TEMMUZ GÜNEŞİNİN DE KAPATAMADIĞI KUTUP YILDIZIMIZDI. (1)
“ Önümüz cıvıl cıvıl bir temmuz. Her şeye karşın, hala düşünebilen ve unutmayanlarımız için zor bir ay. Piyasacı, kuralsız neo-liboş yönetimin ekonomideki -Mehmet Şimşek- uygulamalarının etkisi ile daha da zor geçecek, mutfakta, sokakta ve alanlarda daha ateşli yaşanacak gibi“ demiştik ya.
* * *
Yakın geçmişimizde de zor ve sıcaktı temmuz ayı. Yaşattıkça belleğimizi besleyen anılarımızı, yine bizleri her yıl dönümünde, her fotoğraf karesi üzerinden uyaracaklar. Tabi ki, uykularımızda da pek rahat ve huzurlu olamayacağız. Takvimler yine (26-27 Temmuz) yazacak. Biz bunu, kapanmayan yaralarımızdan biri olarak okuyacağız. Ve bu yara bundan böyle de, bizleri güçten düşürmeyen, tersine günbegün güçlendiren gizli kanamasını sürdürecek. O, bizi yaşarken de bırakmamıştı... Bu sıcak tatlı yara ile birlikte, onu hiç unutmaksızın yine yaşamımızı sürdüreceğiz.
O halde, yeni bir 26-27 Temmuz’la güç bulmayı ve yazı dili ile de olsa sesli düşünmeyi ve de sıkılmayanlarımızla paylaşmayı sürdürelim.
Çok gerilerde, 1970’in sonlarında kalmış bir temmuz ayı... 26 Temmuz. Adana’da yakıcı sıcak, Çukurova’lı yazarın “sarı sıcak” dediği cinsten.
Nurettin hoca, adaşı Nurettin Karabaş gibi rakı şarap bilmezdi. Kitabın kurduydu. Tek kusuru, kül tablasında unuttuğu sigaranın düşüp öğrenci evinin eski kiliminde yeni bir göz açmasıydı.
Bir Ege ilçesinin “Göçmen Mahalle”sinden çıkıp, Diyarbakır’a uzanan bir tarihsel sürecin yol haritasını çizmek, bir devrimci çıkışın, silkinişin, örgütlenişin kilometre taşı olmak, sıradan bir devrimcinin altından kalkabileceği sorumluluklar değildir. O, bilgiyle, Marksist literatürle eylemin diyalektiğini çözmüş, bunu uygulamış; yetmemiş bu realiteyi her arkadaşına usanmadan anlatmış muhteşem bir örnek durumdur. Bu örneğin detayında da “Sadece boş zamanını değil, tüm yaşamını devrime verebilmenin” açıklaması gizlidir.
Nurettin hoca, hiç birimizin başında ilgilenmediği Gine Bissau’yu, Latin diyarını, Rusya’yı merak eder, Amilcar Cabral’ı, Jose Marti’yi ve Lenin’i okur öğrenir. Bize de gösterir, bıkıp usanmaksızın sesli okur, öğretmeye çabalar. Potemkin Zırhlısı’nı anlatmaya doyamaz. Adı unutulan bir Köy Enstitülü öğretmenin öğrencisi olduğundan olsa gerek, iyi bir okuyucu, yılmaz bir araştırmacıdır. Bu yüzden onun entelektüel damarı Turgutlu Lisesi yıllarından gelir. Sonuç ise; Diyarbakır Eğitim Enstitüsü yıllarında iflah olmaz bir Sinematek bağımlılığıdır.
Bir akşamüzeri Amed’in Bağlar semtimdeki öğrenci evinde, uzanıp serilmiş okul yorgunu arkadaşlarına, forumlarda kitleyi ajite eden, o bildik vurgulu ses tonu ile seslenir: “Davranın tembel tenekeler. Sinematek’te Potemkin Zırhlısı var, biletler komün parasından. Hep birlikte gidiyoruz.”
Karşı çıkmak ne mümkün! Gösterimin olduğu yer Dağkapı Semti’ndeki, ayaklarınızın altında gıcırdayan rabıta döşemesi ve arkaya devrildi devrilecek ağaç koltukları ile tarihi Dilan Sineması’dır.
* * *
Gürateş, lisede başarılı derslerinin yanı sıra yetenekli bir voleybolcudur. Takımında pasör, sıkı bir düz pasçıdır. Tanığı ve takım arkadaşı Japon Mehmet hayattadır. İşin kötü yanı da vardır, sayılık güzel paslar atar da; ani hareket yoktur, koşamaz. Doğuştan, ayaklarının altında ortopedik bir kalıcı rahatsızlık vardır. Hani, delikanlıların askerlikten yırtmalarına “tıbbi gerekçe” olduğunda sevindikleri durum.
* * *
Tek sözcükle bilgi kaynağımızdı; kitap uzmanı idi. Yeni yayınlardan ilk onun haberi olurdu. O zamanlar teorisyen sözcüğü, olur olmaz her yerde herkes için kullanılmazdı. Abartı değildir; o bizim teorisyenimiz. Strateji uzmanımız, kutup yıldızımızdı.
* * *
Marti’nin “Şimdi akkor zamanıdır, yakında yalnız ışık görülecektir.” sözüne bayılır.
An gelir; asfaltı eriten Adana sıcağı “akkor zamanı” gibidir. Soluksuz ve yüzükoyun yattığı yerde, kendisini derdest edip polise teslim etmek için üzerine gelen muhafazkar çarşı esnafına, yine de sevgi dolu, bağışlayıcı bakışlarındaki ışık, “o ışık” tır.
O ışık, tutucu esnafın hoyrat nidaları ve polis sirenlerinin arasında sönüp kaydı gitti. Geride kalan yaşayan belleklerde, Nurettin’in asfalt yolda soluk soluğa “Haydi önünüze bakın. İşinize devam edin. Oyalanmayın.” bakışı kaldı.
Bilinç bilgiyle kazanılmış, yaşamın kendisi ile sınanmış bir uyanıklılık durumuysa, bizim ideolojik inatçılığımız ve siyasal ödünsüzlüğümüz de, devrimci geleneğimizi korumamızdan, devrimci değerlerimizi yaşatmamızdan başka bir şey değildir.
Açık Mektup
Kolektifi. 26 Temmuz 1978. Adana-Kuruköprü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder