YAŞLI KIZILDERİLİ’DEN AKBELEN’Lİ KIYMET NİNE’YE SELAM VAR…
İki Arapça kökenli
sözcük: KEŞFET ve FETHET.
İlk okunduğunda
kulağa hoş gelen bir nakarat ve bir tekerleme gibi. Ancak ısrarla resmi tarihin
Battal Gazi Destanları ile unutturulmaya çalışılan insanlık tarihini biraz karıştırdığınızda
birbirlerini tamamlayan, hatta aynı sinsi ve kurumsal/ örgütlü amaçta, aynı
insanlık ve doğa düşmanı eylemlerde buluşan ve hiç de masum olmayan söylemler
olduklarının ayırtına varıyorsunuz.
Konumuz dilbilgisinin
yazım kuralları, derdimiz sözcük analizi filan değil. Dahası, insanlık
tarihinin sınıf mücadeleleri sayfalarında çoktan yerini almış, acımasız ve
kanlı pratikleri kanıtlanmış kolonici vahşeti kurcalamak.
. . .
Eduardo Galeano’nun “Latin
Amerika’nın Kesik Damarları”nı önünüze koyduğunuzda, örnekleri ile detaylı bir
konuyu kurcaladığınızın ayırtına varıyorsunuz. Şu dramatik kırılmalarla
başlayalım:
Sömürgeleştirilen ülkelerin
her karış toprağına gözyaşı ve ölüm ekilen yerli insanlarına kan kusturulan
1700’lerin başlarında, İngiltere bankalarının ve Kraliyet ailesinin bizzat
beslediği donanmanın başına getirdikleri Kaptan James Cook’a “Yürü ya kulum.
Keşfet ve fethet gel.” demeleri, elbette Tahiti’nin sahillerine, Pasifik
Adaları’nın ovalarına, Avustralya’nın dağlarına, Yeni Zelanda’nın derelerine ya
da Endonezya’nın çağlayanlarına hayran olduklarından ve oraların sahibi
yerlilerini pek merak ettiklerinden filan değildi.
Batı’da İngiltere,
Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda, kuzeyde Rusya, Akdeniz’de Osmanlı, İran’da
Safevi’ler, Moğollar, uzakdoğu’da Çin hanedanları, iştahlarını kabartan bakir
toprakların doğal güzellikleri, kültürleri, mekânsal değerleri ile, elbette
ilgili değillerdi. Keşfetme/ keşif bahane, yağma/ talan şahaneydi. Bir başka
deyişle, salyalarını akıttıran tertemiz toprakların yeraltı ve yerüstü
zenginlikleri idi.
Örnek mi?
1500’lü yıllarda,
yerkürenin Karayip Adaları’nda keşif(!) yorgunluğu ile soluklanan İspanyol
koloniciler, Meksika’da Aztek adını almış ileri bir toplumun ‘boyunu aşan’
insancıl işlere kalkıştığını öğrenirler. Beyaz Adam Cortes ve adamları, yine
zengin bankerlerin ve egemen efendilerinin olurları ile, Meksika’yı tez zamanda
keşifle fetihle karışık işgal eder, -şimdilerin deyimiyle- Aztek Uygarlığı’na
çöker.
Örnek mi?
Çok geçmez; Francisco
Pizarro adında bir başka ateşli kaşif (!), sömürgeci istilacıların akıllarının
alamayacağı, Güney Amerika’daki İnka toplumunun uygarlığını keşfeder. Ve hemen,
alışılmış nakaratın gereği üzere, hiç hakkı olmayan o güzelim coğrafyayı çelik
pusatları ile fetheder. İnka toplumu 1532’de artık yoktur. Daha o çağda,
insanlık örneğinin yıkıntılarının üzerinde kolonici barbarlarının sömürgeci
dumanları tüter. Beyaz adam o denli hızlı, o denli acımasız ve sabırsızdır.
. . .
16. Yüzyıldan bu
güne, on yıllar süren, uzunca bir sosyal ekonomik süreci çok kısa özetlememize
izin verin:
Kolonicilik-Manifaktur-Vahşi
kapitalizm-Fetihler, İşgaller-Sermayenin Temerküzü-Tekelci Kapitalizm yani Emperyalizm-
1. ve 2. Paylaşım Savaşları ve Hiroşima... Yetmez ! Dünyanın jandarması, aç gözünü uzaya, Aya
diker. Mars’ı merak eder(!) Aklı fikri
keşif bahanesi ile fethetmekte ve işgaldedir.
Karar verilir; 20
Temmuz 1969’da Ay’a inilecektir. Astronotlar Neil Armstrong, Buzz Aldrin,
Michael Collins aylar önceden teknik ve uygulamalı eğitime alınır. Yapılacak
deneylere uygun doğal bir laboratuvar ortamı tasarlanır. Ay koşullarına
benzetilen yer, batıda ıssız bir çöldür. Doğal ve haklı olarak, o toprakların
sahipleri ve sakinleri Kızılderililer de oradadır; en doğal hakları olarak
orada yaşamaktadırlar.
Durum böyle olunca, etrafta
yerleşik yerlilerle astronotlar arasında bazı günlük konuşmalar geçecek, çok
sonraları bu sohbetlere ilişkin bazı manidar öyküler de dillendirilecektir. Bu
öykülerden en ilginç olanını, üç ciltlik SAPİENS kitabının yazarı Yuval Noah
Hararı’dan dinleyelim:
Bir gün, eğitim
sırasında astronotlar yaşlı bir Kızılderili ile karşılaşırlar. Yerli adam
onlara çölde ne yaptıklarını sorar. Astronotlar da meraklı yaşlıya, Ay’a
yapacakları bilimsel amaçlı keşif gezisinden söz ederler. Yaşlı adam bunu
duyunca bir an sessiz kalır, hemen ardından kendisine bir iyilik yapmalarını
ister. Astronotlar merak içinde, kendilerinden ne istediğini sorarlar. Yerli:
“Biz Kızılderili’ler, Ay’da kutsal ruhların yaşadığına inanırız. Onlara sevgili
halkımdan bir not iletmenizi isteyecektim.”
Astronotlardan Neil
Armstrong “İleti nedir.” der. Adam kendi dilinde bir şeyler mırıldanır.
Sonrasında da, astronotlardan bunu ezberleyene dek yinelemelerini ister.
Coni’ler şaşkındır; merak içinde “Bu da ne demek?” diye sorarlar.
“Bunu size
söyleyemem. Sadece bizim kabilemizle Ay ruhlarının bilebileceği ve de bilmesi
gereken bir sır.” der geçer yaşlı bilge.
. . .
Çöldeki uygulamalı
eğitim sona ermiştir. Uzay ekibi Nasa’ya, üslerine geri döner. Uçuş günü
yaklaşır. Kendilerini Ay’a götürecek uzay mekiğine girmezden birkaç gün önce,
zor bela yerel dilden anlayan birisini bulurlar. Bu insandan, günlerce
meraklarından çatlayarak yineledikleri iletiyi kendi dillerine çevirmelerini
isterler.
Çevirmen: “Size ezberletilen ileti nedir?”
İçlerinden ezberi
güçlü olan Neil Armstrong, gizemli iletiyi göğsünü kabartarak yüksek sesle,
tane tane yineler. Adam, dikkatle dinler ve kısa bir süre suskun kalır.
Astronotların sabırsızlığı hat safhadadır. Çevirmen önce sessiz sakince güler.
Gözlerinden yaşlar geldiğinde gülme krizine girmiştir. Kahkahalarının sonu bir
türlü gelmemektedir. Sonunda sakinleşir.
Günlerdir
ezberledikleri sözlerin “Bu adamların
size söylediği hiçbir şeye inanmayın, yurdunuzu işgale, topraklarınızı
çalmaya geldiler.” anlamında olduğunu söyler.
. . .
James Cook, Cortes,
Macellan ve Kolomp’un kulaklarına “Keşfet ve fethet gel ya kulum.” diye
fısıldayan talancı ve yağmacı anlayış ne ise, yaşadığımız günlerde de bizim
Anadolu’muzda Limak’a, Kolin’e ve Cengiz’e limanları, ekili alanları, Kazdağlarını
ve Akbelen’i gösterip rant ve talan yollarını açan insan ve doğa düşmanı egemen
anlayış da aynı anlayıştır.
Şimdilerde dillere
pelesenk, “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda beyaz adam paranın
yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” sözleri her yerde olur olmaz paylaşılan
yerli, bizim Anadolu köylümüz gibi topraktan öğrenen kitapsız bilen insandır.
İşte o yerli bilgenin uzay adamı Coni’ye ezberlettiği ileti, aynı zamanda -on
yıllar öncesinden- bizim Karadeniz’li, Akbelen’li köylümüze ilettiği can alıcı
iletidir.
Siz, siz olun bu
evrensel gerçekliği Rize’li Zeynep ananın düşünmediğini, Akbelen’li Zehra
ablanın ayırtında olmadığını, Kıymet ninenin ise, Cortes-Macellan-Kolomp misali
Cengiz-Kolin-Limak yamyamlarının ‘doların yeşilinden başka bir yeşili
sevmediğini, talandan başka bir şeye iman etmediğini’ bilmediğini düşünmeyin.
Ve dahi bilimin ışığı
ve sınıf mücadelelerinin tarihi kadar apaçık biliyoruz ki, bilinenin tekrarının
“Tek Yol Devrim” ve “Kurtuluşa Kadar Savaş” anlamına geldiğini, o ağaçlarına
sarılan Kıymet Ana ile birlikte yan yana, omuz omuza oldukça bir kez daha ayırtına
varacak ve dahi Çanakkale’de, Kaz Dağları’nda, Akbelen’de kesilen her bir
ağacın hesabının sorulacağına bir kez daha inanacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder