8 Ağustos 2023 Salı

YAŞLI KIZILDERİLİ’DEN AKBELEN’Lİ KIYMET NİNE’YE SELAM VAR…

İki Arapça kökenli sözcük:  KEŞFET ve FETHET.

İlk okunduğunda kulağa hoş gelen bir nakarat ve bir tekerleme gibi. Ancak ısrarla resmi tarihin Battal Gazi Destanları ile unutturulmaya çalışılan insanlık tarihini biraz karıştırdığınızda birbirlerini tamamlayan, hatta aynı sinsi ve kurumsal/ örgütlü amaçta, aynı insanlık ve doğa düşmanı eylemlerde buluşan ve hiç de masum olmayan söylemler olduklarının ayırtına varıyorsunuz.

Konumuz dilbilgisinin yazım kuralları, derdimiz sözcük analizi filan değil. Dahası, insanlık tarihinin sınıf mücadeleleri sayfalarında çoktan yerini almış, acımasız ve kanlı pratikleri kanıtlanmış kolonici vahşeti kurcalamak.

.  .  .

Eduardo Galeano’nun “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nı önünüze koyduğunuzda, örnekleri ile detaylı bir konuyu kurcaladığınızın ayırtına varıyorsunuz. Şu dramatik kırılmalarla başlayalım:  

Sömürgeleştirilen ülkelerin her karış toprağına gözyaşı ve ölüm ekilen yerli insanlarına kan kusturulan 1700’lerin başlarında, İngiltere bankalarının ve Kraliyet ailesinin bizzat beslediği donanmanın başına getirdikleri Kaptan James Cook’a “Yürü ya kulum. Keşfet ve fethet gel.” demeleri, elbette Tahiti’nin sahillerine, Pasifik Adaları’nın ovalarına, Avustralya’nın dağlarına, Yeni Zelanda’nın derelerine ya da Endonezya’nın çağlayanlarına hayran olduklarından ve oraların sahibi yerlilerini pek merak ettiklerinden filan değildi.

Batı’da İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda, kuzeyde Rusya, Akdeniz’de Osmanlı, İran’da Safevi’ler, Moğollar, uzakdoğu’da Çin hanedanları, iştahlarını kabartan bakir toprakların doğal güzellikleri, kültürleri, mekânsal değerleri ile, elbette ilgili değillerdi. Keşfetme/ keşif bahane, yağma/ talan şahaneydi. Bir başka deyişle, salyalarını akıttıran tertemiz toprakların yeraltı ve yerüstü zenginlikleri idi.

Örnek mi? 

1500’lü yıllarda, yerkürenin Karayip Adaları’nda keşif(!) yorgunluğu ile soluklanan İspanyol koloniciler, Meksika’da Aztek adını almış ileri bir toplumun ‘boyunu aşan’ insancıl işlere kalkıştığını öğrenirler. Beyaz Adam Cortes ve adamları, yine zengin bankerlerin ve egemen efendilerinin olurları ile, Meksika’yı tez zamanda keşifle fetihle karışık işgal eder, -şimdilerin deyimiyle- Aztek Uygarlığı’na çöker.  

Örnek mi? 

Çok geçmez; Francisco Pizarro adında bir başka ateşli kaşif (!), sömürgeci istilacıların akıllarının alamayacağı, Güney Amerika’daki İnka toplumunun uygarlığını keşfeder. Ve hemen, alışılmış nakaratın gereği üzere, hiç hakkı olmayan o güzelim coğrafyayı çelik pusatları ile fetheder. İnka toplumu 1532’de artık yoktur. Daha o çağda, insanlık örneğinin yıkıntılarının üzerinde kolonici barbarlarının sömürgeci dumanları tüter. Beyaz adam o denli hızlı, o denli acımasız ve sabırsızdır.   

.  .  .

16. Yüzyıldan bu güne, on yıllar süren, uzunca bir sosyal ekonomik süreci çok kısa özetlememize izin verin:

Kolonicilik-Manifaktur-Vahşi kapitalizm-Fetihler, İşgaller-Sermayenin Temerküzü-Tekelci Kapitalizm yani Emperyalizm- 1. ve 2. Paylaşım Savaşları ve Hiroşima... Yetmez !  Dünyanın jandarması, aç gözünü uzaya, Aya diker. Mars’ı merak eder(!)  Aklı fikri keşif bahanesi ile fethetmekte ve işgaldedir.

Karar verilir; 20 Temmuz 1969’da Ay’a inilecektir. Astronotlar Neil Armstrong, Buzz Aldrin, Michael Collins aylar önceden teknik ve uygulamalı eğitime alınır. Yapılacak deneylere uygun doğal bir laboratuvar ortamı tasarlanır. Ay koşullarına benzetilen yer, batıda ıssız bir çöldür. Doğal ve haklı olarak, o toprakların sahipleri ve sakinleri Kızılderililer de oradadır; en doğal hakları olarak orada yaşamaktadırlar.

Durum böyle olunca, etrafta yerleşik yerlilerle astronotlar arasında bazı günlük konuşmalar geçecek, çok sonraları bu sohbetlere ilişkin bazı manidar öyküler de dillendirilecektir. Bu öykülerden en ilginç olanını, üç ciltlik SAPİENS kitabının yazarı Yuval Noah Hararı’dan dinleyelim:

Bir gün, eğitim sırasında astronotlar yaşlı bir Kızılderili ile karşılaşırlar. Yerli adam onlara çölde ne yaptıklarını sorar. Astronotlar da meraklı yaşlıya, Ay’a yapacakları bilimsel amaçlı keşif gezisinden söz ederler. Yaşlı adam bunu duyunca bir an sessiz kalır, hemen ardından kendisine bir iyilik yapmalarını ister. Astronotlar merak içinde, kendilerinden ne istediğini sorarlar. Yerli: “Biz Kızılderili’ler, Ay’da kutsal ruhların yaşadığına inanırız. Onlara sevgili halkımdan bir not iletmenizi isteyecektim.”

Astronotlardan Neil Armstrong “İleti nedir.” der. Adam kendi dilinde bir şeyler mırıldanır. Sonrasında da, astronotlardan bunu ezberleyene dek yinelemelerini ister. Coni’ler şaşkındır; merak içinde “Bu da ne demek?” diye sorarlar.

“Bunu size söyleyemem. Sadece bizim kabilemizle Ay ruhlarının bilebileceği ve de bilmesi gereken bir sır.” der geçer yaşlı bilge. 

.  .  .

Çöldeki uygulamalı eğitim sona ermiştir. Uzay ekibi Nasa’ya, üslerine geri döner. Uçuş günü yaklaşır. Kendilerini Ay’a götürecek uzay mekiğine girmezden birkaç gün önce, zor bela yerel dilden anlayan birisini bulurlar. Bu insandan, günlerce meraklarından çatlayarak yineledikleri iletiyi kendi dillerine çevirmelerini isterler.

Çevirmen:  “Size ezberletilen ileti nedir?”

İçlerinden ezberi güçlü olan Neil Armstrong, gizemli iletiyi göğsünü kabartarak yüksek sesle, tane tane yineler. Adam, dikkatle dinler ve kısa bir süre suskun kalır. Astronotların sabırsızlığı hat safhadadır. Çevirmen önce sessiz sakince güler. Gözlerinden yaşlar geldiğinde gülme krizine girmiştir. Kahkahalarının sonu bir türlü gelmemektedir. Sonunda sakinleşir.

Günlerdir ezberledikleri sözlerin “Bu adamların size söylediği hiçbir şeye inanmayın, yurdunuzu işgale, topraklarınızı çalmaya geldiler.” anlamında olduğunu söyler.

.  .  .

James Cook, Cortes, Macellan ve Kolomp’un kulaklarına “Keşfet ve fethet gel ya kulum.” diye fısıldayan talancı ve yağmacı anlayış ne ise, yaşadığımız günlerde de bizim Anadolu’muzda Limak’a, Kolin’e ve Cengiz’e limanları, ekili alanları, Kazdağlarını ve Akbelen’i gösterip rant ve talan yollarını açan insan ve doğa düşmanı egemen anlayış da aynı anlayıştır.

Şimdilerde dillere pelesenk, “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” sözleri her yerde olur olmaz paylaşılan yerli, bizim Anadolu köylümüz gibi topraktan öğrenen kitapsız bilen insandır. İşte o yerli bilgenin uzay adamı Coni’ye ezberlettiği ileti, aynı zamanda -on yıllar öncesinden- bizim Karadeniz’li, Akbelen’li köylümüze ilettiği can alıcı iletidir.

Siz, siz olun bu evrensel gerçekliği Rize’li Zeynep ananın düşünmediğini, Akbelen’li Zehra ablanın ayırtında olmadığını, Kıymet ninenin ise, Cortes-Macellan-Kolomp misali Cengiz-Kolin-Limak yamyamlarının ‘doların yeşilinden başka bir yeşili sevmediğini, talandan başka bir şeye iman etmediğini’ bilmediğini düşünmeyin.

Ve dahi bilimin ışığı ve sınıf mücadelelerinin tarihi kadar apaçık biliyoruz ki, bilinenin tekrarının “Tek Yol Devrim” ve “Kurtuluşa Kadar Savaş” anlamına geldiğini, o ağaçlarına sarılan Kıymet Ana ile birlikte yan yana, omuz omuza oldukça bir kez daha ayırtına varacak ve dahi Çanakkale’de, Kaz Dağları’nda, Akbelen’de kesilen her bir ağacın hesabının sorulacağına bir kez daha inanacağız.

Açık Mektup Yazı Kurulu, 08.08.2023, Akbelen-Muğla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder