6 Kasım 2025 Perşembe

AÇIK MEKTUP ARŞİVİ’ NDEN GİDEN ARKADAŞLARIMIZIN ANISINA ( 2 )

 


“NE GEÇMİŞ TÜKENDİ NE YARINLAR.”

GECİKMİŞ BİR HIDIR DURMAZ, GERÇEK BİR “PARTİZAN” ANIMSAMASI.

*  *  *

“Politika Kolektifi” son yazılarında, -şimdilerde- sahne hareketleri otel sakinlerini coşturmaya çalışan ve alacağı paranın derdindeki bir animatörle tıpatıp benzeşen, pelüş kafalı bir yaşlının akıl hocalığını yaptığı küresel zorbalık sisteminin son ilişki ve çelişkilerini yorumladı.

Bir başka deyişle, ülkemizin emperyalizmin lokal ve küresel krizleri koşullarında, yine pentagon güdümlü bir dış dinamikle dönüştürülmeye çalışılmasından ve hatta dönüştürülmesinden ne anladığını ve neyi anlamamız gerektiğini anlattı. Hakkını vermek gerekir ki, 'Politika Kolektifi’ nin yorumları, sol/ sosyalist dostlarımızın var olan küresel sistemin kendi çukurunda debelenmesi konusundaki polemiklerinin çok ama çok ötesinde, görüş ufkumuzu açması, eleştiri ve tartışma kültürümüzü geliştirmesi, zenginleştirmesi noktasında verdiği katkı önemli ve değerlidir. Ne var ki, Lenin’i salt okumakla kalmayıp, onu anlayanlar/ yorumlayanlar açısından Amerika’nın yeniden keşfi de değildi. Nasıl mı?  Tam da şöyle:

Çakmak çakmak şavkıyan bir çift göz, bir yerlerden bizlerin ne yapıp ettiğini süzüp izlerken, hakkını vermesek/ yazmasak hiç olmaz demiştik ya bir kez, bir yazımızda… Bundan kırk beş yıl önce, abartısız günde üç posta sıkboğaz edilen, sıkışık tutukevi koğuşunda yapılan emperyalizm yorumlarının lafızları zamanın derinliklerinden gelir gibi. Tartışmaların can alıcı yerlerinde, kısa ve öz sözleriyle araya giren bir dost. Kaypakkaya izcisi ve öğrencisi bir ‘Partizan’ olmakla gururlanan Hıdır Durmaz.

*  *  *

Günde en az üç kez sıkboğaz, üç posta paspas olunan koğuş kuytuluklardan gelen Hıdır Durmaz” lı dişe dokunur sohbetlerin ağız dolusu tartışmalarından başlıklar :

·       Emperyalist işgale karşı durup özgürlüğünü, onca yoksulluğuna, yokluğuna ve dahi yorgunluğuna karşın kazanmış onurlu bir halktır Anadolu halkı.

·       O tarihte kendisi gibi genç Sovyetlerle, yurtseverlik temelinde yakın ve içten ilişkiler kurulmuştur.

·       1923”de padişahlığa/ hilafete karşı kurulan Türkiye Cumhuriyeti, salt savaş alanlarında değil, onca toyluğuna karşın diplomaside de yumruğunu masaya vurabilmiştir.

·       Ne ki, ilerleyen yıllarda “Marshall Yardımı”, “Truman Doktrini” ve “İkili Antlaşmalar” ile kapıdan kovulan emperyalizmin bacadan girip memleketin ümüğüne çökmesi, Kore’de binlerce Anadolu yoksul evladının canı pahasına NATO savaş örgütüne sokulması engellenememiştir.

·       5 Mart 1959 tarihli utanç verici antlaşma, ABD’ye “gerekli gördüğü” durumda müdahale (işgal olarak da okuyabilirsiniz) hakkını verir.

·       1945 ve sonrasında, ülkenin ABD’nin ileri karakolu, Mahir Çayan’ın deyişiyle emperyalizmin arka bahçesi bir yeni sömürge olmamızla birlikte, Özel Harp Dairesi, MHP ve Komünizmle Mücadele Dernekleri”nin kurulması.  

·       1970 sonrası dağlara taşlara yazılan “Umudumuz Karaoğlan” sloganları ile, sevgili halkımızın beyninde ve vicdanında yaratılan sahte umut yanılsaması… Özel Harp Dairesi’nin masraflarının örtülü ödenekten karşılanmasının bizzat Karaoğlan’ın onayı ile kabulü.

·       Elbette öncesinde 6-7 eylül… Doğal sonuç, Ecevit’in bu söz konusu onayı sonrası, ardı sıra gelen 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum katliamları. Ve elbette sonrası. Emperyalist katil Paul B.Henze’nin böbürlenerek, “Our boys did it” (Bizim çocuklar başardı…) muştusu ile ilan ettiği 12 Eylül Cuntası.

*  *  *

Bizim kırk beş yıl önce başardığımızı, Politika Kolektifi’nin bu gün yaptığını, an itibari ile bu gün bizler de yapabilirdik. Nurettin Gürateş siyasal birikim ve olgunluk anlamında büyük kayıptı, ama son değildi. Nurettin hocayı izleyen, ülkemize özgü değerli görüşlerini önemseyen, aklı işleyen eli kalem tutan, konuşma dilini yazı diline dökebilecek arkadaşlarımız vardı.

*  *  *

Mekan dar zaman boldu. ‘Kapitalizmin Üst Aşaması’ ile ilgili tartışmalar günler sürer. Konu tükenmez; anamalcı sistemin işleyişine geri dönülür. Sermayenin yoğunlaşmasına, tekelde toplanmasına, sonuçta krizine, köyden kente göçe, tarımın endüstrileşmesine, hatta ülkeden beyin göçüne, yaşlısından doğacak bebeğin borç yükünün, yani yoksulluğun artacağına…

2025 yılının Türkiyesi’ndeki araştırma verileri, istatistik rakamları, yaşananlar, haber bültenlerinin değişmeyen ana başlıkları ortada. İşte, yaşanan 2025 günlerinde Hıdır Durmaz anmasının bir başka yazılış nedeni.  

Sır değil, yazmasak olmaz. Kıvılcımlı dostları ile yarenliği görülmeye değerdi. İşte bu arkadaşların,

“Haydi açıkla bakalım Hıdır kardeş!  Köylü ekmeyi biçmeyi bırakır, köyden kopar, endüstriyel tarım tekelleri üreticinin de, tüketicinin de gırtlağına çökerse, sizin (temel güç köylü) (kırlardan kente) teorileriniz ne olacak?” takılmalarına pabuç bırakmaz. Hıdır bu;  eğlenceli vakit geçirmek için domuzluğuna konuşulduğunun ayırtındadır.

“Bak doktorcum” der, uzun boylu şakacı ağır abiye. “Sen dert etme, devrimciler bir çaresine bakar. Yeni çelişkiler yeni yöntemlerle, beklenen gelişmeler başka bakışlarla çözülür.”

Hıdır kapitalizmi anlamış, dönen çarkı çözmüştür. Öyle, konulara ‘gez-göz-arpacık’ yaptığı, iddia edildiği gibi dünyaya ve olaylara ‘namlunun ucundan’ filan baktığı yoktur. Bu gözler, onun nasıl bir ‘kapital kurdu’ olduğunun canlı tanığıdır.

Koğuşta ya da bahçede yapılan toplu voltalarda, onun ‘İlerici Genç’ lere “Bekleme yapmayın arkadaşlar!  İlerleyin, ilerlemeye devam edin.” biçimindeki takılmalarına tek bir gün kırılan, gerilen, gönül koyan olmamıştır. Tam tersine, her daim neşe kaynağı olmuş, en ciddi kırılma anlarında hoşgörüsü ile ortamı yumuşatmıştır.

Bizler en güzel, en içten, en sıcak kucaklaşmalarımızı karavana kuyruğunda, bahçede en kızgın ‘minyatür kale’ maçlarında ve maltada yediğimiz toplu dayaklarda yaptık. Şimdilerde, talihsizce yaşadığımız küskün- suskun-uzak ve soğuk günlerde, yaşayan ya da yaşamayan arkadaşlarımızın nasıl da gül koktuğunu, daraldığımız anlarda gül yanaklarından öptüğümüzde duyumsadık.

Koğuş arkadaşları Hıdır’a, keyifte ve hüzünde, hemen her fırsatta “18 Mayıs’ı” ve de “İbrahim’ e Ağıt” ı söylettiler. İyi de yaptılar. Bu gelenek, ağız dolusu gülünen koğuş eğlencelerimizin olmazsa olmazlarındandı.     

*  *  *

1983’ün yılbaşı akşamıdır.

Dışarda karınca kararınca, bütçeler yettiğince karınlar doyurulmuş, mutlu mesut rakı balık pozisyonlarına çoktan geçilmiş. Konak Saat Kulesi’ne bakan “Emniyet Binası” çiçeği burnunda. Açılışını bizler yapıyoruz gibi bir durum.  Henüz sıvaları bile kurumamış. Üstüne üstlük, bir de araba yıkama hortumu ile duş almışsanız. Deme keyfine gitsin. Akılları estiğinde ya da talimat geldiğinde hortuma tekrar sarılan bordo mahkumu ve işkence yapma yorgunu memurlar bir masada papaz uçurma, diğerinde pişpirik yapma peşinde. Bir bakıma yılbaşı bahanesiyle stres atma durumları…

Aynı koridorda, kalorifer peteğine bir elinin bileğinden kelepçelenmiş “dayak delisi”(!) devrimci boş durur mu?  O da, yılbaşı kutlamalarını fırsat bilip, oyun masalarının şamatasından, sesli sohbetlerden yararlanma peşinde. Gün boyu falaka dayakta, odalardan birinden kaşla göz arasında aşırdığı ataş yani tutturgaçla kelepçesini kurcalamakta.

*  *  *

Gece boyu pişpirik masalarına vurulur, papazlar havada uçuşur. Hıdır Durmaz, soyadı gereği bir dakika durmaz. Gecenin bağırış kıyamet bir anında, bir punduna getirip dış cepheye bakan bir odaya süzülür usulca.  Hıdır Durmaz, aşık Emekçi dinleyen, Emekçi’den söyleyen, emekçi bir aileden gelen bir emekçidir. İnşaat işçileri ile çokça yarenliği vardır. Binaların yapısını bilir. Dış cephedeki pissu tahliye borularının nerelerinin taşıyıcı, nerelerinin dayanıklı olduğunu, basılacak/ tutunulacak yerleri ustalardan öğrenmiştir. Körfezden gelen sert rüzgara, falakaya inat, tıpkı bir gerilla sızması gibi aşağıya süzülür ağır ağır. Kaçışın bu bölümü biraz uzun sürer. Sıyrılıp indiği yer binanın üçüncü katıdır!

Yere ulaşacağı sırada, bir ağaç dibinde işemekle meşgul dış nöbetçiyi bekler sabırla. Sonra Gültepe’ye yürür gider.  Yol boyunca karşılaştığı polis devriyelerine sarhoş numarası yaparak. Yılbaşı akşamıdır. Gecenin tekinsiz, zifiri bir vakti, bizim yılmak bilmeyen partizanımız azimle hedefine koyduğu, varması gereken yerdedir.

Ertesi sabah, yeni yapacağı kimlikte kullanmak üzere gerekli olan vesikalık fotoğrafı çekilmek için gittiği arkadaşının fotoğraf stüdyosunda, bir ihbar üzerine yakalanır.

*  *  *

Hıdır’ın İzmir Emniyeti’nden akıl almaz kaçışı sonrası, ortalık tam anlamıyla karışır, öyle ki falaka, elektrik ve bilumum sulama işlemleri bir süre sekteye uğrar. Pişpirikçi Haydar’ lar birbirine düşer, öfkeyle birbirlerini suçlarlar. Ol nedenle, Hıdır”ın olaylı geri dönüşünde de kaba dayak şiddetli olur.  

*  *  *

Şirinyer Askeri Cezaevi’nin 19. Koğuşunda, dillere destan emniyetten kaçış öyküsü eğlenceli sohbetlere konu olduğunda da ağzını bıçak açmaz. Onca dayağa, sopaya ve elektriğe dayanıklılığı kadar gibi bir o kadar alçak gönüllüdür. Takılmalara, övgülere, abartılara kendine özgü utangaç, ezik haliyle bıyık altı gülümser durur.

*  *  *

24.09.2010. Kaypakkaya izcisi ve öğrencisi partizan Hıdır Durmaz’ın onurlu yaşamı, ceberut devletin çok isteyip de beceremediği biçimde, Buca’da ormanlık bir alanda son bulur.

O gün bu gündür.

Uğrunda ölümleri göze aldığı emekçi halkının asla ve asla kabullenemeyeceği, göğsünü açıp, diklenip kafa kafaya geldiği barbar devletin hayal bile edemeyeceği kahredici hazin sonu ile ilgili tek kelime edilmemiştir. Edilememiştir. Sırdır…

Susun, sıra neferi uyusun, derdik bir zamanlar. Zamansız gidenlerimizin ardından. Bu dileğin, bir gün en çok da bizim partizan Hıdır’ ımıza yakışacağını, ona uygun düşeceğini nereden bilebilirdik.

Açık Mektup Kolektifi. 24.09.2010. Buca-Yedi Göller.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder