İnsanların yakıldığı, yaşamın hemen her alanın da yangınların bacaları sardığı bu sancılı topraklarda, bu temmuzda da yine Nurettin Hoca’yı anıyoruz.
Duyarlıyız ve son derece özenliyiz; içini boşaltıp bir güzellemenin parlak dizelerine ya da alışılmış/ sıradan bir kasaba destanına sıkıştırmadan, sınıfsal duruşuna vurgu yaparak politikleşmiş savaş tercihini ve bu yöneliminde belirleyici olan görüşlerini, yorumlarını anımsatıyoruz. Kendi siyasal hareketi içinde kilometre taşı ve kutup yıldızı olmuş her devrimci için böyle yapılmalı zaten. Yoksa anmaları rutin bir mezarlık ziyaretinde, mermer taşın başında yinelenen klişe sözlerle daralttığımızda, o gün orada olup biten toplu bir buluşmadan, ayaküzeri yapılmış bir görüşmeden öte bir anlam taşımıyor.
Yılda bir güne sığdırılan o birkaç saatte bile, “Katledilen bir devrimcinin toprağa verildiği gün, yüzleri belki de binleri bulan heyecanlı, bir o kadar da öfkeli insanlar nasıl oluyor da 2024 yılının temmuzunda parmakla sayılır olur?” sorusu bir türlü sorulmuyor. Geriye sadece, çuvaldızın zayıf bölgeden uzak tutulması ve devrimci önderin “Kitlelerle oligarşi arasında suni bir denge kurulmuştur” çözümlemesinin, mevcut durum açıklamasına bir neden, bir dayanak, bazı özel durumlarda da “bahane” olması kalıyor.
* * *
Nurettin,
2024 temmuzunda yaşıyor olsaydı;
geçenlerde Washington’da yapılan Nato’nun 75. zirvesinde nasıl kara
bulutların kümelendiğini ve sonuç bildirgesinden yükselen savaş naralarını,
bizlerden önce görür ve duyardı. Yaptığı yorumlarla dikkatimizi emperyalizmin
yeni yüzüne, ancak hiç değişmeyen işgalci/ barbar karakterine çeker, gelişen
yeni ilişki ve çelişkilerin küreselliğine yoğunlaşmamızı isterdi.
Nurettin gözü, Gürateş sözüyle, -tabi ki, doğada/ toplumda değişmeyen tek şey değişimin kendisidir- ilkesi ışığında, son durum açıklaması şöyle olurdu:
“ 75. yılındaki, emperyalist savaş örgütü Nato’nun sonuç bildirgesinde, bir arada kardeşçe, barış ve güven içinde yaşamanın, yaşayabilmenin ilk harfleri bile geçmiyor. Tersine saldırgan, çok açık söylemlerle tehditlerini giderek arttıran kışkırtıcı bir dil var. Ne yok?! Yapan eden belli, suç mahalli capcanlı gözler önünde durup dururken, İsrail’in Gazze’deki soykırımına bir tepki, on yıllardır Filistin halkının üzerine bir kabus gibi çökmüş Siyonizm belasına bir -dur- deme yok.”
D.E.E Türkçe bölümde okuyan Nurettin, yanan Simurg’un küllerinden doğan Zümrüdü Anka kuşunun çok yaşlı olduğunu, bu yüzden Acem efsanesine göre ‘yerkürenin tam üç kez alt üst oluşuna tanık olduğunu’ bildiğinden konuşmasını muhtemelen şöyle sürdürecekti:
“ On yıllarca Filistin insanına yaşatılan sistematik zulme bakılacak olursa, ‘Hakba’ sözcüğünü (büyük felaket) olarak çevirmenin, bu günkü yaşananları açıklamada ne denli eksik ve yetersiz olduğu anlaşılacaktır. Hal böyle olunca, Filistinli için yıllardır kullandığımız -küllerinden doğma- benzetmesi artık yeterli gelmiyor. Gelinen toplu kıyım günlerinde, molozlarından her günün sabahında daha fazla bir savaşma arzusu ile doğan, bu güne dek kırk bin şehit vermiş, elleri öpülesi bir kadim halktan söz etmek gerekiyor.”
Ve eğitim enstitüsü boykotlarında, öğrenci forumlarında ajite eden o tok sesiyle devam edecekti:
“ ABD haydutluğunun savaşçı gücü Nato, Rusya’ya yakın durmaktan çekinmeyen Çin’e, İran’a ve de Kuzey Kore’ye bırakın aba altından sopa göstermeyi, dünya kamuoyunun gözü önünde açıkça parmak sallamakta bir sakınca görmüyor. Mahalle maçındaki geçimsiz ve şımarık çocuk gibi bunu niye yapıyor?
Birincisi. An itibari ile, dünya konjonktüründe Çin, uluslararası iktisat ve siyaset bilimcilerinin de onay verdiği içerikte, olası birincil ekonomik güçtür. Tehditkar, dahası tehlikeli savaş politikalarının ekonomik politik temelinde, Çin ile kıyaslandığında zayıflayan prestijini, savaş endüstrisi, günbegün artan askeri yatırımları ile güçlendirmek istiyor.
İkincisi.
Çin’in yeryüzü ölçeğinde gözle görülür biçimde artan ekonomik teknolojik ve
siyasal üstünlüğünü kırmak. Uzatmadan, kısaca olup biten bundan ibarettir.”
“ Kuvvetli olasılıkla Pentagon’da tüm ayrıntıları ile çizilen, -olası- yeni savaş stratejileri gereği, askeri çatışma ve işgal harcamaları arttırılıyor. Sıcak Ukrayna cephesine, binlerce dünya yoksulunu açlıktan kurtaracak 40 milyar dolar gibi devasa bir ödeneğin ayrılması, büzüktaşı Almanya’ya Tomahawk ve SM-6 uzun menzilli füzelerin konuşlandırılması tasarımı bunun en açık kanıtı. Birazcık kurcalandığında rahatlıkla görülebileceği gibi, ateş topu Nato aparatını fütursuzca kullanan emperyalist haydut ABD’nin gözü, Ukrayna üzerinden Rusya’nın uzak iç bölgelerinde, yetmedi Kazakistan coğrafyasında...”
“ Emperyalizm sınır tanımıyor. Uzun vadeli sinsi hedefi, üstünlüğünü ve gücünü arttıran Çin’in kuşatılması, sıkıştırılması... Bu hırsla da, kendisini Hint-Pasifik bölgesinin tek aktörü olarak göstermeye çalışıyor. Bu üst akılca psikolojik analizleri yapılarak planlanmış yeni bir soğuk savaş... Tüm bu jeo-politik gerçeklik bize, jandarması ABD, vurucu gücü Nato olan uluslararası tekelci kapitalizmin, potansiyel bir tehlike olarak geldiği en son aşamayı gösteriyor.”
* * *
Gelinen ölümcül noktada,
(Emperyalizmin II. Paylaşım Savaşı’ndan, 945’lerden sonra, III. bir paylaşım
savaşı olasılığının kalmadığını, bunu da değişen ilişki ve çelişkilere
dayandıran) Mahir’in tezi nereye konur?
Nurettin Gürateş bu gün yaşasaydı, şimdilerin torun sevmenin ve hobi bahçesinde soğan çapalama oyalanmasının ötesinde kafayı buna takardı.
* * *
“ Nato
zirvesinin bir de Türkiye perdesi var ki, hiç de şaşırtıcı değil... Her
fırsatta, her meslekten insanına çemkirip kapıyı gösteren kibir budalası adam,
-çakı gibi- hazır ol duruşu ile zirvede yerini aldı. Kısa künye yaptı, tekmilini
verdi. Hiçbir zaman Nato’nun kayığından inmeyeceklerini, ABD dolmuşunun ön
koltuğunu asla bırakmayacaklarını ilan ederek, geleneksel sadakat yeminlerinden birini daha etti. Bir alkıştır koptu. Ülkedeki şirinler pek
keyiflendi, hatta koltukları bile kabardı.”
* * *
Kore savaşından bu güne, sarsılmaz kutsal bağlılık!.. Çevirisi bizden olsun:
·
Uluslararası tekelci
haydutlara bağlı kalmak.
· Yurdumuzun
yeraltında ve yerüstünde ne varsa ne çıkıyorsa, ekilen biçilen, yetişen
üretilen ne varsa “gavur”dan dilenmek.
·
Tarımsal ve
endüstriyel girdilerin her daim tavan yapması. Bu nedenle üreticinin, tarımsal çalışma ve hayvancılık yapabilme olanağının neredeyse kalmayışı.
· Üretmek için yırtınanın işçinin/ köylünün, emeklinin, dar gelirlinin gırtlağına daha bir çökülmesi.
* * *
Nurettin hoca, yazı dilinde olsun konuşma dilinde olsun, önemli ve ciddi bir konuyu bitirirken, son sözcüğün altını kurşun kalemle mutlaka çizer ya da kendisine özgü vurgusu ile hecelerdi.
Nurettin
Gürateş son konuşmasında ve son yazdığı metinde yaptığı gibi, ellerimizi bıraktığı
o temmuz sıcağında da, son vurgusunu gözlerimizin içine bakarak, ancak
gözleriyle yapabilmişti. Hiç birimizi ayırmadan... Tek tek. Her
birimize. O, en son bakışı, altını kurşun kalemiyle kalınca çizdiği en son
vurgusuydu.
Açık Mektup Kolektifi. 26 Temmuz 1978. Adana-Kuruköprü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder