneyim ve erdem sahibi yapar. 

*   *   *

Ergen aklı hala bir Dostoyevski klasiği Suç ve Ceza'nın dizelerinde, gözleri Sultan Camisi’nin batı yakasında, dutluk alanda derme çatma kurulmuş çadırlardadır. Zoraki konaklama alanının sakinleri, belediye başkanı ile ücret anlaşmazlığına düşmüş belediyenin temizlik işçileridir. Kılıçlar çekilmiş, gemiler yakılmış, grev ateşi yakılmıştır. Babası dışında herkes, o çadırlara asla yaklaşmamalarını yakınından bile geçmemelerini tembihler.  

Kentin gökyüzünde soğuk rüzgarlar esmektedir. Hava kurşun gibi ağır ve boğucudur. Bu olaya dair, resmi ağızlardan yapılan açıklamalar, Spil dağının soğuğu kadar dondurucudur:  "Çadırları kuranlar yöneticilerine başkaldırmış, belediyenin riyaset makamına isyan etmiş baldırı çıplak ayak takımıdır." 

Çocuk belleğinde iz bırakan açıklamaların en çarpıcısını, en ürkütücüsünü okulun patlak gözlü şom ağızlı hademesi yapar: “Çadırlarda yatıp kalkan asiler Ermeni’dir. Onlara ekmek verilmemeli, su dahi götürülmemeli ve de anlattıklarına, söyledikleri yalanlara asla kulak asılmamalıdır.”

Çocuk, inadına çadırların içindeki yaşamın nasıl olduğunu, orada neler yaşandığını, acınası kılıklı insanların neden ortalık yerde çadır kurup ateş yaktıklarını, evlerinde, ailelerinin yanlarında olmadıklarını düşünür. 

Çok geçmez... Onunla birlikte, kentin sağduyulu insanları, o çadırlarda kalanların Ermeni olmadığını, sadece haklarını alabilmek için greve çıkmaktan başka bir yol olmadığını anlamış ve aştan işten başka bir dertleri olmayan kentin çöpünü toplayan, yolunu yapan suyunu getiren belediye işçileri olduklarını öğrenirler.

İlerleyen günlerde, o derme çatma çadırlardaki bu doksan belediye işçisinin kırkdört gün sürecek 930 kilometrelik Ankara yolunu yoksul ayaklarla yürüdüğünü tüm kent duyacaktır.

*   *   *

Öğretmeninin deyişiyle, “Nisan ayı muhteşemdir. Kımıldanış uyanıştır. Köklerden gövdeye, dallara can suyunun yürümesi; ağacın çiçeklenmesidir. Dağın taşın, börtü böceğin uyandığı günlerdir.”

1 Nisan, insanın kendisi ve başkaları ile barışık olduğunu kanıtladığı, kendisini ve diğer insanları hoş gördüğü bir gündür. Ol nedenle 'Nisan balığı' şakasının tadına doyum olmaz.

Köy Enstitüleri’nin kuruluş tarihi olan 17 Nisan, bozkırdaki aydınlanmanın, umudun çekirdeği, büyümesine kök salmasına izin verilmeyen yalnızlıkta açan kır çiçeğidir.

Ne var ki günlerden 24 Nisan’dır.

Ergen kızların ilk özel günü gibi, tıpkı bir günah gibi gizlenen, asla dillendirilmeyen, dahası inkar edilen, ülkem coğrafyasının en ağır, en boğucu sayfasıdır. 1915 yılı ve sonrası, devlet zoru ile bir toplumun kırıldığı, tüketilmeye çalışıldığı acılı günlerdir. Gün geldi anlatsın, anımsatsın, unutulmasın diye, olup bitene özetle 24 Nisan dendi.  Bu tarih bir sembol, bir anma günü olarak benimsendi…

*   *   *

Resmi tarih, yoksul halkların baldırı çıplaklarının, “ayak takımı”nın, egemenlerin kar hırsı yüzünden çektiklerini yazmaz. Sınıfların ana rahmi köleci toplum biçiminden bu yana, egemen sınıfların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihi değil, Malkoçoğulları’ nın tarihidir ve Battal Gazi Destanları’ndan ibarettir.

Bu nedenle; 1915 ile birlikte ilerleyen kahırlı soykırım zamanlarında:

Çoluk çocuk çöllere sürülen, ateşe, sırtlanlara, Hamidiye Alayları'nın önüne atılan Ermeni vatandaşlarının, kaçının soğuktan, sıcaktan, açlıktan, susuzluktan, kılıçtan, paladan, serseri mermiden öldüğünün,

Ölü sayının beş yüz bin mi, bir milyon mu, bir buçuk milyon mu olduğunu eveleyip gevelemenin,

Bu cehennemin adının vahşet mi, katliam mı, tehcir mi, soykırım mı olduğu konusunda yapılan laf ebeliklerinin, pek de kıymeti harbiyesi yoktur.

Ne ki, 24 Nisan'dır.

Kıyıma, kırıma ve dahi tüketilmeye, yok edilmeye, soyunun sopunun, köklerinin kazınmasına reva görülen bir kadim Anadolu halkının acıları, Talat Paşa’nın Cercle d’Orient Kulubü’ndeki akşam yemeği sonrasında, milletvekili Krikor Zohrap efendinin yanağına kondurduğu ölüm öpücüğünde gizlidir. (Vedat Türkali. Bitti Bitti Bitmedi.)

Nisan ayı ne hoş, ne de güneşlidir!  Doğasıyla kımıl kımıl, mutlu/mesut insanıyla cıvıl cıvıldır!  Madalyonun diğer yüzüyle, bir o kadar da zordur, kasvetlidir. 1915 yılının Deyr Ez Zor'un da, Urfa yollarında ne zordur hayat. Suriye çöllerinde, geç bestelenmiş içli bir şarkının hüzünlü dizeleri sızılanır. Güfte her şeye karşın, onca tehcire, zora, zorlamaya karşın, yalnız kendine sitemkardır.

Yine de "şikayet" etmez, nefret dili, düşmanlık içermez. 

Adı Sarkis'tir... Acılıdır, yine de temkinli, tutumunda ölçüyü ve alçak gönüllülüğü elden bırakmayandır. Bestekardır. Acıyı yaşayandır. Kırımın tanığıdır.  Deyr Ez Zor ne menem bir zordur?!

Ne zordur atom çekirdeğini parçalamak. Ön yargılardan, nefretin tutsak eden ruhundan, öfkenin karaçalılarından aklı, paçayı, vicdanı kurtaramamak?
*   *   *

Oysa ne kolaydır barışabilmek, hoşsohbet komşuluk yarenlik yapabilmek. Motorları maviliklere, barışın ve kardeşliğin sularına sürebilmek.

Yine de resmi tarih anlayışının cenderesinden ötürüdür, 1915 yılının nisan ayında, Hozat-Ergen köyü Kayışoğlu Yarması’ndan salkım saçak ölüme uçan insan kalabalığında, annesinin eteklerine yapışmış bırakmayan kız çocuğunun yattığı ölüm uykusundan uyanamamak? ( a.g.y. Vedat Türkali )

Her şeye karşın, her şeye karşın… 

Kırılan cam, yıkılan çit için komşudan özür dilemek. Sen de beni bağışla komşu... Komşum benim... Kızını kızım bellediğim, oğlumu oğlun bellediğin. Gel eskisi gibi olalım, gülelim eğlenelim. Egemenlere, padişahlara, saltanatlara, saraylara inat, eskisi gibi yine kız alalım kız verelim.  Diyebilmek. Oysa ne de kolaydır.

*   *   *

Ne zordur, bu günleri de gördüm diyebilmek.  Ağız dolusu gülebilmek.  Ah, insana ne de güç gelir, doğum gününün 24 Nisan olması. Ve dahi, hem o ilkyaz uyanışlarının muhteşem, hem alacakaranlığın karabasan günlerinden birinde, 24 Nisan'da doğmuş olmak. "Eh be çocuk, doğum günün kutlu olsun" diyebilmek.

Hasan Oğuz Bilgen, 24 Nisan 1915, Vakıflı- Samandağ.


Not: 

Metnin devamı “24 NİSAN” KESİTİNDE BELLEK YİNELEMELERİ ve ANIMSAMALAR ( 3 )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder