29 Ağustos 2023 Salı

AKBELEN'Lİ KIYMET ANA'DAN YARA BANTÇI ESMA KADINA...

 


YARA BANTÇI KADIN.    

“Sen sağlam tek elinle, bu sehpayı nasıl götürürsün metro ile;  hem de akşamın paydos vaktinde?” ısrarını, demirci Arif usta’nın “şeytan azapta gerek” sözünü anımsayarak, bıyık altı bir gülümsemeyle alelacele geçiştiriverdiğinde, tabelasında “Aliağa” yazan İzban perona çoktan yanaşmıştı. O metroda, daha bu ayın başında Akbelen ağaçlarına sarılıp direnen Kıymet Ana’dan sonra, bir başka dirençli ve pes etmeyen Anadolu kadını ile tanışacağını nasıl bilebilirdi?

Kapılar açılır açılmaz, itiş kakış insan seline bıraktı kendini. Zor bela, iki vagon arasındaki boş alana ilerlerken, yerlerini vermek isteyen gençlere bakmadı bile. Onlara gülümsemekle yetindi. Öyle ya, o sehpayı salt kitaplarını koymak, çay/şarap sefası sürmek için yapmamıştı. Tek yaşam nedeni olan yardımlaşma kültürünün gereği, üzerinde oturmak ve başkalarının da soluklanması için, yani çok amaçlı değil miydi? İki vagon arası boşluğa ulaştığında, ağaç sehpayı özenle yere bıraktı. Yaptığı işle, el emeğinin gözünün nuru sehpasıyla gururlanarak üzerine yerleşti. Oradakilerin bakışları üzerindeydi. Bunun ayırtındaydı. Kendinden emin, sırt torbasındaki BirGün’ü çıkarıp, ergen kıkırdaşmalarına ve son model cep telefonlarının sanal muhabbetlerine aldırış etmeksizin her günkü terapisine, sudoku’suna gömüldü gitti.

Bir vakit sudoku yalnızlığında, önünde akıp giden çetrefil yaşamın çıkış yollarını, yol haritalarını aralamaya çabaladı. Olmadı, bulamadı… O günkü bulmaca yaşamı gibi zorluydu. Dikkatini ancak oradakilerden farklı bir insan sesi dağıtabilirdi. O ses, Kazdağları’nda ve Akbelen’de olduğu gibi, ilk başta biraz uzaktan, uğultulu geliyordu. Sanaldan/yalandan değil, yaşanılan/dayatılan gerçek yaşamın ta içinden: 

“Dar günde zor anlar için bir yara bandı alın.” diyordu. Ses kısık ve iddiasızdı ama içtendi. Üstelik, onca boş şamatanın, kuru gürültünün arasından süzülüp gelen belli belirsiz bir kadın sesiydi bu. Gazetesini dürdü. İlgisini, oradakilerden birçoğunun dikkatini bile çekmediği, asla acındırma derdinde olmayan yardım çığlığının geldiği yöne verdi.

Satıcı sesin sahibi onca kalabalığı yarmaya çalışırken, bir yandan da düşmemeye gayret eden, sol eli engelli kısa boylu bir kadındı. Siyah bileklikle sarılı sol elinde iki yara bandını yolculara özellikle göstermeye çalışıp, sağ eli ile bir dolu pazar arabasını çekerek ilerlemeye çalışıyordu. Tipik bir Adile Naşit örneği... Ama o meşhur “kih kih” gülmeyen, umutsuz/umarsız ve düşkün haliyle… Sendeleyerek zor bela gelir, tam önünde durur. Göçmen mavisi bıcır bıcır gözlerini, açık meşe vernikle boyanmış ağaç sehpanın üzerinde oturan ve kendisini süzen adama diker. Ve sanki kalın bir kitabın rastgele orta yerinden açıp okur gibi, ikirciklenmeden, usulca, çokça da kadınca bir utangaçlıkla konuşur:

“Rengi çok güzelmiş. Tam istediğim gibi, ağaç rengi… Nereden aldın?”   

İlk şaşkınlığını atlatan adam, “Verniğin açık meşe tonunu kendim seçtim. Yani kendim yaptım. Para verip almadım.” der. Onca gereksiz homurtular, sanal/yapay konuşmalar dinmiş, ortalık suspus, koca metroda sanki sadece ikisi varmış gibidir. Kadın dayanamaz, içinde olanı, diyeceğini deyiverir: “Kendimi bildim bileli, bu renkte ağaçtan bir hamur açma tahtam olsun istedim!..”

.  .  .

Ağaçtan bir hamur tahtası yapmak ne de kolay bir iştir. Kesmek çakmak çocuk oyuncağı!.. Ve onun damarlarını, doğallığını gösteren açık meşe vernikle boyamak, parlatmak ne basit bir iştir…

 .  .  .

Oysa şimdilerin hoyrat/ vahşi tüketim günlerinde iletişim kurmak, paylaşmak, halkım insanın yoksunluğuna dokunmak ne zordur. Hele hele, vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışıp kalmış kimi insanlara göre... 

Adamın amacı kadının özlemlerine, duygularına dokunmaktır: “Tek elinle o arabayı çekmek, ayakta durmak, ayakta kalmak kolay olmasa gerek?” 

Kafası sıfır numara traşlı gibi kel kadın dayanamaz, çözülür. Biraz dalgın; gözlerinden çok kısa bir an muzip bir gülümseme gelip geçiyor. Belli ki, sol elime bakarken 'sen benden farklı mısın ki' diye düşünüyor. Sonra yere bakarak, tane tane, sıkıntılı konuşuyor:

“Adamımdan ayrıldıktan sonra kanser oldum. Onun maaşı kızlarıma bağlandı. Ben, gördüğün gibi dımdızlak kalakaldım. (Sağlam eliyle başını tutar)  İki kızımdan; büyüğü gündelikçi diğeri çocuk bakıcısı… Öyle işte…”

 .  .  .

Adam, zor günlerin dar günlerin insanıdır; yara Kazdağları’ndaki insanın, Akbelen’li Kıymet Ana’nın yarasından başka bir yara değildir. Hal böyle olunca fazla da deşmek, örselemek istemez. Acıyı dindirmek, yarayı biraz olsun tımar etmek için, aynı kadının yaptığı gibi, uzatmadan kısa yoldan kestirmeden konuşur:

“Ben sana bir hamur açma tahtası yaparım. Gönlünce, dilediğince… Damarları belli eden açık meşeden.”

Saçsız umarsız, sersem sepelek ayakta kalmaya çabalayan, canı burnunda kavga veren bodur kadının gözleri ışılar, yüzünde güller tomurcuklanır. Umarsızlığı, yapayalnızlığı ve dahi paçalarına bir karaçalı gibi yapışmış yoksulluğu bir yana, gururlu onurludur da. Altta kalmak istemez besbelli. 

Yapıştırır hemen: “Masrafı neyse, öderim…”

Sudoku yalnızlığı adamın da sol elinde de, satıcı kadının bileğindekinin benzeri Hatay depremzedeleri ile dayanışma günlerinin eseri bir siyah bileklik vardır. 

Utangaçça, usulca gülümser: “Ömrüm boyunca ustam, yol göstericim bellediğim bir bilge insan var ki; bir yanlış yapıldığında gazabı düşman başına… Şantiyelerde demirci Arif Usta diye bilinir. Son söylediğini sakın ola ki duymaya… Yapar getiririz; helal hoş olsun da… Nereye, kime getirip teslim edelim?”

“Adresim bellidir. Karşıyaka İzban İstasyonu’nun karşısındaki eczanenin önünde, her daim yara bandı satarım. Beni herkes bilir, tanır. Yara bandı satan kadın deyi bilinirim. ”

*  *  *

O hamur açma tahtası yapılacak… Bir gün “Çok şükür, çok şükür bu günleri de gördüm.” diyecek olan ezeli açlar ordusunun alay sancağı misali öpülüp teslim edilecek. Ezeli yoksulluk ve açlık günlerinden sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz ve ebedi tokluk günlerinin anısına. Ve dahi, o ağaçlara sarılan gül yüzlü Kıymet ananın, onun kader ortakları tüm İzban seyyar yoksullarının, saçlarını kanserli düzene kaptırmış Esma Deniz hanımın emeklerinin, özlemlerinin hatırına…

Açık Mektup’tan, 30.Ağustos.2023, K.yaka İzban İstasyonu Önü.     


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder