21 Eylül 2023 Perşembe

"ZOROĞLU" REZİLLİĞİ ÜZERİNDEN BELLEK YİNELEMESİ

 


"ZOROĞLU" REZİLLİĞİ ÜZERİNDEN BELLEK YİNELEMESİ

Adeta sinir uçlarımızla oynayıp, insan yanımızı ve ortak değerlerimizi örseleyen olayların yazılı ve görsel basınca ısrarla ıskalanmasının, artık kronik bir duruma dönüştüğünü söylemek hiç de abartı ya da haksızlık olmasa gerek. 

Konu, olay ve de zaman her ne olursa olsun... Asla toz kondurmadıkları kurulu ve kutsal sistemlerinin kokuşmuşluğundan ve çürümüşlüğünden başka bir şey olmayan onca çocuk taciz, tecavüz, alıkoymalarından sonra,  iğrençlik -hem de- Hipokrat yeminli klinik düzeyde.

Alın size, insanlık ve insan hakları çıtasının yerlerde süründüğü nokta. Yaşamın her alanında hedef tahtasına oturtulan ülkem insanının yardım isteyen çığlıkları bu kez laboratuvar deney masalarından geliyor. Vicdanını henüz yitirmemiş bir insanı, en az "Kuzuların Sessizliği" filmindeki kadar ürperten bir durum.

Ve yine çocuklar… O minik bedenlerin, yine ruh sağlıklarını altüst eden, hiçe sayan akıl almaz, korkunç müdahaleler, kasten/ bilerek/ organize farmakolojik deneyler...

Topu topu, henüz beş altı yıl yaşanabilmiş bir yaşamın geleceğini karartan, bu kez bir imam, bir müezzin değil; Çapa Tıp çıkışlı bir profesör ve onun diplomalı çetesi.

*  *  *

Hipokrat terbiyesini bozup kesinlikle yüzüne tükürürdü. Çocuk hastalarına, sadece anestezi koşulunda düşük dozlarda verilen ketamin denilen uyuşturucu maddeyi, hem de hayvanlara verilen oranda veriyor.  Aile büyüklerinin cinsel istismarına uğradıklarına, ancak bunu bilinçaltına gömdüklerine, anımsamaları gerektiğine inandırıyor. Anımsamasalar da, onlardan şikayetçi olmaya,  dahası onları zehirleyip öldürmeye ikna ediyor. Denek çocuklar, aileleri ile birlikte savcıların kapılarında sıraya geçtiklerinde de olay açığa çıkıyor. 

*  *  *

M. Mungan'ın şiirindeki gibi, "Çok eskidendi". Çocuğun utangaçlığından sarı başını her yana yatırdığında, aile içinde şaka konusu olduğu zamanlar... Kırk yılda bir cinayet işlenir, yine kırk yılda bir kara sevdaya tutulmuş, umutsuz bir kız tütün zehiri içip taze canına kıyardı. Destancılar sözlü gazetelerdi. Mahalle aralarında dolaşır, yanık sesleri ile acıklı olayı duyururdu. Çocuklar peşlerine takılır, anlamaya çalışırlardı. Gündelik yaşamda kara haberlerden çok iyilikler, doğruluklar ve güzellikler vardı. Ev gezmeleri, yarenlikler, gülüşmeler eksik olmazdı. Boş arsada mahalle maçları. Henüz sevgilerin gereksiz yere harcanıp tüketilmediği, hoşgörü damarının çatlamadığı ve farklılıkları zenginlik olarak görmenin erdemlilik sayıldığı vicdanlı günlerdi.

Eskidendi... Çocuklar sokak aralarında bile güvende, ortalık temiz/ tertemizdi.

*  *  *

Ve AKP’li vahşi, nobran ve örümcekli yıllar. Her santimetre karesine gözyaşı, ölüm ekili topraklarda, gün geçmiyor ki, kanımızı donduran bir kara haber duyulmasın. Artık ‘bellek zayıflığı ve kanıksama’ olağanlaştığından “Profesör Kabus” da, sol/ sosyalist muhalif basın olmasa arada kaynayıp gidecek gibi. Omurgalı gazetecinin günlerdir süren tanıklı/ belgeli dizi haberine karşın, ilgili bakanlıklardan ‘tıs’ yok… Karanlığın cüceleri ‘üç maymun’a taş çıkartıyor.

Anlatılmak istenen, insanların kimliklerinin ve aidiyetlerinin manipüle edilmesi yeni bir olay değil.

Prof. Zoroğlu rezilliği, açık faşizmin 12 Eylül günlerinde, ‘mağdur’ değil taraf olmuş onurlu insanlara, sıkıyönetim cezaevlerindeki -asla teslim olmamış- siyasi tutsakların HZİ Vakfı’nın nasıl ilaçlı deneylere tabi tutulduğunu anımsatır.

Kurucusundan çalışanına ‘Hipokrat Yemini’ etmiş, “İnsanlardaki komünist eğilimin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu” savunan,  bunu cuntanın onay ve desteği ile Erzurum, Mamak ve Metris gibi toplama kamplarında direnen sol/ sosyalist insanlar üzerinde uygulayan bir vakıftan söz ediyoruz.  Öyle ki, nöropsikiyatri alanına emek vermiş bilim insanları yattığı yerde ters döner.

Sınıfsız, sömürüsüz ve de sınırsız başka bir dünyanın olası olduğunu savunan dünya görüşünün, ilaçlı tedavilerle, lokal deneylerle iyileştirilebilecek psikiyatrik hastalıklar olarak gören, bilim dışı saçmalığı Hitler Faşizmi icat etmişti(!)

HZİ Vakfı’nın iğrenç elleri, sıkıyönetimin elindeki rehinelerin karavanalarına kadar uzandı. Onca ilaçlı/ testli uygulamalardan sonra, Mamak Modeli’nin uygulanmasına, koğuş sisteminden hücre sistemine geçilmesine, yani “karıştır barıştır”a karar verildi. Sağcı ve solcu tutsaklar aynı koğuşlara tıkıldı, baskı arttırıldı. Direnci/ iradeyi kırmak için umudu yok etmek gerekti. Üç öğün dayaklı sayım, yat- kalk- sürün, 'uygun adım marş' ve dahi “İstiklal Marşı”.  

*  *  *

Devrimcilik, kapitalist sistemin zoru ve işkencesinin yanı sıra onca üst yapı bombardımanına, manipülasyona karşın, ayaktakımı deyi aşağıladıkları yoksul insanların yanı başında olmak, insan olmak ve insan kalmak iradesi idi. Başaramayacaklardı, başaramadılar. İcraatlarının zor/ sopa faslı fiyaskoydu. Pişkinliğe, yüzsüzlüğe vurdular; direncimizi, yılmazlığımızı örtbas edip,  iflah olmaz bir utanmazlıkla “Öfkelerine karşın, her biri iyi bir bankacı, sigortacı, bilgisayarcı olabilirdi. En iyi terörist yaşlı teröristtir; hele bir kırklı yaşlara gelsinler. Asmaktansa beslemek yeğdir” dediler. “Netekim Kenan”dan bir tek burada ayrı düştüler. 

*  *  *

Onlar, redingotlusundan, postallısından cübbelisine, sakallısına… Her soydan ve her soptan,  bu günün ezeli açlarının yarının ebedi tokları olmaması için debelenenler. Bilumum prof. etiketli Turan İtil, Ayhan Songar yani Mamak’ın beyaz önlüklü “Dr. Mengele”si. “Netekim Kenan”ı. Bizzat belleklerimizdedir ki, Şirinyer As.C.evi’nin Hacı Mirza’sı.

Her biri 90’lı yaşlara dek, sinik sünepe, ıpıssız bir karanlık bir yaşam sürdüler ve bir bir, dipsiz ve de aşağılık bir karanlığa gömülüp gittiler. İçlerinde yaşayanları varsa da, kesin yarasalardan farksızdırlar.

Geride büyük insanlığın ebedi tokluğu için yüreklerini güneşin sofrasına fırlatanlar ve de Bedrettin, Börklüce misali kuşça canlarından vaz geçenlerin, hala yollarımıza ışık tutan, acılı yüzlerimizi gülümseten onurlu yaşamları kaldı sadece.

Zorbalığa inat, sınıfsızlığa, sınırsızlığa, eşitliğe uzanan dünya görüşleri ve daha dün gibi gül yüzlü, gül kokulu anıları belleklerimizin bekçileridir.  

Anılarımız da, belleklerimiz de bizimdir; unutulmayacak, unutturamayacaklar.

 

“Açık Mektup”tan… 22. Eylül. 2023.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder